Bir varmış, bir yokmuş, bu yazı da burda bitmiş.
6 Kasım 2009 Cuma
Yerelması
Bir varmış, bir yokmuş, bu yazı da burda bitmiş.
25 Ekim 2009 Pazar
Oyun Grubu - Aktivite Önerileri
Bol aktiviteli, eğlenceli bir gün geçirdik. Grubumuz neredeyse tam kadro hazırdı. Fotoğraflar her şeyi anlatıyor aslında ama maddelerle sıralamak gerekirse:
1) Kukla gösterisi: Eğlenceli bir dialogda birbirine ses olarak benzeyen sözcükleri duyduk, bulmaya çalıştık -hep birlikte!
2) Barbunya ayıklamaca: Önlerindeki kaba barbunyalar, uzaktaki kaba kabukları. Çok iyi bir konsantrasyon çalışması. Her birinin büyük başarı sergilediğini söylemeliyim!
3) Kocaman zincir yapımı: Renkli şeritlerden halkalar yapıp, birbirlerinin arasından geçirip, Pritt'le yapıştırarak zincir yaptılar. Bunda biraz anne yardımı gerekti. Yardımımızı esirgemedik.
4) Süslü taç yapma: İstedikleri renkte bir kağıt şerit seçip, kenarlarını birbirine yapıştırarak yine bir halka yaptılar ve üstünü önceden kesilmiş ay, yıldız, kalp, üçgen gibi şekilleri yapıştırarak süslediler. Her biri başlarına hazırladıkları taçları takınca birer prens ve prenses oldular!
5) Merdiven inme-çıkma ve takla atma çalışması: Büyük şekillerden kesilmiş renkli kağıtlarla oluşturulan yolu takibederek merdivende sıraya girme, üç basamak çıkıp, indikten sonra yerdeki mat'te takla atma. Çoğu minik annesinin yardımıyla takla atabildi. Çok eğlendiler, çok! (Kameranın pili bittiği için bu aktiviteden fotoğraf yok maalesef.)
Çok güzel bir gündü, aktiviteler çocuklarımızın yaşlarına (27-32 ay arası) uygun aktivitelerdi. 2-3 yaş aralığı için sizin önerileriniz neler?
26 Mayıs 2009 Salı
Ateş Parçası
Miniğim... her ay dönümünde seni düşündüğümde, diyorum ki bu herhalde en güzel yaş olmalı. Her ay yeni bir heyecansın çünkü.
Bu ayların heyecanları başka mesela. Anlatıyorsun durmadan.
Tamam, anlatayım ben de kelimeden kısmadan:
Değişiksin o konuda. Aylar önce çalışmaya başlamıştın: "Anne-nin baba-nın, annanne-nin, babiya-nın...", sonra başladın elde bir top getirimeye örneğin "anne-ye, baba-ya, hala-ya, Ceyda'ya..." Sanki gramer dersi, sanki biri çalıştırıyor seni gizli gizli. Ama hayır. Senin yöntemin. Sağlamcısın. Önce çalışıyorsun.
Çok çalıştın bebeğim. O ekler birbirine eklendi, sözler birbirine, uzun cümlelerdesin artık.
Bil ki miniğim babandan daha çok, bendense daha düzgün konuşuyorsun!!!
Örnek mi? Örnek: Kaç hafta önce yanımıza gelmiştin elinde odandaki askıdan aldığın (ki her eve dönüşte aynen pıtır pıtır gidip astığın) ceketinle:
"Anne, bakkala pantolon almaya gidelim...mi?" Sonra ablaya dönüp: "Abla giyinsin" Sonra dersteki şarkının melodisi eşliğinde: "Haaaydi birlikte!" Ve kapı.
Hem komiksin, hem şaşırtıyorsun.
Haftasonu da adada: Elin pisi pisi der edasını takınmış, tavukların peşisıra koşuyorsun. Laf: "Tavuklaar gelin, sizinle arkadaş olalım...mı??" Şu mı, mi soru eklerine de bayılıyorum bu arada.
Özet: Konuşuyorsun artık. Her derdini anlatıyorsun, her heyecanını.
Bu konulara girdikçe, duramayacağımı yazdıkça yazacağımı hissediyorum. Dur.
Dum. Tamam.
Resimle değil, müzikle iyi aran. (Oysaki ben resim yapmayı çok sevmeni istiyordum, olsun) Beni çalıştırmıyorsun. İlle sen çalacaksın. Ya da kucağıma oturup istek parçaları sıralayacaksın: Marchiiin upp, hel-loo, goobaay şo looong, sip sip sip to maluuu... Konserler var senden gizli kulaklıkla çalışıyorum, olmuyor ama miniğim.
Gece-gündüz kuru ve mini mini külotlusun. Bizi mutlu ediyorsun, bu işten sen de mutlusun. Önümüzde bir tek yatağının parmaklıklarını kaldırma meselesi kaldı sanki. Onu da yine merasimlerle yazın Ankara'da yapalım diyorum. Şimdi belli olmaz ne yapacağın çünkü, pek annecisin.
Kıpır kıpırsın, yorulmak nedir bilmiyorsun. Yoruyorsun! Özgür ruhlu ve kendi alemindesin çoğu zaman. Oyun gruplarında, kendi kendine ne istiyorsan onun peşindesin şimdilik. Sesimi çıkarmıyor, izliyorum seni. Ama evdeyken aklın fikrin hep arkadaşlarında, hep onları anlatıyorsun, iki gün arkadaş görmesen, programları kendin yapmaya başlıyorsun. "... gelsin, parka gidelim, kaydıraktan piuuu yapalım" O nokta noktalara her gün başka isim koyuyorsun, her gün bir favori arkadaşın oluyor, onu sayıklıyorsun.
