ailemiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ailemiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2011 Çarşamba

Yatağının Adı


Altı aydır "ben erkeğim" diyen, kızlarla ilgili her şeyi reddeden kızımdan duyduklarıma inanamıyorum. Aramızda geçen bir sohbeti aynen aktarıyorum:

Ben:
Ada'cım sana yeni bir yatak alma vakti geldi. Ne renk olsun yatağın? Tercih ettiğin bir renk var mı?
Ada: Annecim pembe olsun.
Ben: ??? (Pembe en nefret ettiği renk-ti)
Ada: Yok yok beyaz olsun. Yanında da böyle güzel dantelleri olsun.
Ben: ??? (Dantel?!)
Ada: Anne?
Ben: Efendim kızım?
Ada: (Kocaman bir gülümsemeyle) Adı da Burçak olsun mu?

Burçak...

O gün ne pembe giyinmiştin, ne de dantelli bir şeyler; ne bebek oynadınız kızımla, ne evcilik. Ama işte o içini eriten şey, belki de senin sıcaklığın, senin inceliğin, senin duyarlılığın, senin şefkatindi.

Birkaç gün sonrasında da hafif kikirdeyerek, hafif utangaç ne dedi biliyor musun?

- Anne, Maviş'i görmeye gidelim mi? (Doğrusu o an, maviş dediğinde, senin maviş kuşun aklıma gelmemişti) Antalya'ya yani? Burçak'a?

Uzaktasın canım arkadaşım, ama sıcaklığın yanımızda. Biz nasıl ki bu kadar az görüşerek hala "en iyi arkadaş" kaldıysak, kızım da seni neredeyse hiç görmeden bir teyze kazandı. Gerçek bir teyze yani, annesinin kardeşi olandan.

Ne desem bilmiyorum. O gün bugündür seni konuşuyoruz.
(Her defasında içimden ne dilek tutuyorum, tahmin edebilirsin)

İyi ki geldin. Yine gel...

27 Aralık 2010 Pazartesi

İyiyiz Hoşuz

Öncelikle,
İyiyim.

Yine kablodan, kordondan girip, üstüne suspus olmam düpedüz ayıp bir olay. Farkındayım. Kontrollerim vardı. Benim yaramaz kalbim, malum... Bir durdu, bir vurdu, hayatımın tuzu biberi oldu geçen günlerde. (Yok, yok, kafiyeden öyle dedim, yoksa çok da vurdulu, kırdılı bir aksiyon olmadı).

Yine.

Tuz biber iyidir, yaşamın önemini idrak ettirir.
Ettim mi? Ettim. Bu konuyu burda kestim mi? E tamam kestim.

*
Yolculuklardaydık yine. Nefes alma, özlem giderme yolculukları. Ankara-İstanbul yolları. Partiler, partiler, düğünler, yemekler... Ordan oraya savrulduk, dans ettik, yorulduk, enerji dolduk, uykumuzdan olduk. İyi geldi. Ada'ya da iyi geldi. Pistte durmaksızın dans eden özgür çocuk modelinde bir çocuk artık Ada. Hani benim eskiden en 'sinir olduğum', şimdi en 'şirin bulduğum model'! Annelik tuhaf şey.

Pek güzel ilk partimiz Ceyda'daydı geçen hafta. Baba tarafı tüm aile, kuzenlerle mesut Ada. Boncuk-ışık harika ağaç, hediyeler, maskeler, mamalar, boğuşmalar... Sonra koşa koşa Ankara'ya döndük, Ceylan'ımızın düğünü, Ada'nın peşinde ablalar, ablaların peşinde Ada ve tabii pistte Ada, uyumayan Ada, mutlu Ada... Sonra da bizim evdeki parti, fazla nüfuslu parti, annemin 70 kişilik klasiği! Çılgın parti, çekilişli, hediyeli, müzikli, danslı, gürültülü ve boool yemekli parti.

