21 Ekim 2008 Salı

İki Arada Bir Derede Yazı

Fılfır fıldır dönüyor. Çok söylenmişti, biliyordum her şeyin daha zor olacağını. Ama zorluktan çok sonsuz bir baş dönmesi gibi. Benim adıma yani. Gerçi hem dönüyorum, hem hoşuma gidiyor. O koşuyor ordan oraya, ben onun tepesinde, takipte. Oraya gidiyor, buraya geliyor. Hedef? Yok. Her yere gidiyor, her yere geliyor. Kaçırdığı günlerin acısını çıkarıyor adeta.

Önceden de böyleydi gerçi, tek fark elele olmayışımız. Buna üzüldüm desem çok mu egoist çıkar sesim? Elimi bırakması, bağımsızlığını ilanı... Zaten sarılıp mıncıklamak hep zordu. Bilmiyorum...

Aslında tepesinde dolaşmak yerine, onu uzaktan izlemek isterdim. Komik bir şekilde yürüyor. Belki bütün çocuklar gibi. Mesela elleri havada, ama gerçekten havada. Uzanabileceği en yüksek yere uzanıyormuş gibi yapıp, sonra da hızlı hızlı yürüyor, eller havada sallanıyor, imdaaat diye kaçarmış gibi! Kolları yanda açık olsa denge olur, ama böyle? Yine de temkinli, iki sallandığında duruyor, düşünüyor, ayaklarını yere sağlam basıyor, öyle devam ediyor.

Karakterleri şekil alıyor, kendini ele vermeye başlıyor. Daha neler göreceğiz kim bilir? Merak ediyorum. Her şey
heyecanlı geliyor bugünlerde.

İlk düşüşünü ilk gün yaşadı. Dişler dudağı yardı, içine kanlar aktı. Korktum çok, panik olmadım hiç (yani...). Kendimi takdir ettim! Onun için korkmadan, sonraki adımlarını tekrar atabildi diye düşünüyorum. Dudakları şişti lokum gibi oldu iki gün. Bugün yine eski Ada miniğim. Biraz daha şişman sanki hergünkünden. Kim diyordu yürüyünce gidecek bu kilolar diye?

Yazmak istiyorum. Çok.
Vakit istiyorum. Yok.

Bir bulsak şu Kasım ayını...

Bu arada Tracy yedi bitti, sekizdeyim, son 3 bölüm.

17 Ekim 2008 Cuma

Ada Yürüyoooooooor!!!



İlk adımlarını aylar önce atmıştı. Sonraki adımlarını hep elele birlikte attık, aylarca. Yorulduk. Şimdi galiba daha çok yorulacağız!

Canım kızım, 15 aylık olmana 9 gün kala bağımsızlığını ilan ettin. Geç oldu, güç olmadı. Hayatında attığın tüm adımlar mutlu, tüm adımlar sağlıklı olsun. Seni çok seviyorum pıtır mintoşum!

Nana, Nr.2


Bu kapıyı yumruklama faslı çok olmaya başladı. Aslında yumruklamıyor garibim, mırıltılar çıkararak kaşıyor sadece. Ama cevap gelmezse vay halimize.

Ada'yı derslere almıyorum. İki nedenle, birincisi -tabii ki- profesyonel bir durum olmayacağından. İkincisi ise, küçük öğrenciler Ada'yı, Ada o minik abla ve abileri görünce başka bir dünyaya geçiş yapabiliyorlar. Aniden. Tek kişiye zor piyanoyu, dört elle çalmaya çalışıyorlar. Sahne görülmeye, coşku hissedilmeye değer ama geçelim...

Zengin olursam en büyük hayalim kendi ellerimle bir paparazi tutmak, Adakızım'ın ve onun yanında bizlerin kaçak fotolarını çeksin diye. Kaydedemediğim her ana ağlamak istiyorum çünkü...

