Ada'nın ilkleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ada'nın ilkleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2009 Salı

Bir Öğretmenler Günü Çeşitlemesi :)



Önce kutlama,




Sonra coşma,




Biraz şımarma,




Ve de cıvıma :)

*

Pek müzikal şekilde, kızımla birlikte, bu zor mesleği büyük özveri ve sevgiyle sahiplenen tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü kutluyoruz!

13 Kasım 2009 Cuma

Apples and Cherries, Hergün Bir Sürpriz!

Adakuşum nasıl bir sürprizdi bugün böyle?

Geçen Cuma derste kucağımdan kalkmayan, parmak ağızda, uyku gözlerde, mayışık, ekşi, buruşuk, keyifsiz, hareketsiz ve de sessizken...

Bu hafta birden: Bütün dersi sen götürdün kuşum, bana gerek yoktu. Sen bu şarkıları mırıldanırdın da; baştan sona, tek eksiksiz, İngilizce, yüksek sesle? Ve tüm hareketleriyle? Ve de nakaratlarıyla? Ve daha benim bile ağzımdan çıkmadan, önden önden? Dersin başından sonuna kadar? En önemlisi de en pozitif ışık saçan coşkuyla???

Ah yanarım yanarım, bir gizli kamera olmadığına yanarım...
Gerçek kamera böyle anları hiç bir zaman yakalayamaz çünkü.

"Apples and cherries, peaches, blueberries, grapes and ba-na-naaaaas;
Deee dee dee deee dee, deee dee dee deee dee, deee dee dee, deee deeeee..."

24 Ekim 2009 Cumartesi

Minimui ve Saz-Söz

Sorulardan sonra ek bilgi: Adres: www.minimui.com/3.sayı/sayfa 61-67 - Bizim röportaja, Sayfa 2'deki "İçindekiler" kısmında 61. sayfaya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Sayfalar alt sağ taraftaki oklara tıklayarak açılıyor.
---

Deniyorum olmuyor. Daha önce kaç kere denemiştim yine olmamıştı. Bloga az uğrar olduğumdan beri, zaten minimal olan internet okur-yazarlığımın iyice yok olmaya başladığını hissediyorum. Kötü...


Neyse konu başka. Konu başlıkta.
Üç ay da rötarla.

Konu Minimui. Minimui'den haberi olmayanın kaldığını sanmıyorum. Ama yine de kendi fikirlerimi geç kalmış da olsa yazmak istiyorum.

Dergiden haberiniz varsa zaten arkasındaki emeğin farkındasınızdır (bin teşekkür emeği geçenlere!). Minimui, renkli, canlı, bebek kokan bir dergi,. Hamilelikten 6 yaşına kadar bir annenin merak edebileceği her konuda kaynak oluşturabilecek eğlenceli bir bilgi bankası. Hem annelerin deneyimlerine -özellikle video röportajları çok güzel- birinci ağızdan yer veren, hem alanında uzman kişilerin fikirlerini okurlarına ulaştıran, son derece keyifle okunan, bol sayfalı bir digital dergi. Banner'ını en az 3-4 deneme yapıp, bir türlü yan tarafa kaydedemediğim bir dergi... Hala beceremediğim... Yine beceremediğim... Neden beceremediğim??

*

Üçüncü sayısının birkaç sayfasında da biz varız. Sazlı-sözlü hem de.
Saz Ada'dan, söz benden.

Harika fotoğraflar da Ayça'dan tabii...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Coşkulu Öğrenci, Şaşkın Öğretmen

Eller, kollar havada, dönüp duruyor bizimki pür neşe. Ağızda da bir şarkı. Nefes nefese ve hafif çığlıklı renklerle söylüyor:

"ÖÖöğ-letmenimm, canım benim canım benim, seni ben çok çok, çok çok seveliiim. Seen biiil ana, sen biii baba, lay lay lalalllaaaa..."

Son zamanların favori şarkısı bu. Babası sağolsun!