Televizyon belki 10-15 dakika açıyorum artık. İlle bale bekliyorsun, orkestra çıkarsa anlatıyorsun. "Orkestra şefi geeldi", "A aaa, abi ne çalıyo? Keman çalıyooo" Komiksin. Kendine sorular sorup yine kendin cevaplandırıyorsun. Kendi kendini eğlendiriyorsun.
Bazense yapış yapış annecisin. Masal kitaplarını, dergileri ille benim kucağımda okumak istiyorsun. Cancana ve tabii kendi kurallarınla. Hala en favori masalın "Kırmızı Başlıklı Kız" Tabii bizim verziyonumuzla. Ben ilk cümleyi söylersem, sen takibedeni söyleyiveriyorsun.
Akşamüstü 5'te, 6 yemeğinden önce yeni bir öğün hediye ettin kendine. İsteklerin havuç, kereviz, karnıbahar, salatalık gibi şeyler olduğu için sesimizi çıkarmıyor, hatta itiraf edeyim gurur duyuyoruz. Ama çoğu gün abartıp yüzbeşinci karnıbaharını gaz yapar düşünesi ile vermeyi reddettiğimizde mesela, yaygarayı kopartıyorsun. O zaman küçük bir canavar mısın diye korkmaya başlıyorum bebeğim.
Su zayıf noktan. Ödüm kopuyor bir parkta, bahçede havuz göreceğiz diye. Hakim olamıyorum sana. Denize desen, girdin evet, girmeye de devam ediyorsun. Yapacak bir şey yok. Hasta olmuyorsan, mutluysan sorun da yok.
Beş ay sonra (yani en son sessiz sedasız ve hep birlikte çıkan dört azı diş sonrasında) alt öndeki dördüncü dişin çıkıyor. Şimdilik farkında görünmüyorsun.
Bunun dışında:
Kalabalığı, sokakları, arkadaşlarını, suyu, kumu, hayvanları, kokoş kıyafetleri, çanta, şapka, gözlük gibi her çeşit komik aksesuarı çok seviyorsun. Duygularını ve kafa karışıklıklarını ifade edebiliyorsun. Çoğu zaman ciddi suratlısın, karnın acıktığında ve kendini hafif utangaç hissettiğinde hala parmağını ağzına götürüyorsun. Duygusalsın ve -şanslıyız ki diyeceğim- üzüntülerini hissettiriyorsun. Çocuk konuşması sevmiyorsun, seninle mantıklı konuşunca hem dinliyor, hem de ciddi ciddi sohbete katılıyorsun.
Tatlısın. Bazen "cici", bazen "huysuz"sun. Büyüyor, kişilik sahibi oluyorsun. Dilimin ucunda, söyleyeyim bari:
Az kaldı iki yaşına giriyorsun!!
Uzun süre yazamayınca, uzun süre yazıyor işte insan. Resim mi? Var, var. Uyku mu? E o da vaaar...
15 Mayıs 2009 Cuma
Bebek Meleği
Bizim evde televizyon izlenmez. Adetimiz değil. "Mezzo"nun hatırına mecburen Digitürk'ümüz vardır. Arada 15 dakika-15 dakika Ada müzik istiyor, bahtımıza ne var diye açıp ne çıkarsa dinleriz. Ada'nın kelime haznesi kemanları geçti, fagot ve klarnetlere ulaştı sayesinde. Arasıra da bol dans geliyor yanında bonus. Memnunuz.
Deniz müjdeledi. D-Smart'ta Bebeğim diye bir kanal var, 60. kanal. Bilenler biliyordur, bir "hamilelik ve ebeveynlik" kanalı. Hamileler için Egzersizler'den tutun, Bebek Masajı'na, Çocuklar için Aktiviteler'den, Bebek Bakım programlarına bir dizi faydalı bilgiye ulaşmak mümkün. Müş. Müş diyorum çünkü uzun uzun seyretme fırsatım olmadı. Ama ne seyrettim???
Çoook tanıdık biri. Ada'nın 3 aydan başlayarak kesintisiz gece uykusu uyumasına, sorunsuz beslenme alışkanlıklarına, henüz küçücükken çiş-kaka faslını atlatmasına
yardımcı olmuş biri: Tracy Hogg. Çocuğumuzun dilini anlamamızda yardımcı olduğu için ailecek pek sevdiğimiz biri (Çok pohpohladım, bazen kaçıyor böyle, elimde değil).
Bilemedim -çünkü kafamı vererek izlemedim. Sadece bir sürü çocuğun ve ailenin yaşamını kolaylaştıran o genç kadının artık yaşamadığına üzüldüm. (Pek duygusalım).

Bebek bakımı konusunda aynı kafada olduğumuz ailelere belki faydası olur. Kitaptan gidiyorsanız, özellikle E.A.S.Y.'i uygulama bakımından da katkısı olacağını zannediyorum.
28 Kasım 2008 Cuma
Tracy Hogg Kitabı - İndirimli Satış
Her zaman söylediğim gibi yine yineliyorum: Herkesin yaşam tarzı, inancı, hedefleri, istekleri farklı. Ortak yanımız, anneler olarak çocuğumuz için en iyisini yapmak için çırpınıp duruşumuz. Bu kitap bizim işimize yaradı, sizin işinize de yarayabilir -ya da tam tersi...yaramayabilir.