Yorgunum. Gerçekten. Sırf geçen hafta 3 kere Ankara-İstanbul yapmışım otobüs, tren. Okumak istiyorum bol bol, bir de yazmak. Aslında bu aralar, iki arada bir derede de olsa, hem okuyorum, hem yazıyorum. Tekdüze hayatımın renklerini kitaplarda buluyorum. Yeni yazarlarla tanışıp heyecanlanıyorum. Başka şeyler de yapıyorum kaçarken, kovalarken: Yeni bir program hazırlıyorum, pre-piano. Bir de güzel isim buldum: piyanomini -beğendiniz mi? 3-5 yaş çocuklar için oyunlu, bireysel ders öncesi piyano hazırlık programı. Music Together'ın bir nevi devamı, Music Together eksi anne-baba, eşittir bir piyano, bir öğretmen ve 2-3 arkadaş. Güzel olacak...

Böyle geçiyor günler işte. Yıl bitiyor, yazısız kalmak olmazdı. Yine yazarım ama bilmiyorum ne zaman. Yakında fotoğraflar eklenecek, söz.

25 Temmuz 2010 Pazar

İyi Ki Doğdun Adakızım


Tam üç yaşında oldun. Ne mutlu bana ki, tam üç yıldır, soluduğun havayı soludum, nefesinle can buldum, varlığınla hayatın anlamını...

Sesinle şenlendim, bitmez tükenmez coşkunla neşelendim; kahkahanda çocuk oldum, eğlendim; enerjinle yoruldum, uykunda dinlendim. Merakınla hayatı yeniden keşfettim, inadınla derviş oldum, gafil avlandığım her yeni adımında da alim...

Büyürken büyüttün beni bebeğim. Senin sesinle uyandığım her sabah bir mucize. Sağlıkla, mutlulukla, huzur ve şans dolu nice yılların olsun Adakızım.
İyi ki doğdun.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Hayat, Adakızım, Olan Biten

On gündür (yazıyı bitirene kadar 10 gün daha geçmiş üzerinden) Ankara, arada İstanbul dersler kaçamağıyla. On gün içinde bir hayat söndü, iki insan hayatlarını birleştirdi, iki insan ise hayatlarını birleştirme kararlarında birbirlerine ilk sözü verdi.

Son anına kadar hayata hep gülümseyen gözlerle bakan, hayatı tatlı sözlerle, ince esprilerle renklendiren, torunlarıyla yaşıt ruha sahip olan Selçuk Teyze'mizi kaybettik. Nur içinde yatsın.

Ayfer'imizi harika bir düğünle evlendirdik. Ceylan'ımızın nişanını yaptık. Bir mutluluktan gözlerimiz yaşardı, bir hüzünden. 'Hayat işte böyle bir şey' dedik. Nefes almaya devam ettik...


*
O arada ise küçük bir kız doğanın içine düştüğü an özgürleşiverdi. Yırtıcılığı yok oldu, huzur geldi huyuna suyuna. Yaratıcılık geldi oyunlarına. Bitkilerle, ağaçlarla içli dışlı oldu sonra, bir o ağaçtan, bir bu ağaçtan kopardı kirazları, erikleri, dutları. Kayısılar, elmalar sırada. Çakma havuzlarda çılgına döndü sonra, sere serpe göbeğini ordan oraya attı. Toprağa bulandı, suya bulandı, güneşin kızı oldu, yağmur yağdığında altında dans edip durdu.

Sonra... Dedesiyle toplar oynadı, anneannesiyle her sabah çiçekleri suladı, kurumuşları kesti, temizledi, kuru gül yapraklarını topladı. Nenesinin sihirli odasında kendine binbir tane ev yaptı, kah minicik taşlarla, kah koca minder ve koltuklarla, halahala'sını annesine bile tercih etti (bak yazdım buraya Adakızım :) o varsa gözü kimseyi görmedi (gerçek manada, şaka değil), Leyla'sının yemeklerini hapır hupur midesine indirdi, bir de ablasıyla 'tanış oldu' sonunda, ondan rusçayı kaptı götürdü, ingilizcesi solda sıfır kaldı. Mutlu oldu, mutlu etti. Çocuk oldu, kudurdu, coştu...

*
Bir de büyüdü.
Haftaya doğumgünü!
Son günlerde seyredip duruyorum Adakızım seni, şaşıyorum her hareketine, yaşattığın her ana, her güzel güne.