*

Bir öğretmen-öğrenci durumudur gidiyor evde. Ne okula giden çocuk gördü etrafında, ne bir okul gördü. Haa belki lafını duydu bir kaç kez. Çok sevdiği kuzenleri başladı mesela okula. Ama bu nasıl bir ilgidir anlayamıyorum! Arada sırtına babaannesinin hediyesi çok sevdiği hav hav çantasını da takıyor. "Ben öölenci oldum" deyip dolaşıyor evde bilmiş bilmiş.


Ama asıl oyunumuz farklı.

Evde öö-letmencilik oynuyoruz. Haliyle Ada piyano öğrenciliği rolünü sahipleniyor ve oyunu kuruyor:

"Anne, öölenci oliim mi?" (Her çeşit itiraz hakkını yok ediveren en tatlı ses tonuyla)

Ve sorular devam ediyor:

"Derse didelim mi?"
"Notalalım neede?"

*

Her şey salonda içerdeki dersin bitmesini bekleyen öğrencilerden dolayı oldu. Bir önceki ders uzadıkça, Ada'nın da öğrencilerle sohbeti uzuyor haliyle. Hele bu öğrenciler büyük öğrencilerse... (Piyano dersine bu sene bolca anne-baba katılıyor. Yaşasın her yaşta müzik!)

Benim dersler bitiyor, iki nefes alıp rahatlamaya salona geliyorum, atıyorum kendimi en rahat koltuğa. Ama tam da o anda... Hop, karşımdaki koltuğa da benim miniş kuruluveriyor! En cici haliyle yerleşiyor koltuğa.

"Notalarımı alabiliğ miim?" (Bu soruya, her zaman afallayıp, cevap bulamıyorum)
Sonra da buyuruyor (elde hayali notalar): "Didelim"

Zar zor koltuktan iniyor ve: İlk hedefimiz ders odasıdır, ileri! Gidiyorum tabii kuzu, kuzu peşinden, hesapta öğretmen ben!

Sonrası malum...
Piyano başında her çeşit palavra nota. Ama en gerçek şarkılarla...

*

Ah miniğim bu dersler harika da, bana ne zaman izin vereceksin çalışayım?

26 Haziran 2009 Cuma

Merdiven

Bebeğim bugün 23 aylık!

Ve biz 23.ayında, tam da bugun, onu ilk kez yatıya bırakıyoruz. Onu bırakıp gidiyoruz yani! Halasında kalacak, çok emin ellerde. İkizlerle. O kadar hayran ki Yasemin'le Selim'e, eminim çok güzel geçirecek şu bir-iki günü.

...ama...

Tuhaf bir burukluk var içimde işte, sanki kötü veya çoook yanlış bir şey yapıyormuşum gibi bir his. Biliyorum, biliyorum, mantıksız! Ben de mantıksız olduğunu çok iyi biliyorum. Çok komik, içim ona sarılıp böhür böhür ağlama hevesinde. Bu insan beyni bir tuhaf...

Oysaki o, biliyorum müthiş güzel zaman geçirecek, sadece iki kuzenin peşinden koşmaktan biraz yorulabilir o kadar!

Amaaan işte böyle...
Hala uyuyor miniğim, hep böyle bir yere gidilecek günlerde en uzun öğle uykularını çeker. Oh iyi de eder. Uyu kuşum, mışıl mışıl uyu.

Canım kızım. Çok güzel geçir şu iki günü tamam mı? 'Anne-anne' diye tutturur musun acaba? Tutturma miniğim, tadını çıkar işte. Ama o son günlerde keşfettiğin favori sahnelerini yaşatma halanlara. Biliyorum yaşatmazsın, nazın zaten hep annene.

Of hadi miniğim, uyan artık, cicilerini giydirelim sana, iki mıncık hırpalayım seni, üç-beş öpücük hırsızlığı yapayım yanağından doyasıya.

*


Uyandı. Heyecanla hazırlandı, daha büyük bir heyecanla halasıyla Yasemin'i karşıladı.

Bu merdiven böyle şenlik görmedi! İyi eğlenceler miniğim!!


29 Mayıs 2009 Cuma

Mahmur


Geceler tuhaflaştı. Adakızım değişmeye başladı. Gibi.

Çok inanasım gelmiyor aslında. Geceleri uyanmasına ne biz alışığız, ne kendi. Bocalıyoruz.


