12 Haziran 2010 Cumartesi

Karman Çorman

Her gece kafamdan blog yazmaya devam ediyorum. Nasıl bir alışkanlıkmış...

Alışkanlıklarıma bağlıyım. Öyle böyle değil. Olmazsa olmazlarım vardır hatta. Mesela keyif yapmadan, sadece karın doyurmak için, hızla yemek yiyeceksem, yemem. Başlamam bile yemeğe, aç kalayım daha iyi.

Bu da onun gibi herhalde. Yazmış olmak için yazamıyorum. İstiyorum ki, önümde sınırlanmamış zamanım, yanımda kahvem, eşlik eden ruh halime uygun müziğim olsun. Kafamda yapacaklar listem titreşmesin, yanıp sönmesin acilleri "caart, caart" sesler çıkara çıkara beynimde hayali. Telaş olmasın yani kısaca. Kafam odakta olsun. Sayfanın sahibi kızımda yani.

E ama olmuyor işte her zaman.


Aman ne biçim laf etmişim. Aslında odak her zaman Ada. Beynimin her kıvrımında miniğim. Kah gelişimleri karşısında heyecanlı, kah olur olmaz tekrar eden yeni yeni problemler karşısında şaşkın. Bir gün bir güne uymuyor, ilginç. Bir uç, bir ucu takibediyor, manik depresif bir hal yaratıyor bünyemde olan biten.

Bugün nötrüm madem, kahvem de yanımda hem, müziğim yok ama olsun, dışarda cıvıl cıvıl kuş sesleri, parktan gelen çocuk kahkahaları, yazayım dedim fırsat bu fırsat. İyiyiz, hoşuz. Yaz sarhoşuyuz, daha çok bitkiniyiz demem gerek belki de. Özet olsun mu? Olsun. Ne mesela? Okul meselesi?

İşin güzel yanı bu konu. Güzel başladı, zor devam etti. Ben götürme işini ablasına bıraktığımdan beri ise, düzeldi gitti. Meselesi okul değil, bendim zaten. Öyle seviyordu ki okulu, benim de onunla olmamı istiyordu -hala da bir şey değişmiş değil tabii bu konuda. Ne mi yaptım? Çok kişinin yapmadığını. Net oldum, tek defada anlattım. (Vay be, neler yapmışım!!)

...Haha bu paragraftan sonra bin defa, yazdım da yazdım, sonra sildim de sildim, bir daha yazdım. Ve tekrar sildim. Belki başka bir postta uzun uzun anlatırım, kim bilir? Ama yazmaya söz vermiyorum artık, dersimi aldım.

Şu an hayatının en pozitif bölümü okul diyebilirim. Bütün akşam öğretmenini, arkadaşlarını, yeni öğrendiği cümleleri dinliyoruz. Coşkusu pek etkileyici. Yine de hala evden zor çıkıyor, ama napalım?


Büyüdü. Uzadı, inceldi, tipi değişti. Çocuk oldu. Kıpır kıpır, hareketli, dediğim dedik bir çocuk. Seyrediyorum bazen. Şaşıyorum hala bir kızım olduğuna. Sarılıyorum hala, bunalta bunalta garibimi bu sıcakta. İkibuçuk yaşına kadar dünyanın en kolay anne-babalığını yaşattı bize. Yumuşacık bir bebeklik geçirdi. Şimdiyse bir küçük canavar bazen. Terrible two filan çok anlamamıştım, inanmıyordum öyle şeylere. Ama 3'e 2 ay kala pestilimi çıkarttı, çaresiz bıraktı. Öfke, hüzün, inat, garip şeyler... Çok yoğun duygular yaşıyor. Şanslıyız ki, bir şekilde derdini dile getirmeyi beceriyor ama zor bir zaman geçiriyor miniğim. Sıkıntıları var. Onun için özellikle şu aralar geçirdiği her mutlu anın, yüzünde beliren her tebessümün benim için değeri başka.

Bunları da atlatacağız. Bir şekilde...

Ne yazdığımı da şaşırdım şimdi.
Karman çorman...

* Fotoğraflar Ceyda'dan

4 Haziran 2010 Cuma

Galata Festivali'nde Son Dakika Konseri

Bu akşam çalıyoruz, söylüyoruz. Bekleriz.