İyi ki doğurmuşum be bebeğim seni...

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Mutluluğun Resmi


Şimdi ağlayarak ayrıldı evden. Oysaki bu gülüş her şeye bedel...

28 Aralık 2009 Pazartesi

Kutlamalar Zamanı


Bir hız, bir fırtına. Gelenler, gidenler; partiler, yemekler; şehirler, mekanlar; kavuşanlar, ayrılanlar...

Atlamak olmaz. O zaman başlayalım anlatmaya. Önce yakın-uzak'tan sevdiklerimiz geldi. Çok zaman rötarla. Ve sonunda! Sevindirdiler bizi, en çok da miniğimizi. Benim için de birkaç günlük ara oldu hayata. Ve sorumluluklara. Zira tam da Music Together'ın deneme dersleri haftası öncesine konumlanmıştı heyecanlı gelişleri. İyi ki geldiniz Leyla Abla, iyi ki geldin kızımın yeni arkadaşı Seval Abla'sı!

Sonra...


Sonra partiler başladı sırayla. İlk 'geleneksel' kutlamamız Ceyda'daydı. Biraz biraz önceden bu sene. Aman ne heyecan, ne azgınlık. Ada için tam bir bayram. Azdı, coştu, yedi, yuttu. Yaşasın festivaller zamanı! İkizlerle, halayla, Ceyda'yla, babinneyle, Eliane'la, Dorot'la, Şule'yle, oh oh çok çok eğlendi. Hepsine bu büyülü gün, harika hediyeler için teşekkürler. En çok da Ceyda'mıza...

Devam. Diğer parti de artık gelenekselleşen partilerdendi. Bu sefer İskender'lerin pek güzel, pek sıcak, güzel manzaralı yeni evlerindeydik. Saati bizim miniğe uymadığı için o uyuduktan sonra çıkmıştık evden. Evsahiplerinin Ada'yı görmeyince bizi neredeyse kapı dışarı etme(!) girişimleri ile karşılaşınca; anladık tabii özel davetlinin aslında Ada olduğunu. Bir dahaki sefere, bir dahaki sefere söz...

Sonra vurduk kendimizi yollara. Klasik: Ankara. Hiç yaratıcı değiliz, değil mi? Bu sefer karsız ve yumuşak bir hava. Gelir gelmez en büyük nüfuslu partiyle çalkalandık. 50+ diyeyim anlayın. Gönlü bol annem. Şen şakrak annem. Hayat dolu annem. Ve tabii yanında can arkadaşı, hayat yoldaşı, sohbeti keyif babam. Duygulu, duyarlı babam. Hayat dolu babam.

Tamam tamam gözyaşlarını silelim, devam edelim.

Aslında devamı da gözyaşı. Heyecanla karışık bu sefer. Yeni ufuklara, yeni hayatlara uçacak bu gece en miniğimiz ve en sevdiklerimiz. Kuzen Meltem'le Rabi, minnoşumuz Enis'le birlikte Kanada'da devam edecek hayatlarına. Her şeyin çok güzel olacağını biliyorum. Ama biraz üşüyecek, çokca çokca da özleyecekler. Çaresi var ama; dinlemediler işte. Gittiler. İyi yolculuklar size! Halahala emin ellerde biliyorsunuz, değil mi? Çok özleyeceğiz sizi. Çabuk dönün, e mi?

*

Yeni yıla kaldı, kaç gün?

Hem içinde, hem dışındayım bu hikayenin...

16 Aralık 2009 Çarşamba

İyiyiz İyiyiz...



Evet kayıptım yine. Evet yazamadım günlerce.
Izdırap!
Bu 'günlük' böyle bir şey. İster dünya aleme açık bir blog olsun, ister özenle gizlenmiş kilitli fiyakalı bir defter, yazmadın mı böyle hissediyorsun işte, elde değil.

*
Ama diyeceğim de o değil.

Diyeceğim şu: Kocaman bir teşekkür, posta kutuma düşen sürpriz emailler için. Ne kadar iyi yürekli, kalpten insan varmış bizi okuyan, merak eden.