Miniğim birkaç gün önce ve dün gece aynı şekilde uyandı. "Annnee!!" Beni çağırıyor, hatta ağlıyor. Ama ağlamak Ada'nın huyu değil ki. Hastalık sızlanması değil bu belli, acı çekme sesi değil. Panik de değil ama sanki bir çeşit kaygı, korku tepkisi.

İki gece de uyandığında aklı başındaydı, yani gece terörü gibi değildi -o da bir kez başımıza geldi, nasıl olduğunu biliyorum. Rüyadır diye düşündüm ben de ilk önce. Ama bir şey de anlatamadı. Bir korkusu var bebeğimin. Şimdiye kadar "korku" lafını bile kullanmamışız yanında, nasıl çözeceğiz bilmiyorum.

Sohbet ederiz (!) kızımla karşılıklı. Uzun uzun. Sakin sakin. Bugünkü 'sohbetlerimiz'de açık açık söylemese de sanki referanslar karanlıktan korkmuş olabileceği izlenimi veriyor. 22 ay karanlıkta ve hiç sorunsuz yatmış olan miniğimin odasına mini lamba mı koyacağım şimdi? Mini lambalar koca gölgeler yapmaz mı? Hayalgücüne davetiye çıkarmaz mı? Bu vakitten sonra yani?

Kötü alışkanlık, üç gün üstüste tekrarlanınca yerleşirmiş. Böyle bir şey olmamasını diliyorum...

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Günü yakalamak için, geçmişi atlamamak gerekir.
Sanki...

Birkaç güzelliği kaydetmek gerek o zaman. Ankara'da karşılaştığımız ilk bahar ışıltılarını, kokularını atlamak olmaz mesela.

21 Nisan'da Ada, üst baş çamur içinde, üst baş sırıl sıklam. Çamura ve suya teslim ilk mutuluğun sevinç nidalarını yakalayamadım zamanında. Ama sonrası aşağıda:



Not: Yo, hasta olmadı, üstüne 1 Mayıs'ta Caddebostan Plajı'nda tam anlamıyla baştan aşağı denize daldığında da bir şeycik olmadı! Şöyle refleksle hiç değilse soğuk sudan bir ürperir, bir ayağını kaçırır iki saniye diyordum. Ama hayır. Tabii, böyle anlattığıma bakmayın, o hasta olmadı da biz birkaç gazeteye manşet olmuş olabiliriz, kaygısız anne-babalar diye! Gurur duymuyorum ama ona göre! Babayla kavgadaydım teslim olup üstünü başını çıkarırken...

Aaa, bir de Hayvanat Bahçesi maceramız oldu Ankara'da. Fırtınalararası etkinlikler koşuşturmacasında. Yarına artık, tembellik yok!

8 Nisan 2009 Çarşamba

Pembeler

"Pambe-leyy"

30 Mart 2009 Pazartesi

Yirmi Ay Dile Kolay

'İşyeri'ndeyim -veya 'okul'da. Her ne ise adı. Bir türlü adını oturtamadım ki bu mekanın...

Seviyorum burayı. Aydınlık ofis odasındayım.

Giriş katında oturmak ne güzel bir duygu. Perdesi, penceresi açık aydınlık mekanları hep sevmişimdir. Dışardan tek tük insanlar geçiyor. İzliyorum sessiz. İnsanların yüzleri daha bir aydınlık sanki. Bahar bulaşmış yere-göğe ışığıyla, yeşiliyle bir şekil. Sesler bile farklı. Arabalar da geçiyor güya ama duyduğum kuşların şakrak cıvıltısı. Pencerenin önünde diri tomurcuklar, toprağı delip yeşili şenlendiren yaramaz çiçekler.

Beklediğim mevsim burda, rengiyle kokusuyla.

*

Kızım ikinci baharını yaşayacak.

*

Oysa... Düne kadar kıştı bizim buralarda. Salya-sümük, hastalıklı bir hafta geçirdik. Gecesi, gündüzü; saati, dakikası uzuuun mu uzun.
Karanlık.