Kitap Ada 3.5 aylıkken, bir rastlantı sonucu elime geçmişti -ve evet, tekrar teşekkürler Hande!. Tracy, anne-baba olarak bizim bu çırpınışlarda çok yorulmamamızı sağladı. Kızımızın ne istediğini anlayabildik, önlemleri önceden alabildik, en büyük rahatlığı ise uyku konusunda yaşadık. Tracy'nin önerileri ile her sabah güleryüzle uyanan, kendi kendine sabaha kadar uyuyabilen bir çocuğumuz oldu. O huzurlu oldukça, biz mutlu olduk...
İlgilenenler için yayinevimden 24 Kasım tarihli gönderime gelen haberi kopyaladım:
"Kitapla ilgili son durumu bildiriyorum:
01 ARALIK'TA YAYINEVİNDEN YOLA ÇIKIYOR, 2 GÜN İÇERİSİNDE RAFLARDA YERİNİ ALIYOR.
FAKAT YAYINEVİNDEN ALMAK İSTEYEN İLK 50 KİŞİYE %45 İSKONTO YAPIYORUZ.
İletişim için: 0212 518 06 07
www.gunyayincilik.com"
Umarım birilerinin daha işine yarar...
24 Kasım 2008 Pazartesi
Bebek Bakımı Sorunlarına Mucize Çözümler
...dedi yayınevi. Ve düğmeye basıldı.
İlgilenenlere: Haber geldi, bugün kitap matbaaya verilmiş.
30 Temmuz 2008 Çarşamba
Tuvalet Eğitimi II
Ada 9 aylıktı ve ben kitapta verilen checklist'e bakarak hazır olabileceğine kanaat getirmiştim. Ancak kendimde gerekli enerjiyi görmediğim için, eğitime biraz geç başladım (11 aylıktı). Aslında Tracy bebeğin sadece oturuyor olmasını bile yeterli buluyor. Anahtar kelime yine "rutin". Bu sefer tuvaleti rutine ekledik.
Ada'nın 3 aylıktan itibaren çok net bir rutini var. Uyku, aktivite ve yemek saatleri belli. Bebeğin rutini varsa, bu rutine yeni bir heyecan eklemek de kolay oluyor. Reçete belli. Uyanır uyanmaz tuvalet ve her öğünden 20 dakika sonra (9-15 aylık bebekler için bu süre; büyüdükçe süre artıyor) tuvalet. Hiç biri 5 dakikayı aşmamak şartıyla. Yaparsa yapacak, yapmazsa kalkacak. Önemli olan alışkanlığı kazandırmak.
Şimdi ilginç şeyi söyleyeceğim: Başladığımız gün oldu bitti her şey (24 haziran). İlk oturuşta çiş-kaka yaptı ve o günden beri 2 kez dışında kakasını bezine yapmadı -biri ben hastanedeyken. Tuvalete gitmek, klozete oturmak hayatına heyecan kattı -gerçekten. Hatta ilk alkışı da orda yaptı. Şimdi her kaka çiş yaptığında alkış yapıyor. Nerdeyse tuvalete oturduğu an patır patır görevini yapmaya başlıyor. Şaşmıyorum desem yalan olur.
Bence önceden net bir rutinin olması ve bu işe başlamadan uzunca bir süre benimle tuvalete girmesi ve küçücükken çiş-kaka-tuvalet ilişkisini bu şekilde kurması en büyük etken. Sonuçta hem anneyi taklit ediyor, hem onu mutlu ediyor. Bu yaşa özgü iki özellik. 18 ay sonrası bu özellikler yerini isyan ve redde bırakıyor. Bu bakımdan erken eğitimin kolaylıklarının daha fazla olduğuna inanıyorum.
Evet fiziksel olarak popo kasları henüz gelişmiyor. Bir yaş civarı tam olarak geliştiği söyleniyor. İşte Tracy bu geçiş dönemini bebeğin bizzat, tuvalette farkına vararak yaşaması gerektiğini söylüyor. Bu da gayet mantıklı.
Bazen çiş kazaları yaşıyoruz, çünkü yaz mevsimi, düzensiz ve sürekli su içiyor. Aslında biraz daha gözlemci olup, bu konuyu da halletmek kolay ama benim ameliyat araya girdiği için, o noktada biraz zayıfız. Yani kafasına bardağını dikip bol bol su içerse, o andan 20 dakika sonra da tuvalete oturtmak gerek. Bu hafta bu konuda biraz gözlem yapmak istiyorum. Bakalım gelişme olacak mı?
Zamanla işin daha da kolaylaşacağını zannediyorum. Çişini söyleyecek bir kere -umuyorum. Ama bu saatler bile "cuk" oturmuş durumda bizim için, söylemesine gerek kalmadan iş halloluyor. Gerçi biraz erken gelirse kakası "koko" diyerek haber de veriyor.
Biz böyle yaşadık. Yani günde sadece 5 kere tuvalete oturtuyoruz ve sadece 5 dakika bekliyoruz. Günde 1 kere, bazen 2 kere hiç bir şey yapmadan kalkıyor. Günde 2 veya 3 kere çiş-kaka, diğerlerinde de çiş yapıyor. Gece maalesef henüz tam kuru kalktığı günler diğer günlerden az. Sabaha karşı yaptığını sanıyorum. Buna da Tracy'nin önerisi, yatmadan birkaç saat önce çok sıvı vermekten kaçınmak. 7'de uyuyorsa, 3.30'dan sonra su vermezseniz geceyi kuru geçirir diyor. Ben yaz mevsimi olduğu için bu öneriye uymuyorum.
Tracy, bu konuda daha esnek yazıyor aslında. Ben burda çok teknik yazdım farkındayım. Aslında hiç bir şey zorlamayla gerçekleşmiyor. Dediğim gibi bu iş Ada için yeni bir eğlence olarak başladı ve öyle devam ediyor. Bizim işimize yaradı. Belki başkalarının da yarar.
