Algılarının bu kadar açık olduğu dönemde yeni şeyler de görmeli, yeni arkadaşlarla tanışmalı, farklı şeyler denemeli diye düşünüyordum. Kendimi işlerime gömüp de böyle fırsatlar yakalayamaz olunca da kendimi suçluyordum. Hala
Fethi Paşa Korusu'na gidemedik mesela. Gidip bir lunaparkta atlıkarıncalara da binemedik henüz.
Oyuncak Müzesi dibimizde. Beceremedik. Varsa yoksa sahil ve park. O da iyidir gerçi...
Ada'nın evde çok fazla oyuncağı yoktur.
Çıktım bunu aldım, kızım sürpriz bak ne getirdim gibi hikayeler yaşanmaz bizde. Çoğu zaman müzik başroldedir, el becerileri için akıllı oyuncakları vardır, bir kısmı evde yaratılmış, çoğu "keşfedilmiş". Konsantrasyon, hafıza ve söz dağarcığı için kartlar tabii ve dergiler, büyük dergileri aslında, genelde ev ve sanat dergileri. Sosyalleşmede
oyun gruplarımız var, şimdi de
müzik buluşmalarımız eklendi.
Oyun grupları bir süredir aksadı gerçi, suçlu: ben.
Sonra bir oyuncakla oynarken diğeri çıkmaz mesela,
Montessori usulü. Uzun uzun oynar oyuncağıyla, kolay sıkılmaz. Sonra hadi kızım topla derim, tek tek yerleştirir, geri koyar yerine her şeyi. Çoğu zaman yani. Bazen de bu kadar kolay olmaz. Yine de bir oyuncak toplandı mı diğeri çıkar.
Kuşlara bakarız, heyecanlanır. Hergün dışarı çıkmasak da, mutlaka uzun uzun balkonda otururuz yaz ya da kış. Gelen geçene, karşı apartmandaki teyzelere el sallar; geçen bebekleri, köpekleri, satıcıları yanımıza çağırırız "del, del!"
Gel'e döndü gerçi o, birkaç gündür.
Dün özgürlüğümün ilk günü sayılırdı. Bir liste Ada'yla yapacakları sıralamıştım. Oysa ne yaptım?
Zuzu Cafe'ye gittik. Çok heyecanlı bir başlangıç sayılmaz. Ama ne yapalım, soğuktu, başka şeyler yapmaya üşendik. Değişiklik dedik, kendimizi renkli minik mekana attık, ilk gidişimiz. Sevdik, ben çin böreğini sevdim. Ada sanırım oyuncakları.
Canım garibim, böyle bol oyuncağı bir arada görünce bir mahsun, bir şaşkın görünüyor ki gözüme. Hemen arkadaşları yadırgamadan, ortama girdi; ilk yöneldiği oyuncaklar: plastik meyve, sebzeler. Ve heyecan bittabi: "Mam-ma!" Anladı gerçek mama değil, kuzu kuzu başladı yine dizmeye. Bir yerden alıp, diğerine aktarmaya. İçim rahatlamış yerime geçecekken bir baktım, bir
abla "bak Ada" diye elinde sesli, ışıklı bir oyuncak, diğer
abla "bak Ada" diye elinde konuşan bir bebek, yanındaki arkadaş bip bip araba...
Dayanamadım uyardım: Siz bir oyuncak verin, o sıkılınca yenisini alır, ya da siz diğerini verirsiniz.
Tracy'nin günümüz çocuklarının nasıl aşırı uyarıldıklarına dair görüşleri geldi aklıma. Ha, fotoğraf mı? Elinde oyuncak telefon "Alooo" derken. Bilmiyorum böyle güzel alo diyen var mıdır? (Eminim vardır!)
Benim adım Yapıncak, senin adın ne? "A-daaa"
**
Ada'yı alıp bir restorana gidemiyoruz. Ne kadar tok olursa olsun, kıyamet kopartıyor, bizimki yetmiyor, etraftakilerin yemeğine saldırıyor, vahşi bir durum. Yediğimizden bir şey anlamıyoruz. Zuzu Cafe'yi sevdik, o arkadaşlarıyla oyun oynarken, ben tıkınabiliyorum kısaca, sütunlar ardında. Gizli gizli.
Heyecanlı bir şeyler yapacağız. Ama hava soğuk, ellerim donuyor...