Bugünse, yüzümüz güneşe döndü.
Sonunda.
Miniğimin gözü daha parlak, hareketleri daha kıvrak sanki. Halindeki o kahredici peltelik, şaşkınlık, isyan, uykusuzluk yok artık.

İlk defa nezle oldu Adakızım. İlk defa burnu tıkandı. Öksürükle az biraz tanışmıştı ama göğsündeki hırıltı ilk kez sesini bu kadar duyurdu minik cana.

İlk defa uyuyamadı sonra. Görülmüş şey mi? İlk defa iştahı kaçtı! Ve ilk kez "anne, anne" diye sayıkladı uykusunda çatal sesiyle. Acıttı acıttı içimi, o biçim.

*

Adakızım yirmi ayını devirdi, yirmi birinci ayına nefessiz, tatsız, ekşi girdi.
Olsun.
Minik bedenler onlardan öylesine umulmayan bir güç sergiliyor ki, şaşmamak imkansız. Adakızım bugün cıvıldamaya başladı tekrar.

Hoşgeldin Bahar!

5 Ocak 2009 Pazartesi

Temkinli

Canım kızım artık karakterin iyice belirginleşiyor. "Ada şöyle yapar, böyle yapar", "Ada bunu sevmez, şunu sever" diyebiliyoruz mesela. Çok maceraperest değilsin. Temkinli bir minik kızsın. Hoşuma gidiyor bu aslında. "Garanticisin" bir anlamda.

Bunun en büyük işaretini, ilk adımlarını bir yaşına girdiğinde atmana rağmen, 15 aylıkken "yürümeye başladığında" gösterdin. Ağız alışkanlığı aslında benim şimdi yaptığım. Düşünüyorum da, tamam erken yürümedin ama aslında geç de yürümedin. Temkinliydin sadece, üç ay elimden sürükledin beni. Saatlerce. Sürekli yürüdük. Birlikte. Parmağımı bırakmayı reddettin. Ama o arada bacak kaslarını geliştirip, adımlarını sağlamlaştırdın. Onca gün sonunda bir gün, durup dururken kalkıp yürüdün, dakikalarca; küçük bir ilk gün kazası dışında, hiç bir vukuatın olmadı. Bağımsız olarak attığın ilk adımların bizimkilerden sağlamdı. Kendinden emin olduğunda yürüdün.

Yenecek her şeye kudurmana rağmen, "çiğ" dediğimizde, onun yenilmeyecek bir şey olduğunu bildin. Çok merak etmene rağmen, çiğ bir şeyi ağzına atmadın. Ya da "sıcak" nedir bilmeden, "sıcak" dediğimiz fincana, uzatmamıza rağmen elini sürmedin. Korkak mısın? Hayır, temkinlisin bebeğim.

Yılbaşı yemeğinde, uykudan kalkıp kalabalığın içine girdiğinde, gözün şömineye takıldı. Başka hiç bir şey görmedin. Ateşe kilitlendin. Şaşırdın. Ama sıcak olduğunu hissettin. Önünde keyif yapalım, cancana ısınalım istedim. Olmadı, istemedin. Yanına yaklaşmadın. Temkinliydin miniğim.

Sonraa burda büyülü, cömert karla karşılaştığımızda, hayalim senin karlar içindeki kahkahalarını dinlemekti. Hazırlığımızı yapıp çıkmıştık bahçeye, o kahkahaları kaydedecektim. O kadar emindim yani. Seninle kartopu oynayacaktık, ya da kardanadam yapacaktık. Olmadı miniğim. Şaşırdın. Soğuk olduğunu hissettin belki -hissettin tabii. Belki gözlerin gereğinden fazla kamaştı. Öyle bir ortam vardı. Her yer beyaaaz...

Benim temkinli, dikkatli kızım. Her gün seni daha iyi tanıyorum. Bazen kendime benzetiyor, bazense ne kadar başka bir birey olduğunu görüyorum.

Her gün seni daha çok seviyorum. Canım bebeğim benim.

23 Kasım 2008 Pazar

Evrenin Sırrı

Haftasonu müzikal buluşmamızdalardı ailecek. Bu gece sadece kendisi geldi. Anlattı. Biliyorduk aslında. İlkokul arkadaşımız değil mi? Son 15 yılın emeğini taşıyor sırtında. Bir emek ki, bir evren ağırlığında! Tek bir kamburu yok ama, dimdik karşımızda.