Belki de yaramaz tabii. Hep dediğim gibi, her ailenin kendi seçimi, kendi ihtiyaçları, kendi inanışlarıyla ilgili bir konu. Ben bu kitaptaki her şey hayatımızı kolaylaştırdığı ve Ada'yı da huzurlu bir bebek yaptığı için; bu konuda da ilk bu kitaptaki önerilerden faydalanmak istedim. Ve yine tuttu...
Tracy 9-15, 16-23, 23 ve sonrası aylar olarak gruplara ayırıyor tuvalet eğitimini. Ve her biri için farklı öneriler sunuyor. Ben 9-15'i anlattım. Daha sonraki gönderilerde diğer aylarla ilgili önerilerinden de bahsederim. 9-15 aylıklar için önerileri net ve kolay anlaşılır. Diğer aylar için bu kadar net önerilerde bulunmuyor. Daha çok problem çözücülük kimliğiyle yardımcı olmaya çalışıyor.
Onun için ancak anne-baba tam olarak hazırsa bu işe girişmeli. Ve oyunu bozup yeniden başlamanın, olmadı yeniden başlamanın en kötü şey olduğunun farkında olmalı. Hangi sistem olursa olsun istikrarlı olmak en önemlisi. Yoksa miniklerin kafası gerçekten çok karışıyor. Onların en sevdiği şey tekrar ve önlerini görebilmek.
Peki şimdi biz bu işi 'tam olarak' hallettik mi? Hayır. Hala bazı kazalar oluyor çünkü. Ama çok rahatladık. Bir önceki yazıma gelen yorumlarda bu konunun ilgi çektiğini gördüm. Ayrıntılar kitapta.
18 Haziran 2008 Çarşamba
Müjde: Tracy Hogg Yakında Türkçede!!
Biliyorum çok kişinin beklediğini.
Güzel haber netleşti ve paylaşılabilir kıvama geldi: Vesile, bu blog. Ve burdaki pek coşkulu Tracy Hogg yazılarım. Bir gün, bu yazılara yolu düşen bir yayınevi, kitabın çevirisiyle ilgilenip ilgilenmediğimi sordu. Cevabımı tahmin edersiniz.
Başladım. Giriş ile ilk bölüm bitti...
Geliyor, müjdeler olsun!!! Tabii bu sorumluluğun altından alnımın akıyla kalkabilirsem eğer.
28 Mayıs 2008 Çarşamba
10. Ay Doktor Randevumuz
Ve Adakız minik hayatının çift rakamlı aylarına geçti. Büyüdü! Tam tamına 10 aylık oldu miniğim, kocaman bebeğim.
Uslu kızım çılgınlaşmaya da başladı bu ay, fıkır fıkır yerinde duramaz oldu. Yormaya başladı sanki bizi yavaştan. Yakında başımıza geleceklerin sinyaliyse bu, yandık!
Ben küçükken hiç oyuncakla oynamamışım, ne bebeklere ne başka herhangi bir oyuncağa yüz vermişim (varsa yoksa resim yapar ya da dergi okurmuşum-bebek okuması, renkli sayfalar bir baştan sona, bir sondan başa...).
Annem şimdi diyor ki, sen çocukken kaçırdığın şeyin tadını şimdi çıkartıyorsun. Ada senin oyuncak bebeğin. Onunla evcilik oynar gibi oynuyorsun. Doğrudur. Bu resme bakınca annemin bu lafları aklıma geldi. Benim oyuncak bebeğim Ada'cığım, can kızım.
Yine keyifliydi mintoş hastanede ve yine Ayça Hanım'a Banu Alkan pozları veriyordu. Pek güldürdü bizi. Hadi bakalım küçüğüm, 2 ay sonra bir yaşında olacaksın. Ne çabuk geçiyor değil mi zaman? Ama sanki mutlusun bu dünyada olmaktan. Biz öyle mutluyuz ki seninle olmaktan.
21 Mayıs 2008 Çarşamba
Dondurulmuş Sütlere Veda
Gözyaşları eşliğinde... Çöpe.
Hikaye hazin. Ve bunu yapmak hiç hoş değil, anneler anlar. Ama bitti. Hem zamanları doldu. Hem de dolmadan önce Ada'ya verdiğimde hiç beklemediğim bir reddediş olmuştu zaten.
Ona rağmen, son kullanım tarihlerini de aşarak dolapta kaldılar. Atamadım. Kısmet bugüneymiş.
Hikayem şöyle: Süt vermek, mümkün olan en geç zamana kadar sürdürmek amaçtı. Şanslıydım, süt boldu, Ada'nın arası da sütle iyiydi. Ama Ada geceleri uyanmazdı, bense kalkar patlamaya hazır bombaları sağardım. Mecbur. Öyle öyle buzlukta paketler birikiyordu. Bunları bazen dışarı çıkarken kullanırdık. Biberona koyar, parkta, sahilde içirirdim. Ada severdi, problem yaşamazdık.
Sonra bir gün, 4.ayın sonlarında, süt azalmaya başladı. Panik, depresyon, ne derseniz işte. İnsan inanamıyor, çok üzülüyor. Verdikçe çoğalır demeyin, sürekli veriyor, sürekli de sağıyordum. Ama işte cc'ler azalmaya başlamıştı. Geriye bakınca, iki sebep net. Biri bir konserimiz olacaktı, fark etmeden heyecan yaptım muhtemelen. Diğeri de, tam da o konser günlerinde ciddi bir akciğer enfeksiyonu geçirdim. Sonuç...mama takviyesi.
