19 Ekim 2009 Pazartesi

Coşkulu Öğrenci, Şaşkın Öğretmen

Eller, kollar havada, dönüp duruyor bizimki pür neşe. Ağızda da bir şarkı. Nefes nefese ve hafif çığlıklı renklerle söylüyor:

"ÖÖöğ-letmenimm, canım benim canım benim, seni ben çok çok, çok çok seveliiim. Seen biiil ana, sen biii baba, lay lay lalalllaaaa..."

Son zamanların favori şarkısı bu. Babası sağolsun!

*

Bir öğretmen-öğrenci durumudur gidiyor evde. Ne okula giden çocuk gördü etrafında, ne bir okul gördü. Haa belki lafını duydu bir kaç kez. Çok sevdiği kuzenleri başladı mesela okula. Ama bu nasıl bir ilgidir anlayamıyorum! Arada sırtına babaannesinin hediyesi çok sevdiği hav hav çantasını da takıyor. "Ben öölenci oldum" deyip dolaşıyor evde bilmiş bilmiş.


Ama asıl oyunumuz farklı.

Evde öö-letmencilik oynuyoruz. Haliyle Ada piyano öğrenciliği rolünü sahipleniyor ve oyunu kuruyor:

"Anne, öölenci oliim mi?" (Her çeşit itiraz hakkını yok ediveren en tatlı ses tonuyla)

Ve sorular devam ediyor:

"Derse didelim mi?"
"Notalalım neede?"

*

Her şey salonda içerdeki dersin bitmesini bekleyen öğrencilerden dolayı oldu. Bir önceki ders uzadıkça, Ada'nın da öğrencilerle sohbeti uzuyor haliyle. Hele bu öğrenciler büyük öğrencilerse... (Piyano dersine bu sene bolca anne-baba katılıyor. Yaşasın her yaşta müzik!)

Benim dersler bitiyor, iki nefes alıp rahatlamaya salona geliyorum, atıyorum kendimi en rahat koltuğa. Ama tam da o anda... Hop, karşımdaki koltuğa da benim miniş kuruluveriyor! En cici haliyle yerleşiyor koltuğa.

"Notalarımı alabiliğ miim?" (Bu soruya, her zaman afallayıp, cevap bulamıyorum)
Sonra da buyuruyor (elde hayali notalar): "Didelim"

Zar zor koltuktan iniyor ve: İlk hedefimiz ders odasıdır, ileri! Gidiyorum tabii kuzu, kuzu peşinden, hesapta öğretmen ben!

Sonrası malum...
Piyano başında her çeşit palavra nota. Ama en gerçek şarkılarla...

*

Ah miniğim bu dersler harika da, bana ne zaman izin vereceksin çalışayım?

18 Ekim 2009 Pazar

Ne Zaman?

Çok yazmak istiyorum. Ama yazacak o rahat zamanı bulamıyorum. Ada evde pür enerji, bilgisayarın kapağını açmak bile artık bir hayal. Bu arada çok şeyler oluyor bitiyor, kaydedemiyorum, unutuluyor. Böyle olmaması gerek. Üzülüyorum. Ciddi bir derlenip toparlanmaya ihtiyacım var. Yapılan güzel şeylerin eskimemesi gerek...

Şimdi öğrencim gelecek, hatta biraz geç kaldı.
Ders bitecek, Ada'yla babası gelecek, e özlem her sorumluluktan ağır.
Kalbim ona gidecek.

Ama bu yazma açlığı çok ağır gelmeye başladı. Bir zaman sonra tutamayacağım, planlı ya da plansız, dökülecek kelimeler pıtır pıtır. Biliyorum.

Ama işte ne zaman? Ne zaman?

7 Ekim 2009 Çarşamba

Saat

Doktor randevum vardı. İyiyim. Bomba gibiyim.
Saatli bomba, haha...
Tik tak tik tak.

Saatimi seviyorum!

4 Ekim 2009 Pazar

Gezdik...