Dün de öyle oldu, akşamüstü bir minik derste, pımlatıyoruz, tınlatıyoruz, siyah tuşların üstünde kedi yürüyüşü yapıyoruz yandan yandan, notadaki resimlerden hikaye yaratmaya çalışıyoruz çaldığımız melodiye. İlgi üst sınırda, keyfimiz yerinde. Birden o kaşıntı kapıda. Mmmh, mmh sesi eşliğinde. Ah diyorum kapıyı açıp yanaklara yapışsam, sonra kapatsam. Olmaz. Kaşıntı sertleşiyor. Diyorum nerde bu Sultan abla?

Piyanodaki minik heyecanlanıyor, istiyor ki Ada gelsin, bir kedi de o olsun tuşlarda. Kaş kaldırıyorum tatlı-sert. Olmaz.

Yahu kaşıntı büyüyor, pat pat şaplak oluyor, abla nerde kalıyor, abla geliyor, kaşıntı çığlık oluyor, çığlığa sesler karışıyor, "nana", naa-naaa" ...!

Stüdyoyu evin dışına kaydırma vakti mi, yoksa park saatini ders saatine çekme vakti mi geldi acaba? Bu "nana" tutkusu fazla olmaya başladı!

15 Ekim 2008 Çarşamba

Yağmur Bebek Doğdu

Ada'ya yeni bir kardeş, yeni bir arkadaş geldi. Nihan anne oldu. Ömer de dayı!

Çok güzel bir ömür geçir güzel Yağmur...

14 Ekim 2008 Salı

"İşsş"

Kendime mi acıyayım? Miniğe mi?

Salondaki küçük sekretere sığdırıyorum koca kitapla laptopumu. Ada'nın oyun havuzu da burda, çok fazla uzak kalmamış oluyorum ondan böylelikle. Sırtımı salona, zihnimi tercümeye vererek çalışıyorum iki ara, bir dere. Ada bunların bazılarında uyuyor; rahatım, daha hızlı koşuyorum. Bazılarında ise uyanık ve pıtırdıyor etrafımda. Benimse vicdan azabım tıkırdıyor ellerimde.

Anlatıyorum. Geçirdiğim koca ameliyatı tam da bir yaşında anlayan, ne yapıp ne yapmaması gerektiğini, annesinin neler hissettiğini gerçekten (altı çizili) anlayan bebeğin, onbeş aylık olduğunda bu durumu da anlayacağını düşünüyorum.

Diyorum ki "Bu 'iş' Ada'cığım, anne biraz iş yapsın, sonra hemen gelecek Ada'yla oynayacak, hem de neler neler oynayacak" (Ablası da duyuyorum arada Ada'ya 'orası annenin işyeri' diyor, çalışma odamız da babanın işyeri bu arada!) Minik de bakıyorum -her zaman olmasa da- sarılıp koklaştıktan sonra, kendi oyun alanına gidiyor, oyun havuzuna. Ablasıyla bakışıyoruz, "vay be" der gibi. Amaaa...3 dakika sürüyor, sonra pıtır tekrar geliyor. Reddetmek mümkün değil -olabilir mi? Çalışmamak...? O da mümkün değil.

Ama diyeceğim de, o değil.

Artık Ada ben çalışmazken de benim çalışma masasını gösterip "işşş" diyor. Aslında çoğu zaman ben çalışırken. Duyuyorum, anlıyorum arkamdan eliyle ablaya gösteriyor: "İŞSŞSS" ve... Yanıma gelmiyor!!

Şimdi ben sevineyim mi bu "iş" meselesini anladığına, üzüleyim mi? Kafam karıştı.

13 Ekim 2008 Pazartesi

Na Na

Belli oldu. Ada müziğe "nana" diyor.

Üç kişilik bir ekibiz. Zaman kıtkını şarkıcı anne, kızılderili edalı absolute kulak Türkmen abla ve titrek göbekli müzik canavarı prenses Ada.

Heyecan büyük, Music Together'a bir ay kalmış. Parçaları öğrenmek, gerekenleri Türkçeleştirmek, her birinin müzikal anlamda eğitici ögelerini ele alıp farklı alıştırma oyunları hazırlamak, her birine ne enstürman uyar ve ne tip aktivitelerle desteklenebilir karar vermek gerek. (Of, nefesim yetmedi) İş çok.