Bana göre beynimin az çalışan yarısına ait uzak ve görkemli konuların hakimi Erk. Fizik ve koluna taktığı felsefe. Ünlemsiz yazıyorum, ünlem yanında 'espri' gibi kalır çünkü: Erk, evrenin sırlarının peşinde.

Hayallerinin peşinden giden, beynini kullanmayı bilen, kabul edileni dürtmekten korkmayan, araştıran, eleştiren, cesaretle inandığını savunan, ilkeli bir bilim insanı Erk Durgun.

Erk bu gece beni düşündürdü...

**
Adakızım senin blogun bu, dolayısıyla sana geleceğim:
Aklını bağımsızca kullanmayı bil küçük kızım, öğren, sorgula, hayaller kur, inan, üret. Beynini özgür bırak. Korkma.

...Tamam mı minik bebeğim?

23 Ekim 2008 Perşembe

Özgür Kız - Parkta İlk Adımlar

17 Ekim 2008 Cuma

Ada Yürüyoooooooor!!!



İlk adımlarını aylar önce atmıştı. Sonraki adımlarını hep elele birlikte attık, aylarca. Yorulduk. Şimdi galiba daha çok yorulacağız!

Canım kızım, 15 aylık olmana 9 gün kala bağımsızlığını ilan ettin. Geç oldu, güç olmadı. Hayatında attığın tüm adımlar mutlu, tüm adımlar sağlıklı olsun. Seni çok seviyorum pıtır mintoşum!

10 Eylül 2008 Çarşamba

Fırtına Sonrası Sessizlik

Paniktik.

Söz verdiler, gelmediler. Yaparız ederiz dediler, gelince yapamadıklarını itiraf ettiler. Bir şey olumluyken, diğeri olumsuz oldu. Bir hafta geçti.

*
Duyduk ki Gürcistan'dan yeni gelmiş. Gözleri iyi bakarmış, mütevazı görüntüsü gözünün dışarılarda olmadığına işaretmiş. Dili yokmuş ama öğrenirmiş. İstanbul'a gelmek istermiş bir de.

Gelsin dedik. Geldi. Sessiz ve sakin üç gün geçirdik. Ama sessiz ve sakin olan oydu. Biz kızgın ve delirmiş durumda olan taraftık. Laf anlatmak için maymuna dönüyor, hareketlensin diye taklalar atıyorduk. Olmadı. Kanı öyle ağırdı ki akmıyor gibiydi; sesi öyle yoktu ki, her an kaçtı mı acaba diye odasını kontrol eder olduk.

Çaresizdik.

Dedik bu iş olmayacak. Ama iyi insandı. Biz de merhametli bir aile olduğumuza göre "yapamayız" dedik, söyleyemeyiz. Hem ülkesinde kim bilir kaç kişi bel bağlamıştı ona. Kim bilir ne ümitlerle gelmişti bu bilmediği ülkeye. Ve şaşılası bir şey oldu: Koca sürpriz yaptı, yaparım dedi. Daha doğrusu demeden, gidip "mesele" hakkında açık ve net konuştuğunu öğrendik muhatabıyla. Dediğine göre "gönderiyoruz seni" demişti, tatlı ama net konuşmuştu.

Sonra koca işe gitti.

Biz bavulunu toplayacağını düşünürken ve onu nasıl geçireceğimizin kara gamlı provasını yaparken, bir baktık... işe girişmiş! Hoo?!! Evet "hafifçe" hareketlenmiş ve çalışıyor, odaları topluyor!!

Anlamamış meğer!!!!

Kaldı. Kaldı başımıza. Tam da bu şekilde. Ama ne oldu? Her olumsuz koşula olumlu antitez üretebilen polyanna kılıklı ana-kız buna da üretti: Kısmet buymuş dedik, iyi kadın dedik, alışacak dedik, Ada sevdi dedik... Dedik de dedik.