Oh be. Kendimle gurur duyuyorum. Sonunda bir aktivite! Hatta iki!! Vay be...

Aslında her an aktivitedeyiz. Ama o kadar lokal ve o kadar sürprizsiziz ki. Tamam, günlük aktivitelerimiz var, mesela park ve ev aktiviteleri -ki ev aktivitelerimiz çok çeşitlidir laf aramızda. Haftalık aktivitelerimiz arkadaş-akraba buluşmaları ve müzik dersleri. Aylık aktivitelerimiz (3 ayda birlik mi desem?), evet evet bildiniz, Ankara... Arada bir kez at binmişliğimiz, bir-iki çocuk festivalimiz, bayram görüp bayrak sallamışlığımız, hatta iki-üç kez AVM görmüşlüğümüz bile var!

Ama işte çıkalım, dağları aşalım, gezelim-tozalım; denizleri aşalım, yüzelim-bitap düşelim, pek yapamıyoruz işte. İki mazeret belli zaten: Baba ortada yok -
çalışıyor; annenin de canı yok -yoruluyor! Ada ise günün ortasında -ille de- bir güzel uyuyor. Plan yapmak zaten baştan zor oluyor.

*
Bu haftasonu farklıydı. Cuma çekimden sonra, hadi dedim gidiyoruz, marş marş Bostancı Lunapark'a. Evet evet oraya, Prater'e gidecek halimiz yok ya! Ah ah Yapıncak, yanlış seçim ama sen nerden bileceksin? Tabii ki her gördüğün uçan salıncaklıya lunapark diyeceksin. Klasik. Hayallerde coşacak, gerçeklerde boynunu bükeceksin...

Öncelikle dönmedolap yoktu. Sonra hiç çocuk yoktu. Serseri çoktu. O kulağımda çınlayan lunapark müzikleri yoktu. Aşık okul kaçkınları vardı. En çok korku tüneline giriyorlardı... Tipik hayaller ve gerçekler hikayesi. Ve kulağımda çınlayan 'ben bunu nasıl bilmiyordum?!' sesi.

*

Ada sevdi. 'Oyuncak arabalar'a bindi. "Baba gibi direksiyon çevirdi" (Neden 'anne gibi' değil??) Trene bindi, çuf çuf şarkısını söyledi; az buçuk uçtu bile hatta... Bu birinci aktivitemizdi.

*

İkincisi ise bundan bile 'iddialı'ydı: Toplu taşımalarla gidip-gelerek, Sultanahmet Meydanı, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı! Kısa öz geçeyim, dolmuş, vapur, tramvayla gidiş, tramvay, vapur ve taksiyle dönüş yaptık. Gidiş güzel, dönüş... Evet bitap düştük, sadece Sultanahmet Camii'ni gördük, öbürlerine ne enerji, ne zaman, ne cesaret kaldı.

Foto tarihi Hacı Bekir'den. Her yerde yemelik güzellikler var ama Ada kendinden beklenmedik şekilde sakin ve umarsız. Çünkü kavanozdakilerin şeker olduğunu bilmiyor!
(Çünkü şekerin nasıl bir şey olduğunu da hala bilmiyor!)

Ada ne güvercinlerle oynadı, ne caminin görkemine şaşırıp kaldı, ne de o feci kalabalık umrundaydı. Yolda yağmur yağdı yağacak tedirginliğiyle aldığımız şeffaf şemsiyeyi baston gibi kullanıp, bir tık şemsiyeyi, bir pıt adımını seyretti bütün gezi boyunca. Yollarda yorgun düştü. Camide uykusu geldi. Uyku saatine denk gelen dönüş yolculuğumuzda ise sarhoş adamlar gibi ona buna sataştı, şarkılar söyledi, düz duvara tırmandı.