Merak etmeyin, biz iyiyiz, hiç bir sorun yok.
Yazamamamın sebebi koşuşturmaca diyelim, yeni dönem başlıyor ya. Bir de tabiii... yanımdaki 2.5 yaşlık minik bir 'karakter' desem?

Anladınız, anladınız siz onu!

*

Bu arada güzel şeyler de yaptık. Tembellik etmeyip yazacağım yakında, söz!

15 Aralık 2009 Salı

Bize Dair Eski Bir Hikaye...

Bu sayıyı dışarda bulamayınca,
Sonra da beklediğimiz postacı kapımızı uzun süre çalmayınca,

Neredeyse 'böyle bir yazı yazmış mıydım gerçekten?' diye düşünmeye başlayacakkeeen...


Sağolsun
Nurdan, bugün Çocuğum ve Ben Dergisi Kasım sayısı elimize geçti.
İşte buyrun: Bize dair eski bir hikaye...


* Artık bir scanner'ım var, becerdim taradım. Lakin resmi bilgisayarımda görüp, buraya aktaramadım. "Geçersiz resim" dedi bilgisayarım. Yine eski yöntem fotoyu yükledim. Öğreneceğim, öğreneceğim. Bir gün...

4 Ekim 2009 Pazar

Gezdik...

Oh be. Kendimle gurur duyuyorum. Sonunda bir aktivite! Hatta iki!! Vay be...

Aslında her an aktivitedeyiz. Ama o kadar lokal ve o kadar sürprizsiziz ki. Tamam, günlük aktivitelerimiz var, mesela park ve ev aktiviteleri -ki ev aktivitelerimiz çok çeşitlidir laf aramızda. Haftalık aktivitelerimiz arkadaş-akraba buluşmaları ve müzik dersleri. Aylık aktivitelerimiz (3 ayda birlik mi desem?), evet evet bildiniz, Ankara... Arada bir kez at binmişliğimiz, bir-iki çocuk festivalimiz, bayram görüp bayrak sallamışlığımız, hatta iki-üç kez AVM görmüşlüğümüz bile var!

Ama işte çıkalım, dağları aşalım, gezelim-tozalım; denizleri aşalım, yüzelim-bitap düşelim, pek yapamıyoruz işte. İki mazeret belli zaten: Baba ortada yok -
çalışıyor; annenin de canı yok -yoruluyor! Ada ise günün ortasında -ille de- bir güzel uyuyor. Plan yapmak zaten baştan zor oluyor.

*
Bu haftasonu farklıydı. Cuma çekimden sonra, hadi dedim gidiyoruz, marş marş Bostancı Lunapark'a. Evet evet oraya, Prater'e gidecek halimiz yok ya! Ah ah Yapıncak, yanlış seçim ama sen nerden bileceksin? Tabii ki her gördüğün uçan salıncaklıya lunapark diyeceksin. Klasik. Hayallerde coşacak, gerçeklerde boynunu bükeceksin...

Öncelikle dönmedolap yoktu. Sonra hiç çocuk yoktu. Serseri çoktu. O kulağımda çınlayan lunapark müzikleri yoktu. Aşık okul kaçkınları vardı. En çok korku tüneline giriyorlardı... Tipik hayaller ve gerçekler hikayesi. Ve kulağımda çınlayan 'ben bunu nasıl bilmiyordum?!' sesi.

*

Ada sevdi. 'Oyuncak arabalar'a bindi. "Baba gibi direksiyon çevirdi" (Neden 'anne gibi' değil??) Trene bindi, çuf çuf şarkısını söyledi; az buçuk uçtu bile hatta... Bu birinci aktivitemizdi.

*

İkincisi ise bundan bile 'iddialı'ydı: Toplu taşımalarla gidip-gelerek, Sultanahmet Meydanı, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı! Kısa öz geçeyim, dolmuş, vapur, tramvayla gidiş, tramvay, vapur ve taksiyle dönüş yaptık. Gidiş güzel, dönüş... Evet bitap düştük, sadece Sultanahmet Camii'ni gördük, öbürlerine ne enerji, ne zaman, ne cesaret kaldı.

