Ada'nın gelişimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ada'nın gelişimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2009 Perşembe

Rüşvet Lolipop ve 28. Ay Doktor Randevumuz


Ve Ada ilk şekerini yedi...


Hayır hayır, ben vermedim. Şikayet edeyim: Doktorumuz Ayça Hanım verdi. Yo yo, aşı olurken ağladığı için değil, tık tık tık, henüz daha o iğne, o tombul kolu yavaş yavaş delerken ağlamışlığı yok. Düşünüyorum da, belki kızımın henüz anlamışlığı yok. Yoksa ağlamaz mı öylesine minik bir can, öylesi ince bir acıya?

*

Hastane ziyaretlerimiz bayram havasında geçti şimdiye kadar. Doktorunu seviyor miniğim. Bir de hastanedeki çocuk odasını belki, bilmiyorum. Gelgelelim bu sefer, ilk gümbürtüyü kopardı . Beklenmedik. Öyle böyle değil, ilk kez kızıma zorla bir şey yaptıracaktım. Çaresiz.

Her zaman olduğu gibi soydum miniği, doktoru da kontrollerini yaptı. Ve her zamanki gibi mutlu ve rahattı. Ta ki... kontrol bitip de gitme vakti gelene kadar. Of gerisi tiz bir çığlık sesi. Sebebi kıyafetlerini giymek istememesi... Yatmak istiyor orda Cleopatra Cleopatra, sohbetleşsin istiyor doktoruyla, giyinmesin, gitmesin istiyor.

Biz beceremedik, doktorumuz becerdi. Söyledim de, daha yemedi şeker diye, bilmez bu çubukların ne olduğunu diye. Ağlamaklı bir surat da yaptım hatta. Verdi Ayça Hanım, dinlemedi. Ama sağolsun yanında benim hatırıma ufak bir hikaye uydurabildi. Miniğim mi? O sevindi, sessiz sakin giyindi, dışarda her lokmasının tadını çıkararak güzel renkli şekeri yedi bitirdi...

Unutmadan not düşeyim: Ada 28 aylık. Boy 91 cm, kilo 15.2. Aşı: Pnömokok. Diğer aşı: Şimdilik yok. Herhangi bir sorun: Yok.

24 Kasım 2009 Salı

Bir Öğretmenler Günü Çeşitlemesi :)



Önce kutlama,




Sonra coşma,




Biraz şımarma,




Ve de cıvıma :)

*

Pek müzikal şekilde, kızımla birlikte, bu zor mesleği büyük özveri ve sevgiyle sahiplenen tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü kutluyoruz!

17 Kasım 2009 Salı

İki Yaş mı Dediniz?



Yo yo resme kanmayın, o sadece bir rüya. Eski günleri hatırlatan bir halüsinasyon sadece.

Yeni günler çok farklı çünkü. Yeni günler...  Haha anlatılmaz yaşanır diyeceğim ama, yaşamak da kolay değil ki yahu bu hayatla cebelleşen 28 aylık kuduruk hanımın yanında. Hayretle ve dehşetle izliyorum sadece. Şoktayım çünkü şokta!!!!

6 Kasım 2009 Cuma

Yerelması

Bu durum ilginç.

Ben: Etsever, sossever, tuzlusever, tatlısever, çiko ve bilumumlarına aşık, bol tatlı, az sağlıklı bir yeme alışkanlığına sahiptim. Yıl: Evlilik öncesi.

Ben: Salata tutkunu oldum. Yanında salata olmazsa yediğim yemeğe yemek demedim, yemek yemedim. Yıl: Hamilelik dönemi.

Ben: Az et yer, tatsız-tuzsuzu sever, sebzeci ve meyveci bir tip oldum, bir şekilde mutlu da oldum. Yıl: Ada sonrası.

Diyorum, demiştim; çocuklarımızın önündeki en büyük model biziz, bunun için iyiyi/doğruyu seçmemiz gerekiyor hayatımızda. Bu da bize verilen bir şans aslında. "Daha iyi, daha doğru" olma şansı. Teşekkürler çocuklarımıza!

Döneyim konuya: Yerelması.

Ada'ya örnek olacağım ya. Hayatta yemediğim biber dolması artığı biberleri yedim karşısında, yüzümü buruşturmamak için en büyük tiyatroyu oynayarak. Daha yeni katı gıdaya geçtiğimizde en kereviz kokulu seçkileri sundum önüne, adını söylerken fıstıklı çikolata coşkusuyla söyledim. Beğensin diye, o da kereviz tutkunu olsun diye. Tüm yan gözle baktığım sebzelerin adını yan çizmeden, oyunsuz, paldır küldür söyledim; onun için her şey yeni ve her şey güzel diye. Önyargısızlığını kullandım, bilerek ve isteyerek.

Yemek yapılırken peşimde kuyruk olmuş, aç kedi usülü etrafımda dolaşırken, karnıbahar haşlayacaksam çiğ verdim. Sonrasında iş rayından çıktı, salata yapılırken, her çeşit kurusu, tazesi, soğanlara saldırdı, sap sap maydanozlar yedi. Burnumu gözümü cayır cayır yakan her çeşit soğanı, bir demet nergis verirmiş gibi verdim eline.