Rudi Romeri, kontrtenor
Yapıncak Okyar, piyano

Galata Derneği, Galata Kulesi sok. no.21
(Galata Kulesi arkası)
Saat: 19:30
Giriş serbest.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Deneme Bir Ki

Blogspot değişmiş.

Artık değişikliklere adapte olamıyorum. Zor. Dakikalarla boğuşmak, şu sıralar ihtiyacım olan şey değil.

Bilgisayarım değişti, resim bile yüklemeyi beceremiyorum diye hayıflanırken, karşıma şimdi de bu değiştiremediğim, fontlarla oynayamadığım küçücük karınca yazısı çıkıyor.

Yok mudur çaresi?

*
Ohoo resim bile yükleyemiyorum, nerde bu button'lar, n'oluyor, burası neresi? Yardım edin, imdaaat...

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Mutluluğun Resmi


Şimdi ağlayarak ayrıldı evden. Oysaki bu gülüş her şeye bedel...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Madde Madde Foto Foto

Ne kadar uzun süredir yazmamışım... Her gece aklımdan yazıyorum bir post aslında. Garip dönemlerdeyiz yine. Özet geçmek gerek artık ama geçilecek özet yok, öyle güzel ve yoğun hikayeler yaşıyoruz ki bu aralar. Yine de kaybetmemek adına başlayayım madde madde:

1) Her anı bin cümleye bedel harika bir 23 Nisan geçirdik. Ben susayım resimler anlatsın:





Fotoğraf: Ayça Oğuş

Erin'le Ada garip bir huzurlu ilişki içindeler. Kızım o gün de ergenliğin en sancılı dönemlerini yaşıyor kadar sinirli ve huysuzdu. Öyle böyle değil ama... Ama Erin'in tüm o huysuzlukları görmezden gelen kırk yıllık arkadaş dozundaki anlayışlı ve yumuşak yaklaşımı, sihirli bir değnek gibi Ada'yı sakinleştiriveriyordu. Sohbetleri "Erin'cim, Ada'cım" diye sürüp gitti. Sohbetleri bitmedi. Biz iki anne ise şaşkınlıktan dilimizi yutmuş vaziyette güzelliklerinin hallerini dikizlemekle meşguldük. Ha bir de, geçen sene 1 Mayıs'ta deniz açılışını yapmıştı, bu sene 23 Nisan'da yaptı! Kutlu olsun!

2) Ertesi gün yine Ayça'nın harika fikri sayesinde kendimizi, Disney Müzikalleri'nden eserlerin programı oluşturduğu Doğuş Çocuk Orkestrası etkinliğinde bulduk. Söylemeye utanıyor ve itiraf ediyorum; Ada'nın ilk gittiği sahne gösterisiydi bu. (Rezalet!) Uyku saatlerinin dokunulmazlığı yüzünden ve de çocuk tiyatrolarının tam da bu saatte konuşlanmasından dolayı bir kaç deneme yaptıysam da kendimizi bir tiyatroda bulmayı bile becerememiştik. İlk sahne deneyimi, ilk aşkına denk düştü: Müzik! Arkada koca sinemaskop görüntüler olsa da, o daha çok müzisyenleri ve müziği takibetti. İki dakikada bir yinelenen "Mısır istiyorum" krizi olmasa, hiç de fena değildi diyebilirim. Coşkusu görmeye değerdi, hop oturdu hop kalktı. Sevdik biz. Çocuklar da iyi çaldı doğrusu. Ayça'ya bin teşekkür bizi ayaklandırdığı için!

3) Okul. Ah. Of. Oh. Vay be. Eyvah. Acaba? Her gün yeni bir ünlem doğuruyor bu okul işi. İlk gittiği günlerde ayrılırken aldırmazlık ve dönmek istememek, hemen takibinde ciyaklayarak girmek istememek, hatta içerde ofisten çıkmamak, sınıfa girmemek. Sonra benim gidip oturmam, onun girmemesi. Sonra benim bırakmam, onun çıldırması, anında sakinleşip, dönüşte parlayan gözlü ciddi mutluluğu. Sonunda ablasının bırakması. Bugün ise evden beni öpüp bay baaay diyerek çıkması...