Ama eğlence de çok!

Tek tek anlatmayayım, sürer de sürer. Hem o laf vardır ya "anlatılmaz, yaşanır". Onun için susmak gerek. Amaaa...

Bunu anlatmadan geçemem: Ada artık tüm şarkıları biliyor!
Hmm bir yaşında çocuk, nerden bilecek deyip kaşınızı gözünüzü kaldırmayın. Biliyor, çünkü şarkı isteğinde bulunuyor!

Meselaa...Nedense tuvalette otururken,
open-and-shut-it'i istiyor. Hareket şu "nana" deyip, koca gözlerini açıp, pembecik dudaklarını bir yuvarlayıp, bir büzerek, kafasını konuşuyor gibi dilini anlatıyor gibi yaparak, sessizce şarkısını söylüyor! Çünkü...evet open-and-shut-it şarkısının ilk mısrası ikinci tekrarda, "sessiz" söyleniyor. Ada da bu işi çok seviyor! Sonra ille anne de yapsın. Yapıyoruz. O arada çişler kakalar da yapılıyor tabii. Çişler arada hala alta da yapılıyor ama olsun.

Sonra... Sonra bir bakıyorum eller kafasının tepesine pıt pıt yapıyor. Ritmik. Ablayla birbirimize bakıyoruz, ding-a-ding! Başlıyoruz söylemeye, abla benden şarkıcı, inanamıyorum, ekip iyi diyorum. Bunu da nedense genelde yemekte yapıyor, elindeki yemek parçalarının böylelikle daha rahat kafasına bulaşabileceğini düşündüğünden sanırım!

Şimdi ise "oooo, Aaa-daaa, Ada'ymış adıııı" şarkısındaki -ki bu aslen güzel bir kızılderili şarkısı, türkçesinde biz isim şarkısı yaptık- ooo'lardaki çılgın el hareketlerini öğrenmiş durumda. İki kulağının yanından
wiggle wiggle yapıyor; deli deli hareketi! Ada bunları yaptığı anda ablayla ben başlıyoruz kurulu saat gibi, şarkıya ve dansa: Oooo, Aaa-daaa, Ada'ymış adııı... Ada mest.

Amaaa... bir de kriz anı geliyor ki; sormayın. Mutfağa mama diye can hıraş tırmanışına benzedi. Nana'sı geldiğinde de müzik setine atlıyor, dolabı yumruklamaya başlıyor, nana nana diye. O zaman işte açıyoruz CD'yi başlıyoruz hep birlikte nana yapıp, danslar etmeye.

Bebeğim uyuyor, uyansa da iki nana yapsak.

12 Ekim 2008 Pazar

Oyun Oyuna


Google Reader'larında listeli olduklarımdan kaçamasam da (anladı onlar ne dediğimi!), sürmenajımsı halim malum... Bir maratondur gidiyor, her şey bu yüzden. Cuma günü Hamileler Grubu'muzun anne-bebek toplantısına, Cumartesi günü Oyun Grubu toplantısına gidemedik. Oysa ki bunlar aslında Ada'nın aktiviteleriydi, yuh bana. Ama beceremedim işte miniğim.

Annen bitap. İşler var. İşler çok...

Yine de nefesimi senden alıyorum, biliyor musun? Senden aldığım güçle devam ediyorum bu kalabalık işlere.

Hem 10 kilometre yürüyoruz ama günde, itiraf et. Hiç bir elini uzatışına "hayır" dediğim oldu mu? Hiç "nana" deyip, iki kıvır hareket parçalamaya başladığında, CD'yi koyup, enstürmanları alıp müzik yapmamışlığımız var mı? Dünyanın en güzel sevinç çığlığını attığında, kaptığım gibi (şartlar dahilinde!) büyük yatağa atmıyor muyum seni? Can cana, koyun koyuna, oyun oyuna yapmıyor muyuz birlikte?

