...dedi yayınevi. Ve düğmeye basıldı.
İlgilenenlere: Haber geldi, bugün kitap matbaaya verilmiş.
24 Kasım 2008 Pazartesi
Bebek Bakımı Sorunlarına Mucize Çözümler
23 Kasım 2008 Pazar
Evrenin Sırrı
Bana göre beynimin az çalışan yarısına ait uzak ve görkemli konuların hakimi Erk. Fizik ve koluna taktığı felsefe. Ünlemsiz yazıyorum, ünlem yanında 'espri' gibi kalır çünkü: Erk, evrenin sırlarının peşinde.
Hayallerinin peşinden giden, beynini kullanmayı bilen, kabul edileni dürtmekten korkmayan, araştıran, eleştiren, cesaretle inandığını savunan, ilkeli bir bilim insanı Erk Durgun.
Erk bu gece beni düşündürdü...
Aklını bağımsızca kullanmayı bil küçük kızım, öğren, sorgula, hayaller kur, inan, üret. Beynini özgür bırak. Korkma.
...Tamam mı minik bebeğim?
20 Kasım 2008 Perşembe
A-loo...
Ada'nın evde çok fazla oyuncağı yoktur. Çıktım bunu aldım, kızım sürpriz bak ne getirdim gibi hikayeler yaşanmaz bizde. Çoğu zaman müzik başroldedir, el becerileri için akıllı oyuncakları vardır, bir kısmı evde yaratılmış, çoğu "keşfedilmiş". Konsantrasyon, hafıza ve söz dağarcığı için kartlar tabii ve dergiler, büyük dergileri aslında, genelde ev ve sanat dergileri. Sosyalleşmede oyun gruplarımız var, şimdi de müzik buluşmalarımız eklendi. Oyun grupları bir süredir aksadı gerçi, suçlu: ben.
Sonra bir oyuncakla oynarken diğeri çıkmaz mesela, Montessori usulü. Uzun uzun oynar oyuncağıyla, kolay sıkılmaz. Sonra hadi kızım topla derim, tek tek yerleştirir, geri koyar yerine her şeyi. Çoğu zaman yani. Bazen de bu kadar kolay olmaz. Yine de bir oyuncak toplandı mı diğeri çıkar.
Kuşlara bakarız, heyecanlanır. Hergün dışarı çıkmasak da, mutlaka uzun uzun balkonda otururuz yaz ya da kış. Gelen geçene, karşı apartmandaki teyzelere el sallar; geçen bebekleri, köpekleri, satıcıları yanımıza çağırırız "del, del!" Gel'e döndü gerçi o, birkaç gündür.

Dün özgürlüğümün ilk günü sayılırdı. Bir liste Ada'yla yapacakları sıralamıştım. Oysa ne yaptım? Zuzu Cafe'ye gittik. Çok heyecanlı bir başlangıç sayılmaz. Ama ne yapalım, soğuktu, başka şeyler yapmaya üşendik. Değişiklik dedik, kendimizi renkli minik mekana attık, ilk gidişimiz. Sevdik, ben çin böreğini sevdim. Ada sanırım oyuncakları.
Canım garibim, böyle bol oyuncağı bir arada görünce bir mahsun, bir şaşkın görünüyor ki gözüme. Hemen arkadaşları yadırgamadan, ortama girdi; ilk yöneldiği oyuncaklar: plastik meyve, sebzeler. Ve heyecan bittabi: "Mam-ma!" Anladı gerçek mama değil, kuzu kuzu başladı yine dizmeye. Bir yerden alıp, diğerine aktarmaya. İçim rahatlamış yerime geçecekken bir baktım, bir abla "bak Ada" diye elinde sesli, ışıklı bir oyuncak, diğer abla "bak Ada" diye elinde konuşan bir bebek, yanındaki arkadaş bip bip araba...
Dayanamadım uyardım: Siz bir oyuncak verin, o sıkılınca yenisini alır, ya da siz diğerini verirsiniz. Tracy'nin günümüz çocuklarının nasıl aşırı uyarıldıklarına dair görüşleri geldi aklıma. Ha, fotoğraf mı? Elinde oyuncak telefon "Alooo" derken. Bilmiyorum böyle güzel alo diyen var mıdır? (Eminim vardır!) Benim adım Yapıncak, senin adın ne? "A-daaa"
Ada'yı alıp bir restorana gidemiyoruz. Ne kadar tok olursa olsun, kıyamet kopartıyor, bizimki yetmiyor, etraftakilerin yemeğine saldırıyor, vahşi bir durum. Yediğimizden bir şey anlamıyoruz. Zuzu Cafe'yi sevdik, o arkadaşlarıyla oyun oynarken, ben tıkınabiliyorum kısaca, sütunlar ardında. Gizli gizli.