Durum net: Okulu, öğretmenini ve arkadaşlarını seviyor -şimdilik en azından (Her gece öğretmenini görüyor rüyasında, "Gülümsüyor"muş!). Sorun belli: Benden ayrılmayı sevmiyor. Hayatında büyük yer eden Sultan'ın ani gidişi ve aynı anda hiç hazırlanmadan başımıza çıkardığımız bu okul işi, benimle ilgili bir güvensizlik yaratmış durumda Ada'da. Sıkıntısı her şeye yansıdı. Tepemde yaşayan bir minik şu anda, sürekli, kucağımda, bacağımda. Başlangıçta gece uykularını da etkiledi. Ben onu yatırıp çıkarken, uyumaz oldu birden. Kontrol de kontrol. Feci bir kaç gün geçirdik. Sonra orda da sistem değişikliğine gittik ve şimdi yeni rutinimizle rahatız. Bakalım...

O kadar kuvvetli ki aslında. Resmen duygularını kontrol etmeye çalışıyor, niyetleniyor yani, çaba sarf ediyor, anlıyorum. Ama bir noktada duygular bastırıyor ve küçücük bir minik oluveriyor, savunmasız. O kadar iyi anlıyorum ki onu. Canım miniğim. Kendi minik yaşamına göre ne büyük değişiklikler bunlar.

4) Gelenler, gidenler, olanlar, bitenler: Artık Nigar'ımız var. Çocuksu, güleryüzlü, ağır elli ama olsun, Ada seviyor, biz de. / Annem ve Büşşin geldi, onları bunalttım gittiler! Ama kriz günlerimizde çok yardımları oldu. Sağolsunlar. / Radyo istediğim gibi olmadı, kalbim pıtpıttı çok, kendimde değildim nerdeyse, aritmi. Belki heyecan, belki yorgunluk. Yansıdı tabii. Music Together, devam. Sonuna bile geliyoruz dönemin. Yaz dönemini de açmaya karar verdik, başladık yine çalışmaya. / Dün, Ada'nın büyükdedesinin Büyükada'da düzenlenen 67. Ölüm Yıldönümü Sempozyumu vardı. Fethi çok koşturdu, bense derslerimi bırakamadım, gidemedim. Ada ordaydı. Çok güzel geçmiş tüm konuşmalar, çok katılan varmış, sevindim. / Ada fiziki aksiyona verdi kendini. Babaannesi ve Ceyda sağolsun, her an parkta, sahilde...

Fotoğraf: Ceyda Eldem

5) Ada kendini erkek sanıyor. Daha doğrusu kız olmayı reddediyor. Çok kurcalamasın diye ben de kurcalamıyorum. Kızlar şöyle, erkekler böyle konuşmalarına girmiyorum. Zaten hiç sevmem. Ama herhangi biriyle başladığı sohbette, ben abiyim filan dediğinde, millet anlatmaya koyuluyor ve bizimkinin de morali bozuluyor. Kafası karışıyor. Çiçekli her şeyi reddediyor, elbise giymiyor, arabalardan hoşlanıyor ve "ben erkekim" diye dolaşıyor. Hayırlısı, ne diyim? Abi olmadığı zamanlardaysa bebek bu arada! Cidden yani. Öyle hissediyor kendini. Garip bir dönemdeyiz anladığınız.

Fotoğraf: Ceyda Eldem

6) Ben iyiyim, sağlığım fena değil. Yorgunluk ve stres iyi gelmiyor o kadar. Piyano çalışmayı özledim yine. Ama onun yerine bol bol şarkı söylüyorum...


2 Mayıs 2010 Pazar

Yarın Radyo 3'te


Yarın 22.10'da TRT Radyo 3'te "Müzikle Gelen" programında Murat Üçkardeşler'in canlı yayın konuğuyum. Birkaç telden müzik dinleteceğim radyo dinleyicilerine. Bir de bol sohbet olacak anlaşılan.

Neler konuşacağız, soruların içeriği ne olacak hiç bir fikrim yok. Ucunda müzik vardır elbette, ama şimdi müzik dediğin bir okyanus. Heyhüla bir başlığın içinde, nerelerde çırpınıyor olacağım acaba canlı yayın, canlı yayın?

Hem de bu dağınık kafayla...?

24 Nisan 2010 Cumartesi

Ne Bayramdı Ama

Böylesine gerçek bir çocuk bayramı yaşamamıştım.


Ada yaşadı.
Ama ne yaşamak...

*
Yazılar da resimler de yarına. Lakin bitmiş durumdayım, kelime anlamıyla yani, finito...
Uyku kaçmadan Yapo kaçar.

Canım çiçek, böcek resmi yapmak istiyor yahu. Sarhoş muyum neyim, n'oluyor?