Bugün becerdik neyse ki. Minik Berk'in kocaman birinci yaşını kutladık. Evrim her şey için teşekkürler! Harika bir gündü. Ama özgür ruhlu kızım farkında mı bilmiyorum. En son özgür ruhlu baba ile gördüm. Yürüyorlardı, denize doğru. Ne oyun kaldı, ne bebek arkadaşlıkları... İyi vakit geçirmişler ama. Öyle duydum. Yetti. Sosyalleşmek de anneye kaldı. İyi oldu, bir Pazar da böyle geçti.

Tracy Altıncı Bölüm de bitti! Yedinci Bölüm hoşgeldi: "We're still not Getting Enough Sleep" Bu Tracy de amma uyku yazmış.

9 Ekim 2008 Perşembe

Bir Küçücük Kesecik

Birkaç yıl önce gittiğimiz anlamsız bir yılbaşı mekanından kalan hatıranın, işe yarayacağını tahmin mi ederdim. Henüz çoluk yok, çocuk yok, plan yok. Mekan anlamsız, hayat anlamsız.

...mışşş.

Sonra hayatın anlamı gelmiş. Birdenbire. Adakız iki insanın hayatına güneş gibi doğuvermiş.


**
Veee eski bir yılbaşından kalma bir kırmızı kadife kesecik Adakız'ın eline düşmüş. Anne tabii boş keseyi "evde ne varsa"larla doldurmuşmuş. Şööyle bir açıp bakmış, içinden biiiir biiiir mini mini şeyleri çıkarmış. Neler mi varmış? Ruj kutusu, minik parfüm şişesi, küçük dikiş çantası, renkli bir fular, kelebek toka, boncuk bilezik... Hmm.

Bunlar annenin her gereksiz şeyin becerebildiğince yok edildiği evde bulduğu son işe yaramazlar.

...mışşş.

Oysa kii, a aaaa...

Adakız'ın elinde bunlara bir şeyler olmuş!

Ruj kutusu, içindeki minik aynada en güzel gülücüğü saklar olmuş. Japonik tatlı, mavi dikiş çantacığı Ada'nın gizli bahçesi, merak nesnesi olmuş. Elinden bırakmamış.

Mini şişedeki parfüm, kokusunu pembe yanaklı miniğe vermiş, Adakız misler gibi kokmuş. Boncuk bileziğin her boncuğuna yeni bir renk yerleşmiş, her renk parlamış, kocaman gözleri kamaştırmış. Sever ya Adakız, o da takmış takıştırmış.


Tokanın kelebeği canlanmış, minik ve tombul bir parmağa konmuş, fulardaki yedi renk yedi güzelliğe dönüşmüş, küçükhanımın odasına dolmuş; yüzüne ce-ee yaptığında Adakız'ın tüm dilekleri gerçek olmuş.

**
Off bilmiyorum Ada'yla yaşadığımız bugünler o kadar sihirli görünüyor ki gözüme. Bu nasıl hayalgücü, bu ne merak, bu ne heyecan, ne coşku. Sonra da düşünüyorum: Nasıl kaybediyoruz yıllar içinde bu güzel duyguları, bu saflığı? Niye onlar gibi -ama gerçekten onlar gibi- mutluluk çığlıkları atamıyoruz? Nasıl köreliyoruz? Nasıl büyüyoruz?

Geliyor şap şap. Yaşasın yine oyun oynayacağız galiba!! Nerde o küçücük çantacık Ada'cım?

7 Ekim 2008 Salı

Pıtır Pıtır Mıncık Mıncık

Kuş heyecanlı. Kuş canlı kanlı. Evde ve parkta şu birkaç haftadır kaç kilometre yürümüşüzdür Allah bilir. Bir gayret, tutuyor kolumdan yürüyor da yürüyor. Bir de tutmadan yürüse... Bekliyoruz, bir gün elbet.