Foto tarihi Hacı Bekir'den. Her yerde yemelik güzellikler var ama Ada kendinden beklenmedik şekilde sakin ve umarsız. Çünkü kavanozdakilerin şeker olduğunu bilmiyor!
(Çünkü şekerin nasıl bir şey olduğunu da hala bilmiyor!)

Ada ne güvercinlerle oynadı, ne caminin görkemine şaşırıp kaldı, ne de o feci kalabalık umrundaydı. Yolda yağmur yağdı yağacak tedirginliğiyle aldığımız şeffaf şemsiyeyi baston gibi kullanıp, bir tık şemsiyeyi, bir pıt adımını seyretti bütün gezi boyunca. Yollarda yorgun düştü. Camide uykusu geldi. Uyku saatine denk gelen dönüş yolculuğumuzda ise sarhoş adamlar gibi ona buna sataştı, şarkılar söyledi, düz duvara tırmandı.


En coşkulu anı yine yemek anıydı, Hamdi'de dökmeden saçmadan, tek leke yapmadan, afiyetle -ama ne afiyet, yemeklerini yedi. Orada kendine bu halinden dolayı pek iltifat yapıp, 'aman ne güzel yiyorsun sen, istediğin bir şey var mı bakalım senin?' diye soran garson abisine, birden çok normal bir edayla, 'biraz karabibel alabiliğ miyim lüffen?' diyerek hepimizin ağzını açık bıraktı!

Neyse yine de gururluyum. Gittik mi gittik. Fotoğraf bile çektik. Kaydettik mi peki? Kaydettik işte miniğim. Bu da senin ilk 'ciddi' turistik İstanbul gezindi. Götürmediler beni deme bak.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Özet

Gittik, canımız miniğimizi gördük.

:)

Bayram yaptık.
Donduk.
Sonra da döndük.


Ek not (29 Eylül):
Bu resmi komiklik olsun diye koymuştum. Anlaşılan bir tek ceyd ile Burçak fark etti. Becersem ters R'lerle süslü bir "Bayram Hatırası" yazacaktım ama... olmadı işte. Süslü püslü giyinmiş bir bayram ailesi, 'gülün!' komutuna feci şekilde uyan ve mükemmel yapmacıklığı abartı gülüşüyle yakalamış bir küçük hanım, Şaban bakışlı bir koca ve tüm bunlarla gurur duyan (!) ve sonrasında aynı gururla bu sahneyi bloguna taşıyan -taşıyabilen!- bir anne! Buyrun eğlenin...

9 Eylül 2009 Çarşamba

Ada Abla Oldu !


ENİS BEBEK SAĞLIKLA DOĞDU
09.09.09

Hoşgeldin miniğim, hoşgeldin kızımın küçük kardeşi. Öyle tatlı görünüyorsun ki gördüğümüz ilk fotoğrafında. Öyle çığlıklar atıyorsun ki duyduğumuz ilk ağlayışında :) Harikasın.

Sağlıkla büyü, annen babanla, huzurla, mutlulukla...


Seni görmek için sabırsızlanıyoruz, nasıl geçecek şu 10 gün???

* Enis canım kuzenimin uzun zamandır beklediğimiz miniği. Umarım Ada'yla Enis, Meltem'le ben kadar 'kardeş' olurlar.

12 Temmuz 2009 Pazar

Adakuşu

Ada doğanın kızı. Geceleri mesela martı, köpek, fare (!) seslerinden uyanmıyor. Ses dediğime bakmayın, ben de severim doğanın sesini. Ama bu başka bir şey.

Martılar bebek çığlıkları gibi avaz avaz tepemizde, ürkütücü (Bizim evin diğer sahipleri onlar, koca bir martı ailesi çatımızda yaşıyor, çocuk büyütüyor!). Köpekler yattığımız odanın altında kükrüyor her kirpiye, kaplumbağaya ve tabii diğer 'düşman' köpeklere, hesapta bizi koruyorlar. Farelerse pıtır pıtır dolaşıyorlar etrafta, genelde sesleri var, görüntüleri yok. Çok şükür. Neyse, seslere pek duyarlı Adakızım'a vız geliyor, kapı pencere açık... uyuyor.