Amaaa...dünkü anneler ve bebekleri buluşmamızda olanlar hiç de olumlu tarafa kayacak gibi değildi. Asık bir surat, yavaş çekim hareketler ve işbaşında ben, o oturuyor!

Uzun lafın kısası, bugün birileriyle daha tanıştık, geçen hafta yaptığımız gibi. Ve güleryüzlü, eli çabuk gibi görünen, deneyimli, Türkçe ve Rusçaya hakim sempatik bir hanımla anlaştık.

Ve bir şekilde (öyle bir şekildi ki "biz" yoktuk işin içinde!) üç günde tanıştığımız -ve sevdiğimiz, evet her şeye rağmen sevdiğimiz- diğer yardımcımızı gerisin geri Ankara'ya gönderdik. ÇOK üzüldük. Ve yeni yardımcımızı apar topar evimize getirdik.

Fırtına bir gündü. Kalp doktoru randevumu kaçırdım -kaçırılmaması gereken bir randevuydu. Çok gerildik, çok yorulduk. Evdeyiz. Şu an Adakız uyandı, Sultan'ın kucağında. Mutlu ve çok sakin görünüyor. Ev yine sessiz ama sanki daha huzurlu gibi...

Şimdi ne demeliyim?
Hayırlı olsun, amin!

7 Eylül 2008 Pazar

Altıncı Hastalık ve Başka Düşünceler

Bugün sonunda birkaç blog okuyabildim. Merak ettiğim miniklerden, yazılarını özlediğim annelerden haberler aldım. Sonunda. Duydum ki sonbahar gelmiş, duydum ki tatiller bitiyormuş, insanlar evlerine dönüyormuş. Yazlıklar kalkıyor, kışlıklar çıkıyormuş...

Farkında değilim.

Zamanın gerisinde kaldım geçen hafta, belki de hala. Ya da zamansızlık içinde "biz"i seyrediyordum bir şekil, tepeden tepeden. Çırpına çırpına bir işler kurma çabalarımın her adımda engellerle karşılaşmasına mı, henüz hareket yeteneğime kavuşamadığım sağlık durumumla yardımcısız eli kolu bağlı kaldığıma mı, verdiğim sözleri tutma prensibimin paldır kültür yıkılabileceğini düşündüğümde yaşadığım paniğe mi... neye yanayım bilmiyorum.

...derken,

Tüm bunların aslında bir hiç olduğunu fark ettim. Bir anda. Yanan asıl miniğimdi!

Yananın asıl Ada olduğunu görmek nasıl içimi acıttı, anlayabilir misiniz? Ben hayatın tüm gereksiz cilveleriyle çırpınadurayım; miniğim ilk hastalığıyla burun buruna geldi bir anda. Yandı, cayır cayır, 39 üzeri ateşlerde gezindi iki gece. Üçüncü gün doktordaydık; antibiyotik, ateş kesici, ev. Ve bir uyarı, döküntü olursa hemen gelin. Beşinci gün döküntüleriyle birlikte tekrar Ayça Hanım'ın yanındaydık: Altıncı hastalık!

Daha birinciyi geçirmeden altıncıyı yaşadı miniğim! Çok şükür döküntülerle beraber ateşi de düştü. Şaştığım; çeşitli bloglarda ve kitaplarda okuduğum hastalığı geçirdiğini, ancak doktordan öğrendiğimde fark etmem oldu. Demek insan panik anında -ki kendimi pek de soğukkanlı bilirim- bildiklerini de unutuyor. Bilmeyenler için: Altıncı hastalık.

Kötü yanı: Bebeğinizin ateşler içinde yanması. Bebekte ateş kötü: Korku. İyi yanı: 4 günde döküntülerle beraber geçivermesi ve bebeğin iştahını ve enerjisini etkilememesi. Yaşanabilecek ek olumsuzluklar: Bebeğin keyifsizleşmesi, huzursuzlaşması, hastalığın başka enfeksiyonlara dönüşme riski. Bir de bazen diş çıkarma sıkıntıları ile beraber başa gelebilirmiş, bizimki gibi.

Kuzum ilk kez hastalık gördü. İlk kez bir gece geç saatlere kadar uyumayı beceremedi. İlk kez bu kadar yandı, cayır cayır... Ama iyi şimdi, iyileşecek yani, şu an her yerinde hala döküntüler. Geçecek...