Heyecanlı bir şeyler yapacağız. Ama hava soğuk, ellerim donuyor...
18 Kasım 2008 Salı
Iska
Yazmak, paylaşmak, bazen aynı dili konuşmak, bazen yeni bir dil bulmak, bazen duygulara tercüman olmak, bazen yazanları okurken "aynı ben" diyebilmek. Üzüntüyü paylaşmak, boşalmak, rahatlamak; sevinci paylaşmak, büyümek, coşmak. Başka biri adına sevinmek, başka biri adına üzülmek. Bu kadar içten, bu kadar gerçek.
Bahsettiğim günlerde ruhumu okuyan, hayatla dalgasını geçen, pozitif enerjisiyle karanlıklarımı aydınlatan bir blog dostumun, zor günlerinde yanında olamadım. Ameliyat günümde hiç tanışmadığım, çok tanıştığım bu dostum, "elimi tutmuştu" bu satırlarla. Güç vermişti, hem de ne güç, bazısı çok dokunur ya, derinden dokunmuştu işte. Ama ben onun zor gününde "elini tutamadım".
Kedili Mutfaklar'ın Annoya'sı ameliyatını olmuş, olmuş da bitmiş de, çıkmış da...
İyiymiş.
Bazen kendi dertlerimiz içinde boğuluyoruz, bazen hayatı ıskalıyoruz, bazen dostlarımızı. Hiç bir blogu takibedemedim şu son günlerde, kim bilir neler oldu, neler geçti. Annoya'mın yanında değildim, ama iyileştiğine çok sevindim. Zaten öyle aslan gibi bir kadın ki, ben "elini tutmayayım", vız gelir ona!
Geçmiş olsun Oya'cığım!
17 Kasım 2008 Pazartesi
Çiçek Açtı Yaprak Apartmanı!
"Çiçek açtı Yaprak apartmanı!"
Music Together, tonla aksilik ve büyük maceralar sonunda mekanına yerleşti, hayatına başladı, güleryüzlü aileleriyle, birbirinden tatlı bebekleriyle, çocuklarıyla tanıştı. Heyecanımı, mutluluğumu anlatamam.
Deneme derslerinin ilk ikisinde Adakızım da vardı. Bir şaşkınlık, tarifsiz. O kendine özel, o en mutlu anı, "nana" anını annesi bir sürü bebekle, çocukla paylaşıyor. Dahası var mı? Nasıl iş bu şimdi?!
Baştaki şaşkınlık ve annesini paylaşma şoku, derslerin sonunda kendini üzüntüye bıraktı. Her giden bebekle yüzü asıldı, akranlarının peşinden gitmeye kalktı.
Programa başladık. Heyecan. Doğru. Hem de kalbi pırpır attıran cinsten. Ama başka bir güzellik daha vardı, bir sürü blog ve internet arkadaşımla tanıştım bu derslerde. İlginçti, belki komik. O kadar yakınsın, hikayelerini biliyorsun, ama derse 5 dakika kala, ya da dahası dersin tam da içinde tanışmışsın, konuşamıyorsun, şarkı söylüyorsun gözlerinin içine bakarak, gülümseyerek. Müzikle tanışmak harikaydı, direk pozitif enerji; ama ettiğimiz -ya da edemediğimiz!- iki laf sohbetin tadı damağımda kaldı. Daha çok buluşmak, görüşmek gerek. Çocukları tanıştırmak...
Bir de haftasonu dersleri kalabalık olacak diye Ada'yı babayla adaya yolladığım için üzüldüm. Oysaki gelmeyenler oldu, haber veren ise sadece iki kişi idi. Of, yazacak çok şey var, ama ben ancak yazmaya ısınıyorum.
Hafifledim, özlediğim şeylere kavuştum artık. Daha çok piyano çalmak, daha çok yazı yazmak -tercüme yazısı değil ama!!!, yürümek amaçsız, hoplamak, şarkı söylemek miniğimle daha da çok...
Geldi o günler, şaştım kaldım.
12 Kasım 2008 Çarşamba
Kucak ya da Bir Şekil
Kuzum büyüyor, sayfası boş...
Hayatı bunca dolu dolu yaşarken -bir şekil- olmuyor.
Ayıp oluyor.