Küfür gibi! Nefret ediyordum. Öyle öyle bir kaç zaman daha gitti, ben meme vermeye devam ettim. Ek mama vermeye de. Ara ara sütümün çoğaldığı da oldu, sevindik. Ve size söyleyeyim, Ada 10 aylık, hala meme veriyorum. İki damla evet. Ama iki damla! Her damlası kıymetli ya, o iki damla bizim için önemli.
Anafikir: Emziren anneler yorulmayacak, morallerini sağlam tutacak ve sağlıklı olacak. Başka çare yok. Çevreleri de onlara bu huzuru sağlayacaklar. Bu kadar. Şakası yok, vücut derhal cevap veriyor.
Gelelim dondurma meselesine. Ve hemen kısa birkaç bilgi, bilmeyenlere, bilip de unutanlara (bu siteden derlenmiştir):
Önce rakamlar:
Sağılmış sütleri 16 derecede 24 saat, 19-22 derecede 10 saat, 26 derecede 4-6 saat, 30-38 derece arası 4 saate kadar dışarda tutabilirsiniz. Sütler 0-4 derece sıcaklığı olan bir buzdolabında 8 saate kadar, tek kapılı buzdolabı dondurucusunda 2 haftaya kadar, altta üstte kendi kapısı olan dondurucularda 3-4 aya kadar, ticari dondurucu veya sürekli -18'de çalışan dondurucularda ise 6 aydan 1 yıla kadar bozulmadan bekleyebilir.
Süt paketlerinin üzerine mutlaka sağıldığı tarih yazılmalıdır. Buzluktan çıkan sütler buzdolabında veya serin suda çözülmeli, sonra ılık suda bekletilip, hafifçe karıştırılmalıdır. Mikrodalga veya ocakta ısıtmak yok. Çözülen süt 24 saate kadar tekrar buzdolabında saklanabilir ama bir daha buzluğa kesinlikle konulmamalıdır. 24 saat içinde de tüketilmesi gerekir. İşyerinden eve getirilirken buzlu çantada taşınması uygun olur.
Haa bunlara dikkat edince bebeklerimiz sorunsuzca lüpletir mi sütü? Çoğunlukla evet. Süte sinen buzdolabının hafif kokusu bile zararlı değilmiş miniklere, hatta fark etmeden afiyetle içerlermiş genellikle. Ama bir de bazı anneler varmış ki, sütlerindeki yağ oranları ve bu yağın dondurma işlemi içinde geçirdiği değişimler, sütü bozarmış. O zaman da bebek hemen anlarmış.
Bu konuda birkaç şey daha yazacağım galiba...
14 Mayıs 2008 Çarşamba
Tuvalet Eğitimi
"Nasıl yani? Senin çocuğun 10 aylık bile değil henüz" mü dediniz? Evet doğru, ama Tracy bunda da önlemi çabuk alma taraftarı. 9 aylıkken başlanabilir diyor! (Çoğu sistem 18 ayda başlatır).
Aslında çok daha şaşırtıcı sistemler de var. Tuvalet alışkanlıklarında doğal çözümü savunan ve bez kullanımına tamamen karşı çıkan sistem mesela. (İlgili kitap: "Diaper Free") Bezleri atma konusu, çevrecilerin de hoşuna giden bir konu bu arada (bebek bezleri 500 yıl yokolmadan doğada kalıyor, ciddi bir çevre kirliliği sebebi; ve her bezin %30'u petrol içeriyor). Aslında düşününce bu kullan-at bez meselesi gerçekten de hoş değil. Düşünün bebeğin ilk 2-3 yılında poposunda bir koca plastik bir şey.
Eee peki?
Yo hayır, ben öyle bir şey yapmadım. İlk aylarında tüm enerjimi, bebeğimin kaka-çiş işaretlerini anlamaya ve yine kaka-çiş temizliğine vermedim. (İlginçtir bu arada, aslında Ada ilk 2 ay çiş yaparken, sadece o meseleye has bir 'e' sesiyle söylüyordu!)
Neyse bir uç sistem bu, bezsiz sistem. Diğer uçta da, "her şey bebeğe bağlı, hiç bir şey yapma, o ne zaman gerekirse o zaman başlar ihtiyacını söylemeye, bezini reddetmeye" diyen sistem var.Tracy orta yol galiba.
İlk kitabında 18 aylıkken başlanmasını uygun görürken, bu kitapta 9 aya uygundur diyor. Böylelikle de 9 aylıkken eğitime başlatılan çocuk, bir yaşında bu işi tam olarak sonuçlandırmış oluyor.
Yine rutin öneriyor: "Sabahları kalkar kalkmaz ve her yemekten 20 dk sonra -max.5 dk- tuvalete oturtun çocuğu." Oturak için de, bir kaç geçiş işlemi daha olmasın diye, bağımsız bebek lazımlıkları yerine, klozet adaptörlerini tavsiye ediyor. Rahatça oturabilen çocuk, kararlı anne-baba ilk gerekenler. Çocuğun işaretlerini okumak önemli. Sonra tabii çocuğa örnek olma meselesi. Tuvaletteyken çocuğunuzu da içeri alın, sizi seyretsin. Çünkü çocuklar taklit ederek öğreniyorlar. Oturmakla kaka-çiş yapmayı bağdaştırması için bunu görmesi gerekiyor.