Hastalıkla ilgili bilgiyi aldığım sitelerden birinde aşağıdaki konu başlıklarından biri şuydu: "Evdeki stres bebeği hasta ediyor". Anne-baba olarak çok dikkatli olmamız gerek. Bu minik varlıkların canını yakmamak için sahip olduğumuz sorumluluğun bilincinde olmamız gerek.

Dışına düştüğüm zamandan, kaçmak istiyorum bazen. Bilinçli şekilde yani. İşlere, "yapılması gerekenler" listesinin peşinde koşmaya ara vermek bir süre mesela. Sonrasında da kaçıvermek uzaklara. Oralarda becerip beyni boşaltmak. Çok değil, kısa bir süre.

Hayal tabii. Kendimi tanıyorum, yapamam, kaçamam. Hem şartlar da uygun değil zaten. Ama zannedersem kafamı değiştirebilirim. Hem bebeğim de iyileşti. Hem bugün yardımcımız da geldi (bu bir müjde değil!). Neden olmasın?

Aslında buralardaki eski hayatımı özledim. Mesela anne-bebek buluşmalarını. Park-sahil gezilerini. Vitrin bakmayı, yürüyüş yapmayı. Dönüyoruz, dönüşüyoruz. Güzel günler yakındır.

Yaklaşıyoruz.

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Ve Tarihe Notumuzu Düşelim

Ada bugün bağımsız ilk adımlarını attı!

Biiir, ikiii, üç adım...

:)

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Eller ya da "Mam-ma"

Erken geldi, küçük doğdu. Hastaneden çıkışında 2.600 gr'dı. Sonra büyümeye başladı. Hızla. Sebebi, iştahı. Şanslıydık, biliyorum.

Annesine çekmiş, yemek yemeyi çok sevdi. Babasına çekmiş, hiç bir yemeği birbirinden ayırmadı, hepsini istisnasız mideye indirdi. Keyifle ve sevinç çığlıklarıyla yedi. Bir o kadar da inanılmaz bir hızla, iki kaşık arası kıyametler kopartarak -nerde kaldı öbür lokma diye!

Ama artık bir yaşında, kocaman kız. Bizimkilerin anlattığı hikaye kulağımda: "Lokantaya giderdik, sen 1 yaşında çatalınla kaşığınla kendi kendine yerdin yemeğini". Hmmm, bu ben. Peki o?

O hazırlopçu. Yaşadığı mideye indirme, hem de acilen mideye indirme heyecanından çatal-kaşık tutma, zaptetme gibi bir durum yakalamamız hiç mümkün olmadı. Ama...işte iki gündür elleri imdadımıza yetişti.

Ada "ben de büyüyorum" dedi.



Afiyet olsun minik kızım, küçük canavarım. Sakın bir gün bizi de mideye indirme, tamam mı?

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Küçük Ada Tatilde

Deli bir yaz tatili geçiriyor. İstanbul'da olsaydık, bir hafta izinler kullanıp, klasik bir deniz kenarı tatil köyü yapacaktık herhalde -ondan da şüpheliydim ya. Oysa bu karasal Ankara'da Ada'nın en sulusal tatili geçirdiğinden eminim. Her gün havuza girdi mesela, çıkmamacasına. Çimlerin üstünde yaşadı. Börtü böcekle tanıştı, çiçekleri kokladı -ve tattı. Ve de ağacından meyvalar kopardı, yedi. Bolu Dağı'ndan da yüksek noktada temiz havanın tadını çıkardı. Bundan güzeli var mı?

İşte böyle günler geçiriyor Adakız. Belki anne kucağında değil, ama çoook büyük bir sevgi çemberinde. Ve yüzünden anladığım kadarıyla da bundan çok hoşnut. Daha sık gelmek gerek buralara, anneanne-dede ziyaretine, ameliyat sebebiyle filan değil, basbayağı tatile Ankara'ya gidiyoruz diyerek. Neden olmasın?