**

Ben çalışıyorum, bilgisayar başı. Sıkıcı. Arkamdan pıtır pıtır bir şey geliyor. Yerden yerden. Aksak ritm. Yengeç kılığında bir pıtır. Bir ayağıyla yürürken, diğeriyle emekliyor. İşte o sesi duyuyorum önce. Kafamı kaldırmıyorum, aklımı kaçırmış olmalıyım iki kelime daha çeviririm diye kaldırmıyorum hem de. Utanmadan.

Ama yo, o benim oyunum. İki kelimenin peşindeyim diye kendimi kandırıp pıtırı dinliyorum. Avuçlar parkede şap şap yapıyor, ayaklar dizler pıtıra devam ediyor. Hedef "anne". Ses yaklaşıyor. Bakmıyorum. Oyun ya. Sonra bir mücadele, nefes nefese. Belli ki koca popoyu kaldırmaya çalışıyor. Kolay mı? Değil. Sandalyeye tırmanıyor arkamdan arkamdan, hala bakmıyorum.

Amaaa,

O ses gelince, o şakıma sesi, o mutluluk sesi... Cıvıltı... Nedir ki onun adı? Ne iki kelimesi kalıyor çevrilecek, ne sözü kalıyor tutulacak; böyle bir mintoş varken evde, çalışmak mümkün mü?


Kelimelerden sıyrılıp, cıvıltılara süzülüyorum. Kelimeler, çeviriler uçup gidiyor. Uzaklara. Evrilip çevrilen bir mintoş kalıyor. Bir de mutlu ben.

Mıncık mıncık mıncık. İçim dışım can kızım, Ada'cım. Çalışamıyorum be gülüm senin yüzünden...

6 Ekim 2008 Pazartesi

Bir Bayram Böyle Geçti

Blog blog olalı böyle tatil görmemişti. Yazacak çok şey vardı, ama vakit?

Huyumuzdur, bu bayram da şehrimizin nöbetini tuttuk. Huyumuzdur, bundan şikayetçi olmadık. Hep beraberdik, mutluyduk; bayram bitti, yorgun düştük, yığıldık.


Güzel geçti aslında. Kalbimden geçen, miniğime cicilerini giydirip, kapı kapı sevenlerinin gününü aydınlatmaktı. Güzel insanlardan bayram coşkusu almak. Bayram havası koklamak hep birlikte.

Kıyamadık miniğime.


İlk gün İstinye'den başlayıp, Bakırköy'de bitecek sahil ve sahilüstü çizgide yaptığımız tam altı ziyarete taşıyamadık miniğimi. Ama ikinci gün kendi kıtamızdaki teyzelerimize hep birlikte gidebildik. Ne iyi oldu! Ada'nın saçtığı gençlik ışığı nasıl da parlatıyor gözlerini. Evlerine, odalarına tazelik geliyor. Öyle diyorlar... Ada da yaşlıları çok seviyor, başka bir huzur geliyor pırpır kalbine, onlarla şakalaşıyor, ciddi suratı hafiften gevşeyiveriyor. Bu ziyaretleri çok seviyorum.

Üçüncü gün aile saaddeti yaptık. Parkta. Aman ne güzeldi! Ceyda'nın fotoğraflarıyla güzel anlar kayda da geçmiş oldu. Bir gece önce de Ceyda karnımıza bayram ettirmişti. Karideslisinden! Mmm.

Sonrasında bol bol misafir ağırladık. Güldük oynadık. Küçükken pek bir kaçtığım bayram ritüellerinden Ada'nın zevk almasını, bu ritüellere kızımın değer vermesini istiyorum. Bu sene pek farkında olmadı haliyle. Gelecek bayramları merak ediyorum.

Geç oldu biliyorum ama kutlu mutlu olsun herkese.

Bunca şey arasında nasıl oldu bilmiyorum, Tracy'de Beşinci Bölüm de bitti! Galiba boş olduğum her an -ama gerçekten her an!- masa başındaydım. Hafif isyan konusu olmaya başladı evde, ama yapacak bir şey yok, çalışmaya devam...