Sonrasında iş kontrolden çıktı. Şimdilerde katır kutur sarmısak yiyor, afiyetle! Sultan'ın içi kalkıyor, bebek ama o, kokmasın diyor. Kınıyor beni hatta. Koksun diyorum. Ohhhh, missss. Doğal antibiyotikten daha güzel ne kokabilir şu günlerde?

Geneli bu konunun. Biraz detayı ise. Ada'nın 7, 10:30, 12, 3 ve artık 7'ye konuşlanmış yemek saatlerine bir yenisi daha eklendi uzunca süredir. Resmi olarak yani! Saat 5 buçuk: Çiğ sebze saati. Lahana, soğangiller, her çeşit biber -en bayıldığı galiba biberler, karnıbahar ve kerevizin yanına yerelması katıldı bu sefer. Aklıma gelmezdi, getirdi. Karşılıklı çiğ yerelması yedik ana-kız. Mutlu-mesut.


"Turpa benziyor, dii mi anne?" dedi bir de.

Dedi evet!


*Burada parantez, sebzelerimiz bir süredir Pınar'dan, bir turp yedik ki geçen hafta, böylesini görmemiştim; bilmezdim, lokum! Ağzım sulanıyor şu an.*

Biraz da bilgi: Netten öğrendiğim kadarıyla çiğ yerelması hazma iyi gelirmiş, vücudun direncini arttırır, şeker hastalarına iyi gelirmiş. Böbreklerin, pankreasın iyi çalışmasını sağlarmış. Çok az kalori içerir, kabızlığa iyi gelirmiş. Ve ve ve en önemlisi -emziren annelere bu haber: Süt yaparmış yerelması! Bir de afrodizyak etkisi varmış. Zeytinyağlısını yapardık da, bilmediğim bir şey varmış, pişirirken kabuklarını soymaya gerek yokmuş...

Bir varmış, bir yokmuş, bu yazı da burda bitmiş.

27 Ekim 2009 Salı

Oyun Grubu - Aktivite Önerileri

Aktivitelere devam:

Bu da eski tarihli (bir aydan çok olmuştur) bir aktivite. Resimleri ancak telefonumdan aktarabildim.

Hande ve oğlu Mehmet'lere davetliydik. Alya, Mehmet ve Ada, Hande'nin hazırladığı aktivitelere büyük heyecanla katıldılar. En sonunda da kendi kendilerine bir oyun kurdular.


İşte ayrıntılar:

1) Vücudumuzu öğrenelim, kıyafetleri giydirelim: Çocukların boyuna göre büyütülmüş ve duvara monte edilmiş bir erkek çocuk resminde gereken alanlara (ayak, bacak, üst gövde, baş) raf gibi çıkıntılar eklenmiş. Amaç kıyafet resimlerinin olduğu kartlardan (Kartlar Ya-Pa kartları imiş) sırayla seçerek, bunları resimdeki doğru alanlara -raflara- yerleştirmek. Bu esnada kartlarda resimleri olan kıyafetlerin adlarını/renklerini/ne zaman ve nerede giyildiğini bulmaya çalışmak.

Bana göre eğitici, çocuklara göre eğlenceli bir aktivite idi.



2) "Çuvaldaki Kedi" oyunu: Her birinin üzerinde birbirinden farklı renkte ve biçimde üç nesnenin resmi olan dokuz adet kare kart, bir masanın üzerine yerleştirilir. Çocuklar bez bir keseye doldurulmuş şekillerden -bakmadan- birer tane çekip, çektikleri nesneyi, masanın üzerideki kartlardaki nesnelerle eleştirmeye çalışırlar. Amaç keseden çektikleri nesneyi doğru şekilde eşinin üzerine yerleştirmektir. Bunu yaparken yine nesnelerle ilgili çeşitli tanımlama sorularına cevap vermeye çalışırlar.

Oyun güzel bir oyun, birkaç derece zorlaştırılarak da oynanabilir. (Mesela gözler kapalı keseden çekilen şeklin ne olduğunu, kıvrımlarına göre elimizde hissederek tahmin etmeye çalışabiliriz.) Oyundaki materyallerin renkleri ve kalitesi güzeldi. Ama benzer bir oyunu evde kendi kendimize bizler de hazırlayabiliriz.


3) Meslekler ve nesneler - ilişkilendirme oyunu: Meslekleri tanımlayan resimlerin bulunduğu kartlar, masanın üzerine dizilmiş nesnelerle eşleştirilmeye çalışılır. (Gerçek hayat nesnelerimiz: Küçük bir tencere, oyuncak bir balık, bir stetoskop, bir tekne.. ve kartlarda, karşılığı meslekler)

Biraz zihinlerinin yorgun düştüğü bu oyunun sonunda çocuklarımız kendi oyunlarını kurdular: Yemek yapma oyunu!!! En çok hayali yemeklerini karıştırmaktan hoşlandılar. Bol gürültü yaptılar, sonra da müzik aletleri çıktı. Yaşasın da yaşasın!