Tracy 9-16 ay, 16-23 ay, sonra da daha sonraki yaşlara ayrı ayrı öneriler sunuyor. Yaşla beraber sistem değişiklikler içeriyor. Mesela başlangıçta yeni şeyler denemeye açık ve sizi taklit etmeye, mutlu etmeye bayılan çocuğunuz, iki yaşına geldiğinde sizinle güç savaşına giren, 'hayır'cı bir karaktere dönüşüyor. Bu yaşlarda bu alanda zorluk yaşanıyor ama yine bu yaşlarda konuşarak ve göstererek anlatmak işleri kolaylaştırıyor.
Aslında önemli olan hangi sisteme başladıysanız, sonuna kadar onu götürmek. Tracy ya da başkası. Tracy bir sürü ayrıntıya iniyor bu konuda da, her şeyi burdan anlatmak imkansız.
Sonuçta her anne-babanın hoşuna giden, kendi aile yaşamlarına uyan farklı bir bebek yetiştirme sistemi var. Biri Tracy'yle -benim gibi- rahata eriyor. Öbürü daha doğal, ya da daha katı sistemleri tercih ediyor, ya da ailesinin kendini büyütürken faydalandığını ve faydalandığını. Biri için annesinden anneannesinden miras sistem en doğru sistem, öteki keşke ben böyle yetişseydim diye annesine sitem ediyor... N'olursa olsun işte bir şekilde bu minikler büyüyor.
Ben herhalde hemen başlamayacağım bu işe. Kafamın rahatladığı ilk anda, evet. Çünkü Ada'nın hazır olduğunu hissediyorum. İşaretlerini görüyorum, kaka saatleri nerdeyse kurulu saat gibi -ve işin kötüsü genellikle yemek vakti!
13 Mayıs 2008 Salı
Yine Tracy, Hala Tracy

Tracy'yle daha hamileyken tanıştım. Önerileri sayesinde bebeğimin dilini biraz olsun anlayabildiğimi düşünmeye başlamıştım, hem de bu dünyadaki ilk günlerinden itibaren. Doğumdan önce, kitabında verdiği tiyolarla kırk yıllık anne gibi karşılamıştım nerdeyse bebeğimi. Kitapta ne dediyse tutması, yazdıklarına olan ilgimi iyice arttırmıştı. Çok mu teknik gidiyorum, kitapla bebek yetiştirilir mi soruma; uykusunu iyi uyuyan, yemek sorunu olmayan huzurlu bir bebek cevap veriyordu.
En sonunda bir şekilde evde birikmiş olan diğer bebek bakım/eğitim/yetiştirme kitaplarını bir kenara atıp, sadece Tracy okumaya başladım. Önce küçük mavi kitabı (yeni baskıda ikisi de büyük galiba). Altı çizildi bir sürü şeyin. Tekrar tekrar okunmaktan sarı yaprakları iyice 'pörsüdü'. Tekrar tekrar okudum, döndüm yine okudum...
Sonra Ada 3 aylıkken hediye kimliğinde diğer kitabı geçiverdi elime -Hande'ciğim sağolsun. Büyük olan kitap. Büyük ve parlak ve kapsamlı. Detaylı olan. Ve ben göreve başladım. Misyon insanıyım ya (!), sekmeden dediklerini uyguladım Tracy'nin -bir yazara güvenmeye gör. Her şey şaşırttı bizi. 3 aylıktan itibaren net bir rutini olan, geceleri hiç uyanmayan, gündüzleri belirli saatlerde uyuyan, yiyen, oynayan, huzurlu bir bebeğimiz oldu.
Hemen her gün bizim evden "aman sus, çok şükür" lafları eksilmez oldu. "Ne kadınmış, nur içinde yatsın" duaları gitti kadıncağızın ruhuna.
Bugün uzun aradan sonra bir daha aldım kitabı elime, büyük parlak olanı. Bu sefer 'tuvalet eğitimi'ne yoğunlaşmak üzere. Ayşegül'e oğluna başlattığı tuvalet eğitimi ile ilgili Tracy'nin kitabındaki görüşleri iletme sözüm üzerine. Okudum, öğrendim.
Dedim sonra, hadi bloga da yazayım, uyku "ı-ıhh" dedi.
"Yazma, uyu". "Yarın yazarsın, aklın başındayken".
Çok uykum vardı, Tracy'nin uykumda ne işi vardı. "Tamam" dedim..
3 Mayıs 2008 Cumartesi
İlk Diş !
Ada kızım bugün tam 9 ay 7 gunluk ve ilk dişi bugün ucunu gösterdi bebeğimin.
Ada 3.5 aylikken çıktı çıkacak bu diş demeye baslamıştım ('yuh!' biliyorum). Hani genetikmiş ya, ben de erken cıkarmışım ya, cok kaşınıyor ya dişleri, salya salya salya ya... Çıkmadı, hem de uzuun bir süre. 7.aydan itibarense tamam dedim, çıkmıyor, çıkmasın, napalım, nasılsa köfteler, tavuklar, tüm katı gıdaları hapır hupur yiyor maşallah, bir pirzola denetmemişiz (!), olsun dedim, benim kızım da dişsiz olsun.
8.ayda doktorumuz "protez takacağız bu kıza" esprisini yaptı, ümitsizdi kinda. 9.ayda gerçekten protez mi takmak gerekecek diye şüphelenmeye başladım birden (e mecbur, öyle değil mi? 9 aylık olmuş, millet patır patır patlatıyor, literature mi geçeceğiz?) Salyalanma azalmış, kaşınma desen her zamanki kadar. Her şeyi ağzına götürme huyunuysa vahşi iştahına vermeye başlamışım...
Kızımın dişi çıktı Allah'ım! O kadar coşkuyla karşıladım ki; bir de duygusallaştım hesapsız. Büyüyor diye. Zannettim ki koca kız oldu. Oldu da canım miniğim, yalan yok işte. Artık kanıtımız bile var!
