11 Kasım 2009 Çarşamba

24 Saatte Kişisel Gelişim

24 saat diye bir kural var. Ve evet, bu kural işe yarıyor.

Bir şey sizi öfkelendiriyor diyelim. Hatta öyle öfkelendiriyor ki, en hayvani güdüleriniz harekete geçmek üzere, kükremek istiyorsunuz avaz avaz mesela. Ya da yazmak istiyorsunuz dört nala, içinizi dökmek, yazınızla haykırmak. Kural geliyor aklınıza, 24 saat kuralı. O an tüm mantıksızlığıyla geliyor tabii. Ama yine o an, başka zamanlarda kuralın size gayet mantıklı göründüğünü hatırlıyorsunuz. Yine de renginiz kırmızı, sözcükler parmak ucunuzda. Acı, acı, dizi dizi. Dur diyorsunuz. Dur. Ben bir de 'Dur diyorum, kalp krizi filan geçirirsin, minicik kızına yazık, yapma, sakinleş'.

Nefesss....

Yutuyorsunuz kükreyişleri. Gece kabuslar görüyorsunuz evet, içinizden bin kez söylüyorsunuz söylenmesi gerekenleri. Bağırarak, ağlayarak, rüya ya. Ama sessiz ve gözyaşsız, bu da sizin kuralınız. Sadece dönmekten yoruluyor vücudunuz bir o tarafa, bir bu tarafa. Düşünmekten düğümleniyor beyninizin kıvrımları. Burnunuzdan soluyorsunuz isyanı. Kalbiniz yumrukluyor kırgınlığınızı, hızlı hızlı, pıt pıt pıt pıt. Sabahın rutin 'aynaya gülümseme' faslında tamamen maske suratla kendinize bakıyorsunuz. Maskeniz bile gülümsemiyor aynadaki suretine, o da dürüst çünkü. Hala mutsuzsunuz... 

Ama işte geçtikçe saatler -nasıl oluyorsa- o hayvani dürtülerin renginin silikleşmeye başladığını hissediyorsunuz. Biraz daha ilerledikçe dakikalar, olanlar şekil değiştirip bu sefer -nasıl oluyorsa- gülünçleşmeye başlıyor beyninizde. Dönüşüyor. Saçmalaşıyor. 'Neydi bu şimdi?'leşiyor. Ve en sonunda 'dam üstünde saksağan' moduna giriyor duyduklarınız -ya da okuduklarınız. Ağzınızın sağ köşesinde, yukarıya doğru küçük bir kıvrım şeklini alıyor o yuttuğunuz kükreyiş. Yandan yandan bir gülümseyiş ilişiyor dudaklarınıza. Kafa sallayışınıza iki 'cık, cık' eşlik ediyor bir sağa, bir sola. Manasızlaşıyor bir şeyler işte.

24 saat geçiyor... 

Yazıyorsunuz yine... Bir şeyler, garip şeyler belki ama girmiyorsunuz işte kavgaya, kendinizi savunmanız abes görünüyor manasını yitirmiş olan-bitenler karşısında. Kitap okumak istiyor canınız. Miniğiniz odasında mışıl mışıl uyuyor, yarın yine şarkı söyleyerek uyanacak biliyorsunuz, şükrediyorsunuz varlığına, şükrediyorsunuz huzurla geçirdiğiniz neredeyse iki buçuk yıla...

6 Kasım 2009 Cuma

Yerelması

Bu durum ilginç.

Ben: Etsever, sossever, tuzlusever, tatlısever, çiko ve bilumumlarına aşık, bol tatlı, az sağlıklı bir yeme alışkanlığına sahiptim. Yıl: Evlilik öncesi.

Ben: Salata tutkunu oldum. Yanında salata olmazsa yediğim yemeğe yemek demedim, yemek yemedim. Yıl: Hamilelik dönemi.

Ben: Az et yer, tatsız-tuzsuzu sever, sebzeci ve meyveci bir tip oldum, bir şekilde mutlu da oldum. Yıl: Ada sonrası.