Çok güzel ve 'verimli' bir gündü. En son oyunun devamında dikkat ettim de, çocuklarımız artık 'birlikte' oynuyorlar. 'Yanyana oyun'dan 'birlikte oyun'a geçtik -neredeyse yani. Bu da bir kilometre taşı değil miydi?

24 Ekim 2009 Cumartesi

Minimui ve Saz-Söz

Sorulardan sonra ek bilgi: Adres: www.minimui.com/3.sayı/sayfa 61-67 - Bizim röportaja, Sayfa 2'deki "İçindekiler" kısmında 61. sayfaya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Sayfalar alt sağ taraftaki oklara tıklayarak açılıyor.
---

Deniyorum olmuyor. Daha önce kaç kere denemiştim yine olmamıştı. Bloga az uğrar olduğumdan beri, zaten minimal olan internet okur-yazarlığımın iyice yok olmaya başladığını hissediyorum. Kötü...


Neyse konu başka. Konu başlıkta.
Üç ay da rötarla.

Konu Minimui. Minimui'den haberi olmayanın kaldığını sanmıyorum. Ama yine de kendi fikirlerimi geç kalmış da olsa yazmak istiyorum.

Dergiden haberiniz varsa zaten arkasındaki emeğin farkındasınızdır (bin teşekkür emeği geçenlere!). Minimui, renkli, canlı, bebek kokan bir dergi,. Hamilelikten 6 yaşına kadar bir annenin merak edebileceği her konuda kaynak oluşturabilecek eğlenceli bir bilgi bankası. Hem annelerin deneyimlerine -özellikle video röportajları çok güzel- birinci ağızdan yer veren, hem alanında uzman kişilerin fikirlerini okurlarına ulaştıran, son derece keyifle okunan, bol sayfalı bir digital dergi. Banner'ını en az 3-4 deneme yapıp, bir türlü yan tarafa kaydedemediğim bir dergi... Hala beceremediğim... Yine beceremediğim... Neden beceremediğim??

*

Üçüncü sayısının birkaç sayfasında da biz varız. Sazlı-sözlü hem de.
Saz Ada'dan, söz benden.

Harika fotoğraflar da Ayça'dan tabii...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Coşkulu Öğrenci, Şaşkın Öğretmen

Eller, kollar havada, dönüp duruyor bizimki pür neşe. Ağızda da bir şarkı. Nefes nefese ve hafif çığlıklı renklerle söylüyor:

"ÖÖöğ-letmenimm, canım benim canım benim, seni ben çok çok, çok çok seveliiim. Seen biiil ana, sen biii baba, lay lay lalalllaaaa..."

Son zamanların favori şarkısı bu. Babası sağolsun!

*

Bir öğretmen-öğrenci durumudur gidiyor evde. Ne okula giden çocuk gördü etrafında, ne bir okul gördü. Haa belki lafını duydu bir kaç kez. Çok sevdiği kuzenleri başladı mesela okula. Ama bu nasıl bir ilgidir anlayamıyorum! Arada sırtına babaannesinin hediyesi çok sevdiği hav hav çantasını da takıyor. "Ben öölenci oldum" deyip dolaşıyor evde bilmiş bilmiş.


Ama asıl oyunumuz farklı.

Evde öö-letmencilik oynuyoruz. Haliyle Ada piyano öğrenciliği rolünü sahipleniyor ve oyunu kuruyor:

"Anne, öölenci oliim mi?" (Her çeşit itiraz hakkını yok ediveren en tatlı ses tonuyla)

Ve sorular devam ediyor:

"Derse didelim mi?"
"Notalalım neede?"

*

Her şey salonda içerdeki dersin bitmesini bekleyen öğrencilerden dolayı oldu. Bir önceki ders uzadıkça, Ada'nın da öğrencilerle sohbeti uzuyor haliyle. Hele bu öğrenciler büyük öğrencilerse... (Piyano dersine bu sene bolca anne-baba katılıyor. Yaşasın her yaşta müzik!)

Benim dersler bitiyor, iki nefes alıp rahatlamaya salona geliyorum, atıyorum kendimi en rahat koltuğa. Ama tam da o anda... Hop, karşımdaki koltuğa da benim miniş kuruluveriyor! En cici haliyle yerleşiyor koltuğa.

"Notalarımı alabiliğ miim?" (Bu soruya, her zaman afallayıp, cevap bulamıyorum)
Sonra da buyuruyor (elde hayali notalar): "Didelim"

Zar zor koltuktan iniyor ve: İlk hedefimiz ders odasıdır, ileri! Gidiyorum tabii kuzu, kuzu peşinden, hesapta öğretmen ben!

Sonrası malum...
Piyano başında her çeşit palavra nota. Ama en gerçek şarkılarla...

*

Ah miniğim bu dersler harika da, bana ne zaman izin vereceksin çalışayım?