Bu aralar uyandığında ilk sözü 'annecim badem toplayalım', sonra tabii sırasıyla kayısı, dut, bir de karpuz. Ama onun konumuzla ilgisi yok, o bakkaldan ısmarlanıyor; diğerleri ağaçtan toplanıyor. Aslında daha çok babasıyla meyve peşinde, ağaç üstündeler. Bense son midesini bozduğundan beri, sınırları tutma peşindeyim -yemekte sınır tanımaz çünkü. Ama o kadar doğal ve o kadar hevesli ki, beni bile pes ettiriyor, yapacak şey yok. Yesin kuzum. Ağaçtan ağaçtan, oh.

Sonra tabii su kuşu oluyor, dağ tepe babasının sırtında kayalar üzerinden sekerek denize iniyorlar, benim de kalbim sekiyor tabii bu arada. O kadar dik ve uzun ki indikleri patika, çözüm olarak kask takması geliyor aklıma, denize gitmesin diyecek değilim ya!

Adakızım doğayı yaşıyor, ben de onun her heyecanını. Özet olarak, miniğim:

yiyor...

içiyor...

yüzüyor

:)
tombul kuş...

26 Haziran 2009 Cuma

Merdiven

Bebeğim bugün 23 aylık!

Ve biz 23.ayında, tam da bugun, onu ilk kez yatıya bırakıyoruz. Onu bırakıp gidiyoruz yani! Halasında kalacak, çok emin ellerde. İkizlerle. O kadar hayran ki Yasemin'le Selim'e, eminim çok güzel geçirecek şu bir-iki günü.

...ama...

Tuhaf bir burukluk var içimde işte, sanki kötü veya çoook yanlış bir şey yapıyormuşum gibi bir his. Biliyorum, biliyorum, mantıksız! Ben de mantıksız olduğunu çok iyi biliyorum. Çok komik, içim ona sarılıp böhür böhür ağlama hevesinde. Bu insan beyni bir tuhaf...

Oysaki o, biliyorum müthiş güzel zaman geçirecek, sadece iki kuzenin peşinden koşmaktan biraz yorulabilir o kadar!

Amaaan işte böyle...
Hala uyuyor miniğim, hep böyle bir yere gidilecek günlerde en uzun öğle uykularını çeker. Oh iyi de eder. Uyu kuşum, mışıl mışıl uyu.

Canım kızım. Çok güzel geçir şu iki günü tamam mı? 'Anne-anne' diye tutturur musun acaba? Tutturma miniğim, tadını çıkar işte. Ama o son günlerde keşfettiğin favori sahnelerini yaşatma halanlara. Biliyorum yaşatmazsın, nazın zaten hep annene.

Of hadi miniğim, uyan artık, cicilerini giydirelim sana, iki mıncık hırpalayım seni, üç-beş öpücük hırsızlığı yapayım yanağından doyasıya.

*


Uyandı. Heyecanla hazırlandı, daha büyük bir heyecanla halasıyla Yasemin'i karşıladı.

Bu merdiven böyle şenlik görmedi! İyi eğlenceler miniğim!!


25 Haziran 2009 Perşembe

Adada Ada

Adalarda, notalarda; konserlerde, alkışlardaydık. (Beni geçin, Ada için de büyük heyecandı -bir önceki post'ta görüldüğü üzere!)

Sonraaa... Dutlarda, haydutlarda (ki haydutlar, bizim gündüzleri miskin, geceleri canavar kesilen, her biri birbirinden farklı karakterli dört köpeğimiz olurlar); denizlerde
, taşlardaydık.

Sonraaa... Dut sonrası ishallerde, ishal sonrası ateşlerde, ateş sonrası uykusuz gecelerdeydik.


Sonraaa... Babaannelerle, ikizlerle, dedeyle, anneanneyleydik.


Sonraaa... İki yaşa bir ay kala krizlerde, 'anne-anne yapış'larda; ama yanısıra şen-şakrak, bol sözcük sohbetlerdeydik.