Diyorum, demiştim; çocuklarımızın önündeki en büyük model biziz, bunun için iyiyi/doğruyu seçmemiz gerekiyor hayatımızda. Bu da bize verilen bir şans aslında. "Daha iyi, daha doğru" olma şansı. Teşekkürler çocuklarımıza!

Döneyim konuya: Yerelması.

Ada'ya örnek olacağım ya. Hayatta yemediğim biber dolması artığı biberleri yedim karşısında, yüzümü buruşturmamak için en büyük tiyatroyu oynayarak. Daha yeni katı gıdaya geçtiğimizde en kereviz kokulu seçkileri sundum önüne, adını söylerken fıstıklı çikolata coşkusuyla söyledim. Beğensin diye, o da kereviz tutkunu olsun diye. Tüm yan gözle baktığım sebzelerin adını yan çizmeden, oyunsuz, paldır küldür söyledim; onun için her şey yeni ve her şey güzel diye. Önyargısızlığını kullandım, bilerek ve isteyerek.

Yemek yapılırken peşimde kuyruk olmuş, aç kedi usülü etrafımda dolaşırken, karnıbahar haşlayacaksam çiğ verdim. Sonrasında iş rayından çıktı, salata yapılırken, her çeşit kurusu, tazesi, soğanlara saldırdı, sap sap maydanozlar yedi. Burnumu gözümü cayır cayır yakan her çeşit soğanı, bir demet nergis verirmiş gibi verdim eline.

Sonrasında iş kontrolden çıktı. Şimdilerde katır kutur sarmısak yiyor, afiyetle! Sultan'ın içi kalkıyor, bebek ama o, kokmasın diyor. Kınıyor beni hatta. Koksun diyorum. Ohhhh, missss. Doğal antibiyotikten daha güzel ne kokabilir şu günlerde?

Geneli bu konunun. Biraz detayı ise. Ada'nın 7, 10:30, 12, 3 ve artık 7'ye konuşlanmış yemek saatlerine bir yenisi daha eklendi uzunca süredir. Resmi olarak yani! Saat 5 buçuk: Çiğ sebze saati. Lahana, soğangiller, her çeşit biber -en bayıldığı galiba biberler, karnıbahar ve kerevizin yanına yerelması katıldı bu sefer. Aklıma gelmezdi, getirdi. Karşılıklı çiğ yerelması yedik ana-kız. Mutlu-mesut.


"Turpa benziyor, dii mi anne?" dedi bir de.

Dedi evet!


*Burada parantez, sebzelerimiz bir süredir Pınar'dan, bir turp yedik ki geçen hafta, böylesini görmemiştim; bilmezdim, lokum! Ağzım sulanıyor şu an.*

Biraz da bilgi: Netten öğrendiğim kadarıyla çiğ yerelması hazma iyi gelirmiş, vücudun direncini arttırır, şeker hastalarına iyi gelirmiş. Böbreklerin, pankreasın iyi çalışmasını sağlarmış. Çok az kalori içerir, kabızlığa iyi gelirmiş. Ve ve ve en önemlisi -emziren annelere bu haber: Süt yaparmış yerelması! Bir de afrodizyak etkisi varmış. Zeytinyağlısını yapardık da, bilmediğim bir şey varmış, pişirirken kabuklarını soymaya gerek yokmuş...

Bir varmış, bir yokmuş, bu yazı da burda bitmiş.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Start!

Üüüç...

İkiiiii...


Biiiiiiir....


SIFIIIIIIIIR!

30 Ekim 2009 Cuma

Ne Biçim İş Bu?

Saatim çaldı bip bip bip
Yüzümüü yıkadım şap şap şap
Dişimii fırçaladım faş fuş fuş
Kahvaltı yaptım
Ham-Hum-Huuuum
Lalalla lal lal la!

Yukarıdaki resim eski zamandan. Günün anlam ve önemine uygun bulup yükledim gitti. Altındaki şarkı sözleri ise ana-kız pek sevdiğimiz Banu Kanıbelli CD'sinden -ki bu CD sevgili Pınar'ın hediyesidir ve bir kez daha teşekkür etmek gerekir.