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Bugünlerde... Her Gün Bir Renk


Oldu bile, Adakızım 25 aylık oldu. Göz aç, kapa. Bir daha aç. A a??
Bir ay geçmiş...


Mintoşum koca kız, her gün değişim içinde. Bir gün uyanıyor boyu uzamış, bir gün uyanıyor bakışta bir değişim, sanki koca gözbebekleri biraz daha büyümüş.
Bir gün uyanıyor, mız ki ne mız; bir gün uyanıyor, şakrak kuşu kızımız.
Bir gün mahsun, bir gün kızgın; bir gün damarlı, bir gün melek.

Adakızım, her güne bir renk...

Bir yaşına kadar düzen peşindeydik. Oldu. İki yaşına kadar gözlemdeydik. Tanıdık onu. İki yaşından sonra, az biraz gevşettik sanki. Uydu. Daha yeni tabii...
Bu bebeklikten çocukluğa geçişe en çok kim şaşıyor peki? E biz bittabii ki.
Lakin o pek memnun ve kaygısız ilerliyor kendi yolunda.


Nasıl biri mi şu sıralarda?
Doğa çocuğu, sosyal böcek. Kokoş cicoş, koca göbek.
Dilli düdük, şarkı, müzik...
Su perisi, kucak kedisi. Damarına basınca, yok ondan delisi.

Karakter oluşuyor yani...
Hoşuma gitti bu iki yaş meselesi (-elimde değil, kafiyeli gidiyor yazı, nasıl iş bu der birisi??? Aaaaa!!!? Yetti amaaa...) Hayır, satranç oynamak gibi. 'Gözlemle, krize mahal verme!' oyunu. Olur da krize girildiyse de, oynat tiyatroculuğunu, göster kendini. Anla, anla, anla onu...

Kızmayın bana ama ben sevdim bu oyunu.

Küçük bir bebeğin büyüme sancılarına şahit oluyorum. Ya da kabuğundan çıkma heyecanına. Hem heyecana ortak olmak gerek, hem de 'yapamazsın, edemezsin, gerçek hayat bu değil'lerle çok incitmemek. Çok şey yazarım da fazla bilimsele çevirir ibreyi. Oysaki şu an sadece hissettiklerimde kalmak istiyorum.

Bebeğim, büyümeni heyecanla izliyorum...

28 Temmuz 2009 Salı

İki Yaş Partimizden...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Ada Doğumgününü Anlatıyor



İyi ki doğdun minik kızım!

12 Temmuz 2009 Pazar

Adakuşu

Ada doğanın kızı. Geceleri mesela martı, köpek, fare (!) seslerinden uyanmıyor. Ses dediğime bakmayın, ben de severim doğanın sesini. Ama bu başka bir şey.

Martılar bebek çığlıkları gibi avaz avaz tepemizde, ürkütücü (Bizim evin diğer sahipleri onlar, koca bir martı ailesi çatımızda yaşıyor, çocuk büyütüyor!). Köpekler yattığımız odanın altında kükrüyor her kirpiye, kaplumbağaya ve tabii diğer 'düşman' köpeklere, hesapta bizi koruyorlar. Farelerse pıtır pıtır dolaşıyorlar etrafta, genelde sesleri var, görüntüleri yok. Çok şükür. Neyse, seslere pek duyarlı Adakızım'a vız geliyor, kapı pencere açık... uyuyor.


Bu aralar uyandığında ilk sözü 'annecim badem toplayalım', sonra tabii sırasıyla kayısı, dut, bir de karpuz. Ama onun konumuzla ilgisi yok, o bakkaldan ısmarlanıyor; diğerleri ağaçtan toplanıyor. Aslında daha çok babasıyla meyve peşinde, ağaç üstündeler. Bense son midesini bozduğundan beri, sınırları tutma peşindeyim -yemekte sınır tanımaz çünkü. Ama o kadar doğal ve o kadar hevesli ki, beni bile pes ettiriyor, yapacak şey yok. Yesin kuzum. Ağaçtan ağaçtan, oh.

Sonra tabii su kuşu oluyor, dağ tepe babasının sırtında kayalar üzerinden sekerek denize iniyorlar, benim de kalbim sekiyor tabii bu arada. O kadar dik ve uzun ki indikleri patika, çözüm olarak kask takması geliyor aklıma, denize gitmesin diyecek değilim ya!

Adakızım doğayı yaşıyor, ben de onun her heyecanını. Özet olarak, miniğim:

yiyor...

içiyor...

yüzüyor

:)
tombul kuş...

26 Haziran 2009 Cuma

Merdiven

Bebeğim bugün 23 aylık!

Ve biz 23.ayında, tam da bugun, onu ilk kez yatıya bırakıyoruz. Onu bırakıp gidiyoruz yani! Halasında kalacak, çok emin ellerde. İkizlerle. O kadar hayran ki Yasemin'le Selim'e, eminim çok güzel geçirecek şu bir-iki günü.

...ama...