En coşkulu anı yine yemek anıydı, Hamdi'de dökmeden saçmadan, tek leke yapmadan, afiyetle -ama ne afiyet, yemeklerini yedi. Orada kendine bu halinden dolayı pek iltifat yapıp, 'aman ne güzel yiyorsun sen, istediğin bir şey var mı bakalım senin?' diye soran garson abisine, birden çok normal bir edayla, 'biraz karabibel alabiliğ miyim lüffen?' diyerek hepimizin ağzını açık bıraktı!

Neyse yine de gururluyum. Gittik mi gittik. Fotoğraf bile çektik. Kaydettik mi peki? Kaydettik işte miniğim. Bu da senin ilk 'ciddi' turistik İstanbul gezindi. Götürmediler beni deme bak.

2 Ekim 2009 Cuma

TRT Çocuk'tayız!

Yarın -3 Ekim Cumartesi- saat 15:00 ve 19:15'te TRT Çocuk Kanalı -Digitürk 60- 'Haberin Olsun' programındayız!

Bir yıl önce başladı bu hikaye. Hafif tereddüt, bol da inançla. Büyüdü sonra, büyülü ya...

Müzik bu, kalpten doğar, sevgiyle yayılır, coşkuyla paylaşılır. Şarkı bu, dans bu; insanları birbirine kaynaştırır, özünü dışavurur, kaygısızdır.


Heyecanlıyız, Music Together olarak ilk ekrana çıkışımız. Sürç-i lisan ettikse affola, coşkumuz, sevincimiz paylaşıla...

29 Eylül 2009 Salı

Geçen Gece

Geçen gece. Ada dört saattir uyumakta. Bense yeni yatmışım. Bir ağrı. Sırtımda, önce usul usul başlıyor, hafifçe sırtım ısınıyor sanki. Sonra yayılmaya başlıyor, kuvvetlenerek hem de. Sessizce bekliyorum, nefes almaya çekinerek. Okuduğum, bildiğim şeyler aklıma geliyor. Bir de az-çok ilişkim de var ya... Merakla ağrıyı 'dinliyorum'. Ne demek istiyor anlamaya çalışıyorum. Ağrı kaplan gibi, sarmalıyor beni pençeleriyle, tüm sırtıma yayılıyor, daha da ısıtıyor. Kollara doğru... Kollara doğru???

Hafifçe kalkıyorum. Kocaya söylenmez, ya sinirlenir, ya duymazdan gelir. Hastalıkları sevmez, elinde değil. Kaplanı ürkütmeden, nazik nazik bir çanta yapmaya koyuluyorum, 'hastane çantası'. Sultan'ı alırım, taksiye atlarız, gider çaresine bakarız diyorum. Aslında ödüm kopuyor. Hafiften geç bile kaldığımı düşünüp korkuyorum. Mesela'lar dolaşmaya başlıyor beynimde.

***

Daha çantayı kapatmadan, daha Sultan'ı uyandırmadan; bir ses geliyor karşı odadan. Miniğimin sesi. Sıkıntılı sesi. Her defasında yükselen bir inilti. Sonunda çatal bir "annee!!" Gecenin bu vakti? Sessizce -ve ürkekçe- dinliyorum önce, her sürpriz sızlanmasını dinlediğim gibi. Ses çoğalıyor, uykusu aralanıyor, sıkıntısı büyüyor. Burnu tıkalı miniğimin! Nefes alamıyor, uyanıyor bebeğim. Yanına giriyorum.

Uyumuyoruz o gece, yarım yamalak yani sadece. Nefes alamamaya dayanamayıp isyan içinde ağladığında, onu göğsüme bastırıp, sıkı sıkı sırtını ovuyorum. Rahatlasın diye.

***

Sırtımdaki ağrı gidiyor.

***

İkimiz de nane mollayız iki gündür. Ama iyiye gidiyoruz. Ucundan kurtardık sanki. Hep sevdiğimiz şeyleri yapıyoruz. Sürekli bir şeyler yiyoruz mesela. Evet hastayız ama iştahlıyız! Yasak televizyonu seyredip, sevdiğimiz şarkıları dinliyoruz. Sonra şefkat ve sevgi veriyoruz birbirimize. Bolca. Yapış yapış. Bayıla bayıla.