Hiç dertsiz çıkardı dişini Adakızım, yine dertsiz, yine sakin. Ne geceleri uyandı, ne huzursuzluk yaptı, iştahı da kaçmadı dedikleri gibi. Öyle çıktı işte ilk diş. Hep böyle sıkıntısız gelse diğerleri de, ne iyi olur. Biliyorum biliyorum zor, ama canım öyle istiyor işte...
Büyüyor evet. Hem müjde de vereyim size. Artık kolayca ayakta da duruyor. Yani bir şeyler geç oluyor ama oluyor. Kızımın iştahı ise değişmiyor, ne diş dinliyor, ne patlarcasına tıkınmak.
Patlamıyor, yiyor da yiyor. Bu işin sonu ne olacak göreceğiz. Doktorumuz son randevuda ailede şişman birinin olup olmadığını sordu! Anlayın yani.
...İyi, kaydettik bu tarihi.
Bu da ilgilenenlere bu konuda güzel bir link.
21 Nisan 2008 Pazartesi
Emeklemek ve SIDS
Biraz önce üyesi olduğum bir gruptaki linklerden birinden ilginç bir bilgi edindim. Amerika başta olmak üzere, son yıllarda bebeklerde emekleme zamanı gecikmeye başlamış. Bunun sebebini de SIDS (Sudden Infant Death Syndrome, 'Ani Bebek Ölümü')'den korkan ailelerin, bu riski büyük oranda azalttığı kanıtlandığı için, bebeklerini sırtüstü yatırmalarına bağlamışlar. SIDSde azalma görülürken, emekleme zamanında da gecikme saptanmış. Bebek sırtüstü yatınca emeklemek için gerekli egzersizleri çok daha az yaptığı için böyle bir gecikme oluyormuş.
1 Nisan 2008 Salı
Rutin
Evet abartıyorum.
Aslında en önemli şey bebeğimin değişmesini istemediğim günlük rutini. Bir kağıda yazdım ve buzdolabına iliştireceğim.
Hazır hazırlamışken buraya da eklemek istedim. 8 aylık bebeğimin günlük rutini:
07 Uyanış-Kahvaltı-Aktivite
09-11 Uyku
11.00 Ara Öğün
12.15 Öğle Yemeği
13-15 Uyku
15.00 Ara Öğün
15-17 Aktivite
17-18 30-45 dk arası uyku
18.15 Akşam Yemeği
19.00 Banyo ve uyku
Kahvaltı: 4 ölçek süt, bir kibrit kutusu tuzsuz b.peynir, bir t.k. pekmez, 2 t.k. tahıl karışımı, bir katı yumurta sarısı. Ez, karıştır.
Ara Öğün: Bir meyve püresi (veya yarım muz)
Öğle Y.: Sebze püresi, tavuk veya et ve zeytinyağıyla beraber
Ara Öğün: Mayalanmış yoğurt, içine bir meyve rendesi ve bir t.k. tahıl karışımı
Akşam Y.: Evdeki herhangi bir çorba (yoğurt, un, şehriye, mercimek..), tuzsuz, yağı ve kıvamı bebeğe göre olacak
30 Mart 2008 Pazar
Ayrılamayası
21 Mart 2008 Cuma
8.Ay Doktor Randevumuz
Aşı olmasında rağmen sorunsuz ve neşeli bir randevu atlattı kızım yine (aman tık tık tık). Bense o vahşi iştahına karşılık, kilosunda dehşet bir fazlalık çıkacağını zannerken, 250 gram aldığını (3 haftada) öğrenince; üzüleyim mi, sevineyim mi bilemedim. Neyse ki doktorumuz her şeyin normal olduğunu söyledi, biz de sevindik -kilo: 9.290 gr, boy 70.5 cm. (Bu arada Alya'lardaki anneler bebekleri toplantısına gidemedik, üzüldük).
Kızım büyüyor. O kadar, o kadar çabuk... Bu ay algıları şaşırtıcı derece genişledi, cin gibi oldu! Artık kandırmaca yok, her şeyi hatırlıyor, gözü kulağı her yerde. Bir de eli kolu; kıpır kıpır... Hala diş yok, ayaklara güç yeni yeni geliyor, emeklemeye niyetleniyor, olmuyor. Ama fıldır fıldır dönüyor. Bir de hayatla nasıl eğleniyor! İnşallah hep böyle olsun güzel kızım. Hayatın tadını çıkarabilmeyi bilsin. Hep böyle güleryüzle bak dünyaya miniğim...
20 Mart 2008 Perşembe
Tenha Tracy
Tracy Hogg'un sistemini konuştuk bugün. Aslında Hogg doğanın doğal ritmini alıp, analiz edip, gerisin geri size öğretiyor bence. Bebeğin dilini, isteklerini anlamanızı, ona göre ihtiyaçlarını gidermenizi öneriyor, bunun için de bir rutin sunuyor. Kolay anlattığıma bakmayın, yol zorlu bir yol.Dilek kitabı okumadan doğanın ritmini yakalamış gibi görünüyor. Bir kaç değişiklik dışında Sami'nin rutini Tracy'nin önerdiğine çok benziyor çıktı. Evrim'se Berk'e yatır/kaldır (deli edici pick up/put down metodu) sistemiyle kendi kendine uyumayı öğreterek, işe başlamadan önce içini biraz rahatlamak istiyor. İlk amacı gece kalkışlarını minimuma indirmek. Merak ediyorum, sonuç ne olacak. İyi olursa, Tracy reklamına devam!