Tuhaf bir burukluk var içimde işte, sanki kötü veya çoook yanlış bir şey yapıyormuşum gibi bir his. Biliyorum, biliyorum, mantıksız! Ben de mantıksız olduğunu çok iyi biliyorum. Çok komik, içim ona sarılıp böhür böhür ağlama hevesinde. Bu insan beyni bir tuhaf...

Oysaki o, biliyorum müthiş güzel zaman geçirecek, sadece iki kuzenin peşinden koşmaktan biraz yorulabilir o kadar!

Amaaan işte böyle...
Hala uyuyor miniğim, hep böyle bir yere gidilecek günlerde en uzun öğle uykularını çeker. Oh iyi de eder. Uyu kuşum, mışıl mışıl uyu.

Canım kızım. Çok güzel geçir şu iki günü tamam mı? 'Anne-anne' diye tutturur musun acaba? Tutturma miniğim, tadını çıkar işte. Ama o son günlerde keşfettiğin favori sahnelerini yaşatma halanlara. Biliyorum yaşatmazsın, nazın zaten hep annene.

Of hadi miniğim, uyan artık, cicilerini giydirelim sana, iki mıncık hırpalayım seni, üç-beş öpücük hırsızlığı yapayım yanağından doyasıya.

*


Uyandı. Heyecanla hazırlandı, daha büyük bir heyecanla halasıyla Yasemin'i karşıladı.

Bu merdiven böyle şenlik görmedi! İyi eğlenceler miniğim!!


25 Haziran 2009 Perşembe

Adada Ada

Adalarda, notalarda; konserlerde, alkışlardaydık. (Beni geçin, Ada için de büyük heyecandı -bir önceki post'ta görüldüğü üzere!)

Sonraaa... Dutlarda, haydutlarda (ki haydutlar, bizim gündüzleri miskin, geceleri canavar kesilen, her biri birbirinden farklı karakterli dört köpeğimiz olurlar); denizlerde
, taşlardaydık.

Sonraaa... Dut sonrası ishallerde, ishal sonrası ateşlerde, ateş sonrası uykusuz gecelerdeydik.


Sonraaa... Babaannelerle, ikizlerle, dedeyle, anneanneyleydik.


Sonraaa... İki yaşa bir ay kala krizlerde, 'anne-anne yapış'larda; ama yanısıra şen-şakrak, bol sözcük sohbetlerdeydik.


Sonraaa... Sosyal böcektik. E anne piyano başında 'melodik yoğunluk'ta olunca, üç konserde 200'ün üzerinde izleyiciyi kim ağırladı dersiniz?!


*

Kısacası keyifteydik; aktif, dinamik, heyecanlıydık. Kıpır kıpırdık; bazense mokur mokur. Arada ukalalık yapıp doğanın gürültüsüne kızdık (yuh! biliyorum ama öyle işte, uyuyamadım kaç gün). Arada sıcaktan bunalıp, Ada'nın iki kat daha bunalttığı enerjisine şaştık.

Adadaki yaz konserlerimizi bitirdik, dolaptaki yemeklerimizi de. Şimdi biraz gel-git var önümüzde, kah -dersler sağolsun- ada-şehir arası; kah şahirlerarası; belki de gerçek tatil birkaç yoğunluk arası...

3 Haziran 2009 Çarşamba

Horoz

Sabah 6.40:

"Anneciiiim... Çişim geeldi!"

*

Artık sabahları 7'de uyanmıyormuş, daha erken uyanıyormuş bazen.
Olsun varsın.

O sesle, o şekerlikle uykudan uyanmaktan daha tatlı başlanabilir mi güne?

29 Mayıs 2009 Cuma

Mahmur


Geceler tuhaflaştı. Adakızım değişmeye başladı. Gibi.

Çok inanasım gelmiyor aslında. Geceleri uyanmasına ne biz alışığız, ne kendi. Bocalıyoruz.


Miniğim birkaç gün önce ve dün gece aynı şekilde uyandı. "Annnee!!" Beni çağırıyor, hatta ağlıyor. Ama ağlamak Ada'nın huyu değil ki. Hastalık sızlanması değil bu belli, acı çekme sesi değil. Panik de değil ama sanki bir çeşit kaygı, korku tepkisi.

İki gece de uyandığında aklı başındaydı, yani gece terörü gibi değildi -o da bir kez başımıza geldi, nasıl olduğunu biliyorum. Rüyadır diye düşündüm ben de ilk önce. Ama bir şey de anlatamadı. Bir korkusu var bebeğimin. Şimdiye kadar "korku" lafını bile kullanmamışız yanında, nasıl çözeceğiz bilmiyorum.

Sohbet ederiz (!) kızımla karşılıklı. Uzun uzun. Sakin sakin. Bugünkü 'sohbetlerimiz'de açık açık söylemese de sanki referanslar karanlıktan korkmuş olabileceği izlenimi veriyor. 22 ay karanlıkta ve hiç sorunsuz yatmış olan miniğimin odasına mini lamba mı koyacağım şimdi? Mini lambalar koca gölgeler yapmaz mı? Hayalgücüne davetiye çıkarmaz mı? Bu vakitten sonra yani?