15 Nisan 2010 Perşembe

Ve Ada Okullu Oldu

Şapşal gibiyim. Aslında ağzım kulaklarımda, ama kalbim pıtpıt.

Eve gideyim diyorum. Manasız geliyor. Neden yani? Eve hep ya Ada'yla ya da Ada'ya kavuşmak için giderim, değil mi ama? Yolumu değiştireyim bari diyorum. Eve gitmek gelmiyor içimden.

Biraz dolaşayım caddede mesela. Ama tuhaf, biraz 'eksik' hissediyorum kendimi. Fazla sakin geliyor her şey. Oysaki kalbim pıtpıt. Dükkan görecek gözüm yok. CKM'ye doğru dönüyorum. Birkaç broşür bakar, kitapçıya uğrarım diyorum.

*

Kafamda düşünceler, sorular dönüyor da dönüyor. Yanımda biri olsun sürekli sorup, onay alayım istiyorum.

- Çok mutluydu değil mi?
- Nasıl ama hemen içeri girdi?
- Hiç yabancılık çekmeyecek galiba?
- Nasıl, giderken suratıma bile bakmadı?

O duymadığım onay sözcükleri yerine, kendi kendime sorduğum her soru sonrası ağzıma yapışmış olan tebessümü cevap niyetine daha bir büyütüyorum. Kafamı sallıyorum ulu orta. Bir onaydan, öne arkaya; bir hayretten, iki yana. Nerdeyse sesimi tutamayacağım, kaçacak ağzımdan, kendi kendime konuşmaya başlayacağım. Kahkaha atmak istiyorum bir de.

İnsanlar genelde hüzün yaşıyordu sanki, üzüntü duyuyordu. Ben neden böyleyim?
Şaşkınlık mı sebebi, yoksa gerçekten hazırlıksızlık mı? Farkında mı değilim mesela?
Gerçi caddede yürürken hissettiğim yalnızlık ağır ama mutsuz da değilim işte.

*

Giriyor içeri. Arkasına bile bakmadan. Kendi boyunda üç minik görüyor, minik minderlere oturmuşlar. Belli ki birileri daha gelecek, çember oluşacak. Onlarla gözgöze geldiğinde, minikler şaşkın, tepki vermiyorlar. "Günaydın" diyor bizimki. Ses yok. Ben "günaydın" diyorum ses yok. Ada iki kere daha söylüyor. İkincisi biraz yüksek sesle, hani 'duymuyor musunuz?' dercesine jestleriyle de soruyor. Kızlar hazırlıksız ya, şaşırmış, bakıyorlar öyle. Ses yok. Ben diyorum, "belki ingilizce söylememiz gerek, belki de bilmiyorlar türkçe Ada". Bu sefer, 'good morning' diyor bizimki. Yine no cevap mintoşlardan.

Bizimki kırıldı, kırılacak, o kadar heyecan, böylesi bir duvar, olmadı yani...

Diyorum ki "belki duymuyorlar Ada'cığım". İçlerinden biri duyuyoruz diyor, sonra 'good morning' diyor, ağzından çıkardığı anda o iki kelimeyi, o da belli ki rahatlıyor. Diğeri hemen arkadaşına katılıyor. 'Burası bizim sınıfımız, biz burayı çok seviyoruz, ingilizce de konuşuyoruz!!'

Tüm açıklamalar geliyor yani, istesek bu kadar iyi cevap olmaz, geç gelse de. Tek tek onlara tanıtıyorum kendimi, Ada'nın annesiyim diyorum, yeni bir arkadaş geldi sınıfınıza diyorum, sizin adınız ne diyorum. Tek tek tanışıyoruz, tanıştığımıza memnun oluyoruz. Sonra Ada tanıtıyor kendini, tek tek yanlarına gidiyor, adını söylüyor, tanışıyorlar. Birinin hiç sesi çıkmıyor. Sessiz konuşuyor yani ama bakışı samimi. Kabul ediyorlar yeni arkadaşlarını aralarına. Bizimki ise bu kabule çok minnettar, hemen minderini alıyor, oturuyor yanlarına.

Bu kadar.

Bu kadar yani.
7 saat sonra da zili çalıyorum, beni o karşılıyor.