(Diğer teşekkür de burdan Pratikanne'ye. Bir süredir yapacaklar listemde duran bir konuyu ele aldığı, "Çocukları Sakinleştirmek için Müzik" başlıklı yazısının sonunda çok güzel bir CD öneri listesi çıkardığı için)

*

Evde, bitmeyen "su oyunları." Pozitif düşünüp bu olaydan mutlu olmalı. Dışarda, kem küm "El sıkışmasak? Öpmüyorum aman ne olur ne olmaz" kıvranmaları. Okulda, teknik bilgi konferansları. Kafa karışıklığına girmiyorum bile.

Bugünlerde önüm, arkam, sağım, solum;
... Korku.

Ne biçim iş bu?

29 Ekim 2009 Perşembe

Bugün 29 Ekim


Cumhuriyet Bayramı'mız Kutlu Olsun.

27 Ekim 2009 Salı

Oyun Grubu - Aktivite Önerileri

Aktivitelere devam:

Bu da eski tarihli (bir aydan çok olmuştur) bir aktivite. Resimleri ancak telefonumdan aktarabildim.

Hande ve oğlu Mehmet'lere davetliydik. Alya, Mehmet ve Ada, Hande'nin hazırladığı aktivitelere büyük heyecanla katıldılar. En sonunda da kendi kendilerine bir oyun kurdular.


İşte ayrıntılar:

1) Vücudumuzu öğrenelim, kıyafetleri giydirelim: Çocukların boyuna göre büyütülmüş ve duvara monte edilmiş bir erkek çocuk resminde gereken alanlara (ayak, bacak, üst gövde, baş) raf gibi çıkıntılar eklenmiş. Amaç kıyafet resimlerinin olduğu kartlardan (Kartlar Ya-Pa kartları imiş) sırayla seçerek, bunları resimdeki doğru alanlara -raflara- yerleştirmek. Bu esnada kartlarda resimleri olan kıyafetlerin adlarını/renklerini/ne zaman ve nerede giyildiğini bulmaya çalışmak.

Bana göre eğitici, çocuklara göre eğlenceli bir aktivite idi.



2) "Çuvaldaki Kedi" oyunu: Her birinin üzerinde birbirinden farklı renkte ve biçimde üç nesnenin resmi olan dokuz adet kare kart, bir masanın üzerine yerleştirilir. Çocuklar bez bir keseye doldurulmuş şekillerden -bakmadan- birer tane çekip, çektikleri nesneyi, masanın üzerideki kartlardaki nesnelerle eleştirmeye çalışırlar. Amaç keseden çektikleri nesneyi doğru şekilde eşinin üzerine yerleştirmektir. Bunu yaparken yine nesnelerle ilgili çeşitli tanımlama sorularına cevap vermeye çalışırlar.

Oyun güzel bir oyun, birkaç derece zorlaştırılarak da oynanabilir. (Mesela gözler kapalı keseden çekilen şeklin ne olduğunu, kıvrımlarına göre elimizde hissederek tahmin etmeye çalışabiliriz.) Oyundaki materyallerin renkleri ve kalitesi güzeldi. Ama benzer bir oyunu evde kendi kendimize bizler de hazırlayabiliriz.


3) Meslekler ve nesneler - ilişkilendirme oyunu: Meslekleri tanımlayan resimlerin bulunduğu kartlar, masanın üzerine dizilmiş nesnelerle eşleştirilmeye çalışılır. (Gerçek hayat nesnelerimiz: Küçük bir tencere, oyuncak bir balık, bir stetoskop, bir tekne.. ve kartlarda, karşılığı meslekler)

Biraz zihinlerinin yorgun düştüğü bu oyunun sonunda çocuklarımız kendi oyunlarını kurdular: Yemek yapma oyunu!!! En çok hayali yemeklerini karıştırmaktan hoşlandılar. Bol gürültü yaptılar, sonra da müzik aletleri çıktı. Yaşasın da yaşasın!