Kötü alışkanlık, üç gün üstüste tekrarlanınca yerleşirmiş. Böyle bir şey olmamasını diliyorum...

26 Mayıs 2009 Salı

Ateş Parçası

Tam 22 aylık bir ateş parçası var evimizde. Bebek değil, çocuk da değil, garip bir şey. Tatlı bir şey. Fıkır fıkır, pıtır pıtır, laf laf, söz söz bir can.

Miniğim... her ay dönümünde seni düşündüğümde, diyorum ki bu herhalde en güzel yaş olmalı. Her ay yeni bir heyecansın çünkü.

Bu ayların heyecanları başka mesela. Anlatıyorsun durmadan.
Tamam, anlatayım ben de kelimeden kısmadan:


Değişiksin o konuda. Aylar önce çalışmaya başlamıştın: "Anne-nin baba-nın, annanne-nin, babiya-nın...", sonra başladın elde bir top getirimeye örneğin "anne-ye, baba-ya, hala-ya, Ceyda'ya..." Sanki gramer dersi, sanki biri çalıştırıyor seni gizli gizli. Ama hayır. Senin yöntemin. Sağlamcısın. Önce çalışıyorsun.

Çok çalıştın bebeğim. O ekler birbirine eklendi, sözler birbirine, uzun cümlelerdesin artık.

Bil ki miniğim babandan daha çok, bendense daha düzgün konuşuyorsun!!!

Örnek mi? Örnek: Kaç hafta önce yanımıza gelmiştin elinde odandaki askıdan aldığın (ki her eve dönüşte aynen pıtır pıtır gidip astığın) ceketinle:

"Anne, bakkala pantolon almaya gidelim...mi?" Sonra ablaya dönüp: "Abla giyinsin" Sonra dersteki şarkının melodisi eşliğinde: "Haaaydi birlikte!" Ve kapı.

Hem komiksin, hem şaşırtıyorsun.

Haftasonu da adada: Elin pisi pisi der edasını takınmış, tavukların peşisıra koşuyorsun. Laf: "Tavuklaar gelin, sizinle arkadaş olalım...mı??" Şu mı, mi soru eklerine de bayılıyorum bu arada.

Özet: Konuşuyorsun artık. Her derdini anlatıyorsun, her heyecanını.

Bu konulara girdikçe, duramayacağımı yazdıkça yazacağımı hissediyorum. Dur.
Dum. Tamam.

Resimle değil, müzikle iyi aran. (Oysaki ben resim yapmayı çok sevmeni istiyordum, olsun) Beni çalıştırmıyorsun. İlle sen çalacaksın. Ya da kucağıma oturup istek parçaları sıralayacaksın: Marchiiin upp, hel-loo, goobaay şo looong, sip sip sip to maluuu... Konserler var senden gizli kulaklıkla çalışıyorum, olmuyor ama miniğim.

Gece-gündüz kuru ve mini mini külotlusun. Bizi mutlu ediyorsun, bu işten sen de mutlusun. Önümüzde bir tek yatağının parmaklıklarını kaldırma meselesi kaldı sanki. Onu da yine merasimlerle yazın Ankara'da yapalım diyorum. Şimdi belli olmaz ne yapacağın çünkü, pek annecisin.

Kıpır kıpırsın, yorulmak nedir bilmiyorsun. Yoruyorsun! Özgür ruhlu ve kendi alemindesin çoğu zaman. Oyun gruplarında, kendi kendine ne istiyorsan onun peşindesin şimdilik. Sesimi çıkarmıyor, izliyorum seni. Ama evdeyken aklın fikrin hep arkadaşlarında, hep onları anlatıyorsun, iki gün arkadaş görmesen, programları kendin yapmaya başlıyorsun. "... gelsin, parka gidelim, kaydıraktan piuuu yapalım" O nokta noktalara her gün başka isim koyuyorsun, her gün bir favori arkadaşın oluyor, onu sayıklıyorsun.

Televizyon belki 10-15 dakika açıyorum artık. İlle bale bekliyorsun, orkestra çıkarsa anlatıyorsun. "Orkestra şefi geeldi", "A aaa, abi ne çalıyo? Keman çalıyooo" Komiksin. Kendine sorular sorup yine kendin cevaplandırıyorsun. Kendi kendini eğlendiriyorsun.

Bazense yapış yapış annecisin. Masal kitaplarını, dergileri ille benim kucağımda okumak istiyorsun. Cancana ve tabii kendi kurallarınla. Hala en favori masalın "Kırmızı Başlıklı Kız" Tabii bizim verziyonumuzla. Ben ilk cümleyi söylersem, sen takibedeni söyleyiveriyorsun.

Akşamüstü 5'te, 6 yemeğinden önce yeni bir öğün hediye ettin kendine. İsteklerin havuç, kereviz, karnıbahar, salatalık gibi şeyler olduğu için sesimizi çıkarmıyor, hatta itiraf edeyim gurur duyuyoruz. Ama çoğu gün abartıp yüzbeşinci karnıbaharını gaz yapar düşünesi ile vermeyi reddettiğimizde mesela, yaygarayı kopartıyorsun. O zaman küçük bir canavar mısın diye korkmaya başlıyorum bebeğim.