19 Mart 2008 Çarşamba
Tracy Hogg Buluşması
Ve dayanışma: Biz de yarın, oğlunun uyku problemine acil yardım isteyen Evrim ve birkaç anne arkadaşım daha bizde toplanıp, bu sistemi konuşacağız. Onlara Tracy'nin "huzurlu bebek yetiştirme" sistemini ve konuyla ilgili deneyimlerimi anlatacağım. Bakarsınız burda da bir ara bir kaç satır laf ederim çünkü bence değer. Sistemi deneyen diğer arkadaşların da fikirlerini merak ediyorum aslında, belki yorumlara yazarsınız.
17 Mart 2008 Pazartesi
Şu "Mozart Effect" Dedikleri

Aslında bütün çocuklar benzer tepkiler veriyorlar müziğe. Önemli olan belki de onlara müzikal bir ortam sağlanması. Bir müzik çalarken, dans etmesini öğretmenize gerek kalmadan bir bakıyorsunuz, kendi zaten el kol hareketleriyle müziğin ritmini tutuyor, bir o tarafa bir bu tarafa sallanıyor yüzünde kocaman gülücüklerle. Veya annenin ninnisiyle sakinleşiyor, heyecanı duruluyor. Biraz büyüyünce şarkı sözleriyle, yeni kelimeleri haznesine ekliyor, hafızasını kuvvetlendiriyor. Dahası da var ve uzun, neyse.
Konu popüler. "(Klasik) müzik dinleyen çocuk zeki olur" diyorlar (Pek iddialı!). Mesela düzenli olarak müzik aleti çalmanın beynin görme, duyma, hareket etme ve koordinasyonla ilgili bölümlerinin büyümesini sağladığını söylüyorlar. Müzisyenlerin beyni büyük olurmuş bu yüzden! Doğumdan sonraki ilk aylardan 3-4 yaşlarına kadar zeka ve beyin gelişimini beslenmeden sonra olumlu etkileyen en önemli faktör de müzikmiş. Sonra kalp atışları düzene girermiş, nefes alıp vermeleri kolaylaşırmış -ki bunu bizzat Ada'da yaşıyorum. Ayrıca anne karnından itibaren müzik dinletilen bebeklerin psikolojik gelişimleri de olumlu yönde olurmuş, hırçın davranışlar yerine uyumlu davranışlar sergilermiş bebekler. Ada'nın huzurlu yapısını buna mı borçluyuz acaba?

Bunlar hep bilimsel araştırmalar ve tüm bilgiler bir google uzakta.
Küçükler kadar yetişkinler için de müzik çok önemli. Araştırmalar ilginç. Bir-iki örnek dersek: Prematüre bebeklere Brahms dinletildiği, böylelikle iştahlarının açılıp güzel bir gelişim sergiledikleri; Amerikan kolej giriş sınavı SAT'a çalışan öğrencilerden bir süredir düzenli enstrüman dersi alanların çok daha yüksek puan aldıkları. Shell, IBM ve Dupont gibi şirketlerin belli tempo aralığındaki seçilmiş Barok dönem eserlerini dinleterek, eğitimlerinde çalışanların öğrenme zamanlarını kısaltıp, öğrendiklerinin de uzun süre hafızalarda tutulmasını sağladıkları... ilk aklıma gelenler. Sonra tabii geniş bir müzik terapisi alanı da var (Edirne Külliye'deki müzik terapisi salonu aklıma geldi).
Nasıl ki tüm müzik cinslerinde klasik müzik ön saflarda; klasikte de bestecilerden Mozart en önde. Mozart dinlemenin bebek ve çocuklara faydası şöyle açıklanıyor: Öğrenme zamanını kısaltır/ Hiperaktif çocukları ve kişileri sakinleştirir/ Yaratıcılığı artırır, ufku genişletir/ Vücudun daha hızlı iyileşmesini sağlar/ Daha verimli bir öğrenme süreci için beynin her iki yarısının da entegrasyonunu sağlar/ IQ sonuçlarını 9 puan artırır. Kitap şu: "Mozart Effect" yazarı: Don Campbell ve türkçesi "Mozart Etkisi", yine aynı yazarın ve başlığın çocuklar için olanı.
Her popüler bilimsel keşif gibi bunun da üzerine gidilmiş. Reddedenleri de var, hatta onlar da bilimsel olarak kanıtlarını sunmuşlar. Tabii ki, anne-baba olarak hele hele kısa dönemde mozart'ın ya da genellersek klasik müziğin, bebeklerimize yansıttığı iyi etkilerini saptamamız zor. Ama bir piyanist ve uzun yılların eğitmeni olarak basitçe diyebilirim ki, bu konuyu ben de destekliyorum.
Savunmamı en basit bir-iki cümleyle yapmamı isterseniz diyebilirim ki, Mozart'ın müziği; kısa, basit ve neşeli temaları ile, kullandığı formlar da tematik tekrarlarıyla kolay algılanabilir, kolay takibedilebilir bir müzik. Bebekler için de bu neşeli ve oyuncul melodiler, basit ritmler oldukça cezbedici. Örnek: Ada. Diğer müzikleri keyifle dinliyor tamam, ama Mozart çaldığımda kelimenin tam manası ile eğleniyor! Bir de en büyük sürpriz: Dün ben 20 numaralı re minör konçertoyu çalarken, bir motife geldiğimde (aslında gerçekten o motifin ilgisini çektiğini anlamıştım) direk tepkisini gösterdi. Gözlerinin parlaması, bir anlık heyecan ve bebekçe bir "heeey yaşşassın" gibiydi. Bugün yine aynı motifte aynı tepki. Şu Mozart'ın üstüne biraz gideyim istiyorum.