Zaman bize çelmeyi takmış, sendele dur. Ha düştüm ha düşeceğim. Yine de arkasında kalmadık zamanın bebeğim. Yetiştik, tuttuk ucundan -yine bir şekil- öyle değil mi?
Şu dört aya bakıyorum da... üstüste heyecanlar, sana da bana da yeter. Daha kaç yıl hem de.
Durulma vakti geldi mi?
Gelmiştir, doğru.
Durabilir miyiz?
Emin değilim aslında. Son sürat dönüyor hayat. Durdurmayı unuttum. Sanki o hayretle bakakaldığın "vuu, vuu" yaptığın çamaşır makinesinin içindeyim. Sıkma modunda. Dön dur. Sıktıkça sıkıyor hayat, canım suyum çıktıkça çıkıyor. Ama işte... bir bakıyorsun daha temiz, daha mis, daha serin, daha renkli, daha bir güzel çıkmışsın ortaya.
Bilmem ki...
Hayat bizi paraladıktan sonra, şöyle çıksak mis gibi gün yüzüne. Makinedeki çamaşırlar misali, serilsek mesela, kollar, bacaklar tüm ağırlığınca yer çekimine teslim. Koşmuyorken mesela. Öööööyle kalsak, uzun uzun. Serinimizi atsak gün ışığında, güneş parlağında. Mayışsak, uyusak mesela. Ama uzun.
Yorulduk be bebeğim, ondan bunca laf. Ama tazelendik de aynı anda. Uzun lafın kısasını arayınca.
Bizi geçtim, bene geleyim. Söz verdiğim gibi döndüm yanına. İki gündür de aldım seni kucağıma. Bir daha, bir daha söyleyeyim:
Sonra... başka şeyler de geçti, sözler tutuldu, "iş"ler bitti (yine -bir şekil)
Sonra... başka şeyler de başladı, yeni sayfalar yeni heyecanlar...
Diyorum ya güzel günler geliyor. Hoplaya zıplaya, şarkılar söyleye söyleye "durulmak" istiyorum.
Of canım kızım, bak görüyor musun? Özledim seni yine, ne mışıl uyuyorsundur şimdi... Bana da uyku vakti. Bir büyük gün daha kapıda. Ama... hoplaya, zıplaya.
Karman çorman bir yazı, anla ruh halimi. Bir hoplamak, bir uyumak isteyen bir anne.
Az kaldı bebeğim söz, bulacağım kendimi.
5 Kasım 2008 Çarşamba
Dilek
Ah ne istiyorum en çok?
Bir restoda yeni tadlarla tanışmayıvereyim bir süre, olsun. Çok istediğim iki filmi sinemada değil, DVD'de seyredivereyim, ay sonra, dokunmaz. Kızım kalbimde, canımda, ondan eksiğim yok, pişmanlık da yok. Hem yerime, dağ taş gezmiyor mu babaymış, parkmış, adaymış...
İstediğim başka, ben biliyorum... ah ne zor.
Uyumak istiyorum şöyle. Uyumak evet. U Y K U.
Derin. Çıt sesinden uyanmamacasına. Bir üşüyüp, bir terlemeden, bir güzel-bir kötü rüya görmeden, hatta mümkünse hiç rüya görmeden uyumak istiyorum.
Yattığım anda, kaslarimin her düğümünü gevşetebilmek mesela. Sonrasında gözümü kapatabilmek, akabinde uyumak, uyku, ama gerçekten...
Mesela? Olur a?
Uzun zaman oldu 4 saatten fazla uyumayalı.
Yo, Ada değil sebep, o hep aynı, uzun ve mışıl.
Uyumak istiyorum işte, unuttuğum şeyi hatırlamak, gözümü kapatıp, bin dönmeden dalabilmek rüyaya. Yo, rüyayı geçtim, istemem. Dinlenmek istiyorum. Hiç... Karanlık... Beynimde düşünceler dönmezcesine.
Music Together Açılıyooooor
.........
Uzuuuun bir yolculuğun sonuna geldik. Harika bir başlangıç için enerjimiz, müzik sevgimiz, mutluluğumuz bulutlarda uçuyor. Değil mi Adakızım? Yeter artık evde başbaşa hoplayıp, zıplamak. Arkadaşların geliyor bekle.
Hadi anneler, hadi çocuklar, birlikte müzik yapmaya!
Artık websitemizdeyiz:
www.salonsanat.com
Ücretsiz deneme derslerimiz 12 Kasım Çarşamba günü başlıyor. Websitesinde "Register" linkini tıklayarak, kaydınızı yaptırabilirsiniz.
Ve ayrıca...