29 Temmuz 2008 Salı

Bir Yaş Gelişim Öyküsü

Ada büyüdü. Uyku ve yemek alışkanlıkları aynı güzellikte devam ediyor, hiç aksamadı. Hastanedeyken gözüm biraz arkada kalmıştı, ya rutin çökerse diye, ama bizimkiler sağolsun görüyorum ki her şey yolunda. Blog bebeklerini okudukça Ada'nın da doğumgününde birkaç adım atıyor olabileceğini düşünüyordum. Maalesef. Belki biraz kilodan, belki erken doğmaktan. Onun da sırası gelecek, n'apalım? Ama daha var zannediyorum.

Şu sıralar bir ayak emekler pozisyonda dizüstü, diğeri yürür pozisyonda balerina, yengeç yengeç ordan oraya koşuyor. Devamını göreceğiz. Ama hareketli, ve elinden tutan olduğu zaman sonsuza kadar yürüyecek izlenimi verebiliyor.

Tuvalet eğitimi meselesi. Aynen devam, çiş-kaka tuvalete. Ben ayakta olsam tamamiyle atacağız bezi ama bizimkiler cesaret edemiyor anlaşılan. Arada çiş kazaları oluyor, onu da itiraf etmek gerek. Alıştırma külotlarına geçtik, onun en küçüğü bile benim tombula büyük geliyor. Biraz erken başladık bu işe anlaşılan, ama mutluyuz. Kaka kokusu yok artık hayatımızda. Onun yerine tuvalete her çiş-kaka yaptığında Ada, müthiş bir alkış şovumuz var. Biz mest tabii.

Dişler. 9 ay bir haftalıkken peşpeşe çıkardığı alt iki dişe yeni arkadaşlar bir türlü eklenmemişti. Annem müjdeyi verdi. Üst damakta beklediğimiz orta ikiliğin iki yanında iki yeni inci belirmiş durumdaymış. Zannedersem çok çektirmeden çıkacaklar yine. Umarım...

Dillendi. Dillenmişti. Aylar önce, tekrar eden hecelerden oluşmayan ilk kelimesini söylemişti:

Horoz! = "olo", şimdi biraz "olos" şeklini aldı. Önce balkondaki Portekiz'den gelme renkli horoz biblosuyla başladı bu horoz heyecanı, sonra adadaki 'gerçek' horozlar, şimdi de Ankara'daki diğer gerçekler. Aklımıza gelir miydi, Allah'ın ü-ürüüü horozunun Ada'nın ilk kelimesi olacağı?

Ve diğerleri:

Ayak = kayakayakayakh (ille heyecanlı, ille 3 kere ve ille Kürt aksanı ile) Şapka = hak-ka (yine kaba k'ler) Toka = koka (yine kaba k'ler) Yok = yokkh (ve...yine kaba k'ler, tüm çıldırtası jestlerle beraber) Kuş = ku (tüm uçan nesneler kuş şimdilik, sinek, uçak...)

Şimdilik aklıma gelenler. Çözebildiklerimiz. Yoksa dilli düdük, sürekli heyecanla bir şeyler anlatıyor. Bir de işaret parmağıyla emirler yağdırmayı öğrenmiş ben hastanedeyken. Ne istese Hitler usulü parmak havaya, istikamet oraya oluyor. Sonra gel de yapma... Anlatabildikleri (anlayabildiklerimiz) az olsa da anladıkları çok. Hemen her şey. Müthiş bir değişiklik bu.

Ve bir hareket ki ne hareket. Evde bin kişi hizmetinde, bin kişi tokat yemiş gibi akşamı buluyor. Neyse ki hala 7'de yatıyor da akşam bize kalıyor.

Büyü bebeğim büyü... Her anını hissettirerek büyü, mucizeyi yaşatarak büyü. Şimdiye kadar yaptığın gibi.

26 Temmuz 2008 Cumartesi

Ada Bir Yaşında!!


Bugün bizim en mutlu günümüz, bugün bizim doğumgünümüz.

Adakız 1 yaşında!!!


Kalpse kalp, doğumgünüyse, doğumgünü, ennnn şekerlisinden bir slide show, hadi bakalım... Kutlu olsun ilk yaşın minik kızım!