Sonraaa... Sosyal böcektik. E anne piyano başında 'melodik yoğunluk'ta olunca, üç konserde 200'ün üzerinde izleyiciyi kim ağırladı dersiniz?!


*

Kısacası keyifteydik; aktif, dinamik, heyecanlıydık. Kıpır kıpırdık; bazense mokur mokur. Arada ukalalık yapıp doğanın gürültüsüne kızdık (yuh! biliyorum ama öyle işte, uyuyamadım kaç gün). Arada sıcaktan bunalıp, Ada'nın iki kat daha bunalttığı enerjisine şaştık.

Adadaki yaz konserlerimizi bitirdik, dolaptaki yemeklerimizi de. Şimdi biraz gel-git var önümüzde, kah -dersler sağolsun- ada-şehir arası; kah şahirlerarası; belki de gerçek tatil birkaç yoğunluk arası...

28 Mayıs 2009 Perşembe

Büyükada Salon Resitalleri

Dört gün önce -doğumgünümden bir gün önce!- Büyükada Salon Resitalleri 'nin ikinci yılının ilk konserini verdik.


Çellist arkadaşım Jülide Canca Eke ile mekana uygun, klasik müzik tarihinin en güzel melodilerinden oluşan bir program seçmiştik. Pazar sabahı bizi korkutan serin havanın sonrasında; kuş sesleri eşliğinde, tenimizi hafif hafif okşayan ılık rüzgarla birlikte çaldık. Çok da keyif aldık.


Gelen, gelebilen herkese teşekkürler! Arzu ettiğimiz tüm dostlarımızı davet edemedik. Ama mekan ancak 60-70 kişi alabildiği için, ilk konserimizde önceliği Büyükada'lı büyüklerimize verelim dedik.


Güzel haber, konserlerimiz devam edecek. Sırada bir solo resital, iki de şan resitali var. İlerde de bir dört el konserimiz olacak.

**
Sevmeye başlıyorum adayı. En çok da Ada sevdiği için. Sonra güzel piyanoma kavuştuğum ve geceyarılarına kadar -hatta neredeyse sabaha kadar- kaygısızca çalışabildiğim için. Biraz doğa kokladığım, biraz toprak koktuğum, hatta denizini sevme ihtimalim olduğu için...

Alışacağım, alışıyorum.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Balloommm

Balloomm oynuyor,

yağmur/kar/güneş seyrediyor,




Anneanne, dede fotoğraflarına bakıp özlem gideriyoruz...

12 Şubat 2009 Perşembe

11 Şubat 1919


Tarih. Çok uzak.

Tarih. Çok yakın.

"Haydi bakalım, 200'e" dedi mumları üflerken!
Duydum.
Şaka yapmıyor. Adım kadar eminim, inanarak söylüyor.

Bu kadın hepimizi yollayacak, bu yaşama sevinci ile 200 yaşına kadar yaşayacak! Benden söylemesi... Bir de gülücük işareti, buyrun :)

Bahsi geçen hanımefendi anneannem, Ada'nın büyük anneannesi, 90'lık genç kız...
Esprili, şık, bakımlı, enerjik, kıpır kıpır, alımlı. Nasıl oluyor bilmiyorum ama onun tarafında yıllar tersine gidiyor.

Şöyle diyeyim. Hatta açık ve net söyleyeyim: Ben kendimi onun anneannesi gibi hissediyorum!!

Kapı çalar, merdivenleri hoplaya zıplaya inip koştur koştur o açar. Sabahtan akşama kadar, o elbiseye ponpon, bu eteğe fırfır ekler; diker biçer. Bir günde aynanın karşısında 3-4 kılık değiştirir, sonra gelip mankenlik yapar, bize şenlik çıkar -haha bazen de bizim sabırlar taşar!

Televizyonda ekonomi haberi en ilgisini çeken haberlerdir. Ama bor madeni, çocuk eğitimi, kobiler hakkında filan kendine göre ilgi çekici haber duyduğunda, zırr bizi arar, hemen televizyonu açın, memleketimiz için iyi bir şeyler anlatıyorlar! Gezme lafı geçse, kapıda biter; misafiri geliyorsa pır pır telaştadır.