Su zayıf noktan. Ödüm kopuyor bir parkta, bahçede havuz göreceğiz diye. Hakim olamıyorum sana. Denize desen, girdin evet, girmeye de devam ediyorsun. Yapacak bir şey yok. Hasta olmuyorsan, mutluysan sorun da yok.

Beş ay sonra (yani en son sessiz sedasız ve hep birlikte çıkan dört azı diş sonrasında) alt öndeki dördüncü dişin çıkıyor. Şimdilik farkında görünmüyorsun.

Bunun dışında:

Kalabalığı, sokakları, arkadaşlarını, suyu, kumu, hayvanları, kokoş kıyafetleri, çanta, şapka, gözlük gibi her çeşit komik aksesuarı çok seviyorsun. Duygularını ve kafa karışıklıklarını ifade edebiliyorsun. Çoğu zaman ciddi suratlısın, karnın acıktığında ve kendini hafif utangaç hissettiğinde hala parmağını ağzına götürüyorsun. Duygusalsın ve -şanslıyız ki diyeceğim- üzüntülerini hissettiriyorsun. Çocuk konuşması sevmiyorsun, seninle mantıklı konuşunca hem dinliyor, hem de ciddi ciddi sohbete katılıyorsun.

Tatlısın. Bazen "cici", bazen "huysuz"sun. Büyüyor, kişilik sahibi oluyorsun. Dilimin ucunda, söyleyeyim bari:

Az kaldı iki yaşına giriyorsun!!

Uzun süre yazamayınca, uzun süre yazıyor işte insan. Resim mi? Var, var. Uyku mu? E o da vaaar...

30 Mart 2009 Pazartesi

Yirmi Ay Dile Kolay

'İşyeri'ndeyim -veya 'okul'da. Her ne ise adı. Bir türlü adını oturtamadım ki bu mekanın...

Seviyorum burayı. Aydınlık ofis odasındayım.

Giriş katında oturmak ne güzel bir duygu. Perdesi, penceresi açık aydınlık mekanları hep sevmişimdir. Dışardan tek tük insanlar geçiyor. İzliyorum sessiz. İnsanların yüzleri daha bir aydınlık sanki. Bahar bulaşmış yere-göğe ışığıyla, yeşiliyle bir şekil. Sesler bile farklı. Arabalar da geçiyor güya ama duyduğum kuşların şakrak cıvıltısı. Pencerenin önünde diri tomurcuklar, toprağı delip yeşili şenlendiren yaramaz çiçekler.

Beklediğim mevsim burda, rengiyle kokusuyla.

*

Kızım ikinci baharını yaşayacak.

*

Oysa... Düne kadar kıştı bizim buralarda. Salya-sümük, hastalıklı bir hafta geçirdik. Gecesi, gündüzü; saati, dakikası uzuuun mu uzun.
Karanlık.

Bugünse, yüzümüz güneşe döndü.
Sonunda.
Miniğimin gözü daha parlak, hareketleri daha kıvrak sanki. Halindeki o kahredici peltelik, şaşkınlık, isyan, uykusuzluk yok artık.

İlk defa nezle oldu Adakızım. İlk defa burnu tıkandı. Öksürükle az biraz tanışmıştı ama göğsündeki hırıltı ilk kez sesini bu kadar duyurdu minik cana.

İlk defa uyuyamadı sonra. Görülmüş şey mi? İlk defa iştahı kaçtı! Ve ilk kez "anne, anne" diye sayıkladı uykusunda çatal sesiyle. Acıttı acıttı içimi, o biçim.

*

Adakızım yirmi ayını devirdi, yirmi birinci ayına nefessiz, tatsız, ekşi girdi.
Olsun.
Minik bedenler onlardan öylesine umulmayan bir güç sergiliyor ki, şaşmamak imkansız. Adakızım bugün cıvıldamaya başladı tekrar.

Hoşgeldin Bahar!

10 Şubat 2009 Salı

18. Ay Doktor Randevumuz

18.5 ay oldu aslında. Su gibi geçen bir 1.5 yıl, dile kolay.


Doktorumuzu ziyarete gittik bugün. İlginçtir bu kontroller Ada için eğlenceli bir gezme! Her gidişimiz bir şenlik. Turuncu atlı oyun odası var, arkadaşlar var, çok sevdiği doktorumuz var, var da var. Sonra da soyunması var, kontrolü var, aşısı var. Yaa, işin o tarafı da var.

...Hesapta.

Çünkü Ada'ya sorarsanız: Yok!
Bir sorun yok, her şey harika.

Tepki yok kızımda. Mutlu. İğne giriyor çıkıyor, içim cız ediyor, onda tık yok. Böyleydi, böyle devam ediyor.