*

Yine aynı şey oluyor işte. Sürekli dünü konuşmak, Ada'yı anlatmak istiyorum. O sürekli çocuklarını anlatan annelerin her cümlesinin kulağımda bin kez çınlayıp, beni deli etmesi gibi; şimdi kendi coşkum beni deli ediyor, kulağımda kendi sesim çınlıyor. Mahçup hissediyorum kendimi o annelere karşı. Elimde değil, tekrar tekrar beynimde aynı kalıplar:

- Çok mutluydu gerçekten.
- Hiç çekinmedi, hemen içeri girdi, 'kaynaştı'.
- Hiç yabancılık çekmeyecek galiba.

*

Ne olur bilmem. İlk gün mutlu oldu. Bugün gitmiyor diye üzüldü.
İlk gün mutlu oldum, bugün okul yok diye sevindim.
Yarın gidecek diye üzülüyorum...

14 Nisan 2010 Çarşamba

Kipitap'ta, Müzik Hakkında

"Çocuk kitabı seçmek ciddi bir iştir" diyen kipitap.com'u bilmeyen, duymayan var mı? Ordan renk renk, hikaye hikaye kitaplar almayan? Kipi'nin günlüğüne göz atmamış olan, sitedeki makalelerden faydalanmamış olan?

Yok, yok biliyorum.

Ama son zamanlarda tıklamayanlar için bir davet olsun bu tık o zaman. Kapıyı ben açıyorum bu sefer, Kipi'nin Günlüğü'ndeki söyleşiye buyrun. Biraz müzik, biraz kitap, biraz çocuk, biraz hayat...

*Of, resim yükleyemiyorum.
*Eyvah, geç kalıyorum!

13 Nisan 2010 Salı

Değiş TonTon

Oysaki bu anlam çıkmasın diye yazarken kullandığım ses tonuma biraz dikkat etmiştim.

Sandığınız gibi değil.
Kardeş beklemiyoruz Ada'ya.
Heyecanlı olurdu gerçi...

*

Bunu belirttikten sonra sayfayı kapamadan devam edenler için kısaca durumu yazayım. Meraklandırdığım için özür dileyerek tabii.

Bir hayat yoldaşımızı yolcu ediyoruz yakında. Çok yakında. Perşembe akşamı. Ada'nın "abla"sı, evimizin "Sultan"ı, evine, çocuklarına dönüyor. Bizse biraz öksüz kalıyoruz. Biraz'ı az bile hatta.

Hazırlıksızdık, öyle hazırlıksızdık ki Sultan bile memnun olmadı bu işe neredeyse. Hep hayal ettiği sürprizi yapamayacak çocuklarına diye. Sebep memleketinde yaşanan bir sağlık sorunu, orada olması gerekiyor. Elinden bir şey gelmeyeceğini de biliyor ama işte öyle... Onun dönmesini istiyor ordakiler.

Yine de 'hazırlıksız oldu her şey' diyor. Bu şekilde dönme hayalleri kurmadığını söylüyor durmadan. Planım, programım vardı diyor, sürpriz yapacaktım diyor. Daha şunu, şunu alacaktım, çat kapı gidecektim, en istedikleri hediyeleri götürecektim... Sonra da gözleri yaşarıyor, nasıl bırakacağım Adakız'ı diyor.

Sonraysa onun iki katı doluyor gözleri yine. Gülüyor.
Çocuklarına kavuşacak...

*


Bizim için de hafif şok oldu. Ama benim "Değiş TonTon" karakterim (hatırlayan var mı o çizgi filmi?). Şeklimi aldım fark etmeden yine. Şekil alamazsanız bu hayatta, hayat zor çünkü. Ada'ya da yine olayı -parantez içine- tüm açıklığıyla söyledik. İlk duyduğunda garip şekiller aldıysa da, şimdi daha iyi görünüyor.

Sonuç?

Ben çoğunlukla evden çalışan bir anne olmama rağmen, sonuç olarak uzunca bir süredir "çalışan anneler" kategorisindeyim. Ada ise 2.5 yaşını devirmiş bulunuyor, üstüne birkaç ay fazlasıyla hatta. 3 yaşında başlamayı düşündüğümüz serüvenimize, yol-yordam bilmeden 'dalmış' bulunuyoruz.

Gerçek sonuç, birkaç gün içinde belli olacak.
Ada yarı okullu, ben de yarı özgür olacağım.

*

Aslında bakıyorum da, eksikliğimiz, tazeliğimiz olacak sanki. Bakalım...