...İyi de kendisi 90 yaşındadır. Anlatabiliyor muyum?

Doğumgününüz kutlu olsun anneannem, nice 90 yaşlara!

35 seveni ile birlikte kutladık dün bu güzel yaşı...

7 Ocak 2009 Çarşamba

Müzik ve Coşku

Sevdiğin şeylerde aşırı coşkulusun bebeğim. Düşünüyorum da, saysam coşkuyla sevdiğin üç şeyi; aklıma gelenler hep aynı: Müzik, Yemek, Banyo.

Müzikten başlayayım önce: Mahvettin burda bizi mesela! Önce "otuğ, otuğ" diyerek büyük-küçük dinlemeden herkesi hizaya sokuyorsun. Minik parmağın, kararlı tavrınla, herkesi işaret ettiğin yerlere oturtuyorsun.

Sonra başlıyorsun benim yanıma gelip, eller havada, "ııh-ııh, nana naaa, adıı adaa". Anlamı belli: Hadi, hadi, şarkı söyleyelim, Adı Ada'yı söyleyelim (Music Together repertuarından nam-ı diğer Li'l'Liza Jane). Öyle ısrarcısın ki, bizi oturttuktan sonra, hadi eller havaya yapıyorsun, sonra yetmiyor ağzında gevelediğin anlaşılır melodi ile hadi alkış diyor, rap rap dört dönmeye başlıyorsun ortada. Şarkıya başladık, başladık. Yoksa başımıza gelecek var zaten: Kriz!

Her sefer istek parçan farklı oluyor, hatta bazen bir şarkıyı dört-beş kere üstüste söylemek istiyorsun; tıpkı bugünkü çuf çuf çuf çuf çuf çuuuf, train is coming cho chooo gibi. Doğru yerlerde doğru hareketler yaparak, doğru ritm tutarak, doğru mimikler yakalayarak şaşırtıyorsun bizi.

Bu büyük aile etkinliğimiz bazen CD eşlikli, çoğu zaman muhteşem (!) seslerimizin eşliğinde oluyor. Ama en güzel senin sesin bebeğim, 17 aylıksın ve şarkı söylüyorsun! Şarkısı, notası, ritmi önemli değil (bu da ayrıca yaptıklarına şaşmıyorum demek değil) ama coşuyorsun be kızım. Coşturuyorsun.

Bize mutluluk veriyorsun. Hayatımızdaki en güzel müziksin küçük kızım. Hadi bakalım, şimdi hangi şarkı?

29 Aralık 2008 Pazartesi

Mutlu Evler, Işıldayan Ağaçlar

Çam ağaçları mutlu evlerin simgesidir. Mutlu insanların, huzurlu yuvaların, mutlu ederek mutlu olan kalplerin simgesidir.

...diye düşünüyorum birkaç gündür. Buz gibi sokaklarda yürürken, ışıldayan evlere bakmak hoşuma gidiyor, baktıkça içim ısınıyor gibi geliyor.

O ağaçların kimler tarafından, ne çeşit küçük törenlerle süslendiklerini hayal etmeye çalışıyorum. Süslerin nasıl seçildiğini; renklere ya da çam ağacının diyelim evin hangi köşesine konmasına nasıl karar verildiğini tahmin etmeye çalışıyorum. Daha da ileri gidip gerçekten o evlerin, o evlerde yaşayanların hikayelerini merak ediyorum. İşin içinden çıkamayınca, onların hikayelerini kendim yazıyorum.

Kendi kendime bir çeşit oyun oynuyorum...

*
Resimler 3-5 gün önce Ceyda'nın pırpır kalple aile minikleri için düzenlediği yılbaşı partisinden. İkizler rahatsızlanınca, Ada'nın at koşturduğu partiden. Sevgiyle süslenmiş ağacın renklendirdiği, özenle hazırlanmış leziz ziyafetin tatlandırdığı günden.

Adakızım'ı çok mutlu ettin Ceyda. Her şey için tekrar teşekkürler.

28 Aralık 2008 Pazar

Burası Neresi?

:)