Gelişmelere geçersek, kısaca her şey yolunda görünüyor. Bir şikayetiniz var mı diyor doktorumuz. Malum tek şikayetimiz var, çekinerek söylüyoruz. Nedense bizim şikayetimizi herkes çok şirin buluyor.

Ama bu sefer bir gerçek payı olduğu ortaya çıkıyor: Bundan önce iki ayda 340 gr alıp, normal gelişim gösteren mintoşum, son 3.5 ayda her ay ortalama 400 gr almış. Sonuç: 13240 gr olmuş! Normal alması gereken kilo ise ayda 200-250 gr arası olmalıymış.

Anlıyoruz ki kemerleri sıkacağız! Rutinimizden şaşmayacağız. Ada'yı "gözetim altında" tutacağız. İşte böyle...

3 Şubat 2009 Salı

Elma




Serin sabahlar, elma yanaklar, ciddi suratlar.
Adakızım, canım, mintoşum...

Foto Ceyda, süpersiniz!

27 Ocak 2009 Salı

Adakızım On Sekiz Aylık

Bir buçuk yaşındasın bebeğim. Heyecanlı, minik bir çocuksun. Kendine has mimiklerin, davranışların, zevklerin, seçimlerin var. Bazı yönlerinle bizden olduğunu ilan ediyor, bazı yönlerinle büyüleyici, bambaşka bir varlık sergiliyorsun.

Her sabah senin sesinle güneş doğuyor hayatıma, her akşam uykuya geçişinle sessiz bir özlem başlıyor diğer sabaha dek sürecek. Kıpır kıpırsın. Bıcır bıcır. İçinde notalar, melodiler dans ediyor. Müzikle bir hamursun bebeğim.


Komiksin, seni seyredip duruyorum uzaktan uzaktan. Oyuncaklarla az vakit geçiriyor, kitapları sanki daha çok seviyorsun. Kitabını kendin seçiyor, sıkıldığın anda "bit-tiii" diyorsun. Sonra bir gayret koca göbeğini kaldırıp, biten kitabı yerine yerleştiriyor, yenisini seçiyorsun.

Derli toplusun. Yerde bulduğun minnacık bir iplik parçası bile olsa, "çöp çöp" deyip çöpün yolunu tutuyor; yere düşen bir küçük yastıktan, sehpanın üstündeki boş bir kupadan, dolabın kapısına sıkışmış bir kravattan rahatsız oluyorsun.

Çişi-kakayı tuvalete yapıyorsun. Çişe "kaka" (gerçi birkaç gündür doğrusunu buldun), kakaya "löp" diyorsun! Çişi arada kaçırdığın için hala bez takıyorsun ama tuvalet çıkışı, "hadi kanapeye" dendiğinde tıpış tıpış odandaki kanapeye gidip, üzerine tırmanıp sırtüstü yatıyor, yeni bez takılması için hazır durumda bekliyorsun. Diyorum ya, şaşırtıyorsun.

Uykuda yine bir meleksin. Uzun uzun uyuyor, güzel güzel büyüyorsun. Bu ay birkaç kez kabus görüp bizi korkutmuş olsan da, genelde mutlu uyuyor, mutlu uyanıyorsun.


Yeni ortamlarda temkinlisin. İlk beş-on dakika sana gözlemleme şansı verilirse şayet (ki anlıyorum ki bu zor bir durum), ortama kendi kendine girip, kendine yer açıyorsun. Bazen baş rol oynamayı (mesela aile ortamında seni destekleyen alkışlar ve müzikler eşliğinde şarkı söyleyip dans etmek), bazen ise gözden kaybolmayı (mesela kendi arkadaşlarınla birlikteyken herkesin oynadığının dışında bir şeylerle ilgilenmek) tercih edebiliyorsun.

Çoğu yaşıtın gibi henüz büyüklerle ilişkilerin, yaşıtlarınla ilişkilerinden daha iyi. Yaşıtlarınla grup ilişkisinden çok, kişisel ilişkil kurduğunda daha rahatsın.Gün geçtikçe iletişim becerilerin gelişiyor, paylaşmayı öğreniyorsun.

Bu aralar "anneci"sin. Ahh ne güzel bir duygu. Amaa... bazen bir dakika banyoya girmem, kısa bir telefon görüşmesi yapmam bile kızdırıyor seni. Olur da senin yanında başkasına bir şey anlatıyor olsam, en tizinden tepkini dile getiriyorsun. Bu aralar biraz sinirlisin.

Gevezesin, papağan gibisin. Her gün yeni birkaç kelimeyle şaşırtıyorsun bizi. Yüzündeki mimiklerle ise, anlatıyorsun tüm hikayeni.

Yemeği hala çok seviyorsun, yemeğe çağırıldığında en saf sevinç çığlıklarını atıyorsun. Yemek seçmiyor, doymak bilmiyor, e hafiften de ürkütüyorsun bebeğim.

*

Göbeklisin, yanaklısın; tatlısın canım kızım.
Duygulusun, sevgi dolusun, yaşama nedenimsin minik kuzum.
Seni çok seviyorum kocaman bebeğim...