Çok güzel ve 'verimli' bir gündü. En son oyunun devamında dikkat ettim de, çocuklarımız artık 'birlikte' oynuyorlar. 'Yanyana oyun'dan 'birlikte oyun'a geçtik -neredeyse yani. Bu da bir kilometre taşı değil miydi?

25 Ekim 2009 Pazar

Oyun Grubu - Aktivite Önerileri

Geçtiğimiz Cuma Elif Rüya ve annesi Serap'ın misafiriydik. Serap her zaman olduğu gibi yine özenle çok güzel aktiviteler hazırlamıştı miniklerimiz için.

Bol aktiviteli, eğlenceli bir gün geçirdik. Grubumuz neredeyse tam kadro hazırdı. Fotoğraflar her şeyi anlatıyor aslında ama maddelerle sıralamak gerekirse:



1) Kukla gösterisi: Eğlenceli bir dialogda birbirine ses olarak benzeyen sözcükleri duyduk, bulmaya çalıştık -hep birlikte!

2) Barbunya ayıklamaca: Önlerindeki kaba barbunyalar, uzaktaki kaba kabukları. Çok iyi bir konsantrasyon çalışması. Her birinin büyük başarı sergilediğini söylemeliyim!


3) Kocaman zincir yapımı: Renkli şeritlerden halkalar yapıp, birbirlerinin arasından geçirip, Pritt'le yapıştırarak zincir yaptılar. Bunda biraz anne yardımı gerekti. Yardımımızı esirgemedik.


4) Süslü taç yapma: İstedikleri renkte bir kağıt şerit seçip, kenarlarını birbirine yapıştırarak yine bir halka yaptılar ve üstünü önceden kesilmiş ay, yıldız, kalp, üçgen gibi şekilleri yapıştırarak süslediler. Her biri başlarına hazırladıkları taçları takınca birer prens ve prenses oldular!


5) Merdiven inme-çıkma ve takla atma çalışması: Büyük şekillerden kesilmiş renkli kağıtlarla oluşturulan yolu takibederek merdivende sıraya girme, üç basamak çıkıp, indikten sonra yerdeki mat'te takla atma. Çoğu minik annesinin yardımıyla takla atabildi. Çok eğlendiler, çok! (Kameranın pili bittiği için bu aktiviteden fotoğraf yok maalesef.)

Çok güzel bir gündü, aktiviteler çocuklarımızın yaşlarına (27-32 ay arası) uygun aktivitelerdi. 2-3 yaş aralığı için sizin önerileriniz neler?

24 Ekim 2009 Cumartesi

Minimui ve Saz-Söz

Sorulardan sonra ek bilgi: Adres: www.minimui.com/3.sayı/sayfa 61-67 - Bizim röportaja, Sayfa 2'deki "İçindekiler" kısmında 61. sayfaya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Sayfalar alt sağ taraftaki oklara tıklayarak açılıyor.
---

Deniyorum olmuyor. Daha önce kaç kere denemiştim yine olmamıştı. Bloga az uğrar olduğumdan beri, zaten minimal olan internet okur-yazarlığımın iyice yok olmaya başladığını hissediyorum. Kötü...


Neyse konu başka. Konu başlıkta.
Üç ay da rötarla.

Konu Minimui. Minimui'den haberi olmayanın kaldığını sanmıyorum. Ama yine de kendi fikirlerimi geç kalmış da olsa yazmak istiyorum.

Dergiden haberiniz varsa zaten arkasındaki emeğin farkındasınızdır (bin teşekkür emeği geçenlere!). Minimui, renkli, canlı, bebek kokan bir dergi,. Hamilelikten 6 yaşına kadar bir annenin merak edebileceği her konuda kaynak oluşturabilecek eğlenceli bir bilgi bankası. Hem annelerin deneyimlerine -özellikle video röportajları çok güzel- birinci ağızdan yer veren, hem alanında uzman kişilerin fikirlerini okurlarına ulaştıran, son derece keyifle okunan, bol sayfalı bir digital dergi. Banner'ını en az 3-4 deneme yapıp, bir türlü yan tarafa kaydedemediğim bir dergi... Hala beceremediğim... Yine beceremediğim... Neden beceremediğim??

