24 saat diye bir kural var. Ve evet, bu kural işe yarıyor.
Bir şey sizi öfkelendiriyor diyelim. Hatta öyle öfkelendiriyor ki, en hayvani güdüleriniz harekete geçmek üzere, kükremek istiyorsunuz avaz avaz mesela. Ya da yazmak istiyorsunuz dört nala, içinizi dökmek, yazınızla haykırmak. Kural geliyor aklınıza, 24 saat kuralı. O an tüm mantıksızlığıyla geliyor tabii. Ama yine o an, başka zamanlarda kuralın size gayet mantıklı göründüğünü hatırlıyorsunuz. Yine de renginiz kırmızı, sözcükler parmak ucunuzda. Acı, acı, dizi dizi. Dur diyorsunuz. Dur. Ben bir de 'Dur diyorum, kalp krizi filan geçirirsin, minicik kızına yazık, yapma, sakinleş'.
Nefesss....
Yutuyorsunuz kükreyişleri. Gece kabuslar görüyorsunuz evet, içinizden bin kez söylüyorsunuz söylenmesi gerekenleri. Bağırarak, ağlayarak, rüya ya. Ama sessiz ve gözyaşsız, bu da sizin kuralınız. Sadece dönmekten yoruluyor vücudunuz bir o tarafa, bir bu tarafa. Düşünmekten düğümleniyor beyninizin kıvrımları. Burnunuzdan soluyorsunuz isyanı. Kalbiniz yumrukluyor kırgınlığınızı, hızlı hızlı, pıt pıt pıt pıt. Sabahın rutin 'aynaya gülümseme' faslında tamamen maske suratla kendinize bakıyorsunuz. Maskeniz bile gülümsemiyor aynadaki suretine, o da dürüst çünkü. Hala mutsuzsunuz...
Ama işte geçtikçe saatler -nasıl oluyorsa- o hayvani dürtülerin renginin silikleşmeye başladığını hissediyorsunuz. Biraz daha ilerledikçe dakikalar, olanlar şekil değiştirip bu sefer -nasıl oluyorsa- gülünçleşmeye başlıyor beyninizde. Dönüşüyor. Saçmalaşıyor. 'Neydi bu şimdi?'leşiyor. Ve en sonunda 'dam üstünde saksağan' moduna giriyor duyduklarınız -ya da okuduklarınız. Ağzınızın sağ köşesinde, yukarıya doğru küçük bir kıvrım şeklini alıyor o yuttuğunuz kükreyiş. Yandan yandan bir gülümseyiş ilişiyor dudaklarınıza. Kafa sallayışınıza iki 'cık, cık' eşlik ediyor bir sağa, bir sola. Manasızlaşıyor bir şeyler işte.
24 saat geçiyor...
Yazıyorsunuz yine... Bir şeyler, garip şeyler belki ama girmiyorsunuz işte kavgaya, kendinizi savunmanız abes görünüyor manasını yitirmiş olan-bitenler karşısında. Kitap okumak istiyor canınız. Miniğiniz odasında mışıl mışıl uyuyor, yarın yine şarkı söyleyerek uyanacak biliyorsunuz, şükrediyorsunuz varlığına, şükrediyorsunuz huzurla geçirdiğiniz neredeyse iki buçuk yıla...
6 yorum:
ah sevgili Yapincak, ne oldu bilmiyorum ama nasil hissettigini cok iyi biliyorum. Bana da lazim bu 24 saatlik kisisel gelisim programindan. :-) Bu bocekler dunyada var oldukca... Hepimize lazim...
Sevgili Yapıncak,
Blogunu takriben 5-6 aydır takip ediyorum.Sana ve ailene hayran oldum diyebilirim.Belki birbirimizi tanımıyoruz ama sanki uzun yıllardır tanıyormuşum gibi yakın buldum seni kendime. Allah herşeyi gönlüne göre versin. Sen insanları buradaki yazılarınlarınla mutlu ediyorsun Allah da seni mutlu etsin. Bu arada sen ne güzel bir insansın Yapıncak.(güzel kelimesini özellikle ruhun için söylüyorum.
var mı gerçekten 24 saat kuralı ne yapmalı bunu öğrenmek için?
yol gösterirsin artık bana da biraz:(
heeeeeeelpppppp:((
merhabalar;
biriktirdiklerinizin ve sizi yıpratan tüm yaşananların 24 saat içinde sadece gittiğini düşünürken, yıllar geçtikçe geriye daha hızlı ve daha acı verecek şekilde geriye döneceğini unutmayın. Yutmak yerine onları yok saymak yerine yaşananları duymamaya, görmemeye anında unutmaya çalışın çok faydasını göreceksiniz. Olmuş olmayan olaylar sizi asla yıpratamaycak ve kalbiniz ve de beyniniz daha rahat edecek. O an duvar olduğunuzu düşünün. Olaylar duvara çarpıp düşsün yok olsun ve sizi etkilemesin Naçizane bir tavsiye. Şule
Ben malesef kendine hakim olamayanlardanım .Birçok kez pişmanlık duysam da bence sen de fazla kontrollüsün.O kadar stres bünye için zararlı bence .Hele ki olay rüyalarına kadar girip rahatsız ediyorsa ve uyandığında bile aynı durumdaysan biraz bağırmalısın.En azından dene:)
Üzerine uyumak denir ona bizde.. HEle bir üzerine uyu da sabaha karar verirsin..
Eh, sen de pek güzel anlatmışsın.
Yorum Gönder