Galiba ikimiz de iyileşiyoruz.

(Ben arkadan geliyorum ya... Olsun. Miniğim iyi olsun.)

23 Eylül 2009 Çarşamba

Özet

Gittik, canımız miniğimizi gördük.

:)

Bayram yaptık.
Donduk.
Sonra da döndük.


Ek not (29 Eylül):
Bu resmi komiklik olsun diye koymuştum. Anlaşılan bir tek ceyd ile Burçak fark etti. Becersem ters R'lerle süslü bir "Bayram Hatırası" yazacaktım ama... olmadı işte. Süslü püslü giyinmiş bir bayram ailesi, 'gülün!' komutuna feci şekilde uyan ve mükemmel yapmacıklığı abartı gülüşüyle yakalamış bir küçük hanım, Şaban bakışlı bir koca ve tüm bunlarla gurur duyan (!) ve sonrasında aynı gururla bu sahneyi bloguna taşıyan -taşıyabilen!- bir anne! Buyrun eğlenin...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Büyükada'da Müzik, Dergide Büyükada

Travel&Leisure Dergisi Eylül 2009 sayısını okudunuz mu?


* Dergideki güzel yazının yazarı Zeynep Erekli, fotoğrafı ise Erbil Balta çekti. Büyükada Salon Resitalleri'mizi derginin Büyükada Dosyası kapsamında değerlendirmeyi düşündükleri için bir de burdan kendilerine teşekkür ediyorum.

Sabah, Öğlen, Akşam

Sabah harikaydı. Yepyeni miniklerle tanıştım, ve güleryüzlü annelerle. Dans etmek iyi geliyor bana, en klasiğinden söyleyeyim, "birlikte müzik yapmak" iyileştiriyor beni. Mutlandırıyor.

**

Beynimde müzikler dönüyor. Hepsi birbirine karışmış durumda. Music Together'ın yeni şarkıları, deneme derslerinde söylediğimiz eskileriyle karışıyor; kendi çaldığım eserler, öğrencilerime verdiğim ödevlerle; Ada'nın favori şarkıları, babasının favori Afrika şarkılarıyla birlikte tınlıyor kulağımda. Tüm bunlar olurken, telefonlar çalıyor, kapılar çalıyor, Ada mız mız mız yapıyor, Sultan elektrikli süpürgeyle vız vız vızzzz yapıyor.

Gerçek tatil yaşayamadan asıldım işlere. Her koldan. Ev işi, miniğin işleri, müzik işleri, öğrenciler, özel işler, özel ötesi işler... Bundan dolayı mı bu erken gün ortası yorgunluğu? Bu gün ortası yoğunluğu?

**

Bugünün sorumluluklarını bitirdim. Basket maçı seyrediyorum. Heyecanlı ve hızlı. Ama takip edemiyorum. Çünkü beynimin hızını onun hızına indiremiyorum! Düşünebiliyor musunuz? 12 Dev Adam'ın hızı yavaş geliyor. Beynim dönüyor. Duramıyorum. Yorgunluk mudur bunun adı, yoksa adrenalinim mi fazlalaştı n'oluyor, bilemiyorum. Ama "kaptırdım gidiyorum"...

9 Eylül 2009 Çarşamba

Ada Abla Oldu !


ENİS BEBEK SAĞLIKLA DOĞDU
09.09.09

Hoşgeldin miniğim, hoşgeldin kızımın küçük kardeşi. Öyle tatlı görünüyorsun ki gördüğümüz ilk fotoğrafında. Öyle çığlıklar atıyorsun ki duyduğumuz ilk ağlayışında :) Harikasın.

Sağlıkla büyü, annen babanla, huzurla, mutlulukla...


Seni görmek için sabırsızlanıyoruz, nasıl geçecek şu 10 gün???

* Enis canım kuzenimin uzun zamandır beklediğimiz miniği. Umarım Ada'yla Enis, Meltem'le ben kadar 'kardeş' olurlar.