*

Üçüncü sayısının birkaç sayfasında da biz varız. Sazlı-sözlü hem de.
Saz Ada'dan, söz benden.

Harika fotoğraflar da Ayça'dan tabii...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Coşkulu Öğrenci, Şaşkın Öğretmen

Eller, kollar havada, dönüp duruyor bizimki pür neşe. Ağızda da bir şarkı. Nefes nefese ve hafif çığlıklı renklerle söylüyor:

"ÖÖöğ-letmenimm, canım benim canım benim, seni ben çok çok, çok çok seveliiim. Seen biiil ana, sen biii baba, lay lay lalalllaaaa..."

Son zamanların favori şarkısı bu. Babası sağolsun!

*

Bir öğretmen-öğrenci durumudur gidiyor evde. Ne okula giden çocuk gördü etrafında, ne bir okul gördü. Haa belki lafını duydu bir kaç kez. Çok sevdiği kuzenleri başladı mesela okula. Ama bu nasıl bir ilgidir anlayamıyorum! Arada sırtına babaannesinin hediyesi çok sevdiği hav hav çantasını da takıyor. "Ben öölenci oldum" deyip dolaşıyor evde bilmiş bilmiş.


Ama asıl oyunumuz farklı.

Evde öö-letmencilik oynuyoruz. Haliyle Ada piyano öğrenciliği rolünü sahipleniyor ve oyunu kuruyor:

"Anne, öölenci oliim mi?" (Her çeşit itiraz hakkını yok ediveren en tatlı ses tonuyla)

Ve sorular devam ediyor:

"Derse didelim mi?"
"Notalalım neede?"

*

Her şey salonda içerdeki dersin bitmesini bekleyen öğrencilerden dolayı oldu. Bir önceki ders uzadıkça, Ada'nın da öğrencilerle sohbeti uzuyor haliyle. Hele bu öğrenciler büyük öğrencilerse... (Piyano dersine bu sene bolca anne-baba katılıyor. Yaşasın her yaşta müzik!)

Benim dersler bitiyor, iki nefes alıp rahatlamaya salona geliyorum, atıyorum kendimi en rahat koltuğa. Ama tam da o anda... Hop, karşımdaki koltuğa da benim miniş kuruluveriyor! En cici haliyle yerleşiyor koltuğa.

"Notalarımı alabiliğ miim?" (Bu soruya, her zaman afallayıp, cevap bulamıyorum)
Sonra da buyuruyor (elde hayali notalar): "Didelim"

Zar zor koltuktan iniyor ve: İlk hedefimiz ders odasıdır, ileri! Gidiyorum tabii kuzu, kuzu peşinden, hesapta öğretmen ben!

Sonrası malum...
Piyano başında her çeşit palavra nota. Ama en gerçek şarkılarla...

*

Ah miniğim bu dersler harika da, bana ne zaman izin vereceksin çalışayım?

18 Ekim 2009 Pazar

Ne Zaman?

Çok yazmak istiyorum. Ama yazacak o rahat zamanı bulamıyorum. Ada evde pür enerji, bilgisayarın kapağını açmak bile artık bir hayal. Bu arada çok şeyler oluyor bitiyor, kaydedemiyorum, unutuluyor. Böyle olmaması gerek. Üzülüyorum. Ciddi bir derlenip toparlanmaya ihtiyacım var. Yapılan güzel şeylerin eskimemesi gerek...

Şimdi öğrencim gelecek, hatta biraz geç kaldı.
Ders bitecek, Ada'yla babası gelecek, e özlem her sorumluluktan ağır.
Kalbim ona gidecek.

Ama bu yazma açlığı çok ağır gelmeye başladı. Bir zaman sonra tutamayacağım, planlı ya da plansız, dökülecek kelimeler pıtır pıtır. Biliyorum.

Ama işte ne zaman? Ne zaman?