5 Mart 2010 Cuma

İki Satır Niyetine

Şimdi, ben bu 3 gün kuralına inanıyorum. Bebeklerde kesin öyle de, büyükler de öyle değil mi?

Üç gün geç kalk, dördüncü gün tembel bir insan oluyorsun. Üç gün sağlıksız beslen, dördüncü gün sağlıklı beslenmeye düşman, her gördüğü yiyeceğe ağzı sulanan aç bir canavara dönüyorsun. Üç gün yazma, bilgisayarı açmamaya başlıyorsun. Nedense bu üç gün olumsuz eylemlerde tutuyor.

İyi bir eylemi alışkanlık edinmek için bilim insanlarının dediği gibi ya 21 güne, ya da 40 güne ihtiyacın oluyor. Muş.

Bloga döneceğim. Bir gün yazmıyorum, oluyor onbir gün ara; üç gün yazmasam dediğim oluyor, yaşananlar belgelenmeden uçuşup gidiyor, açmıyorum bile bilgisayarı. Dahası bazen aklıma bile gelmiyor. Gidi gidi, çok ayıp. Ama n'apayım? Böyle...

Onun için bugün laf olsun-torba dolsun olsa da, alışkanlık edinmek niyetiyle iki çiziktiriyorum bu bembeyaz sayfaya. Aslında lafım var, hem de torbaya atılası değil. On kuruş satılası da değil.

Sinirlerimi cızzz ediyor düşününce, alnıma kızgın surat yapmaktan -otomatikman- iki ekstra kırışık ekliyor anında, derininden: Bilgisayarımı kaybettim ben.

"Hırsız çaldı" lafını söylemeyeyim diye öyle yazdım. Ama işte öyle: Hırsız girdi, laptopumu aldı gitti. Bu kadar. Ada'nın tüm resimleri ve miniklik videoları ile beraber. Ve bilumum günlüklerim, belgelerim, bilgilerim, kitabım, tezim...

Biraz zaman geçti üstünden. Ondan bu rahat yazışım. Yoksa sesimin kısıklığı, parmaklarımın donukluğu da o vicdansız yaratık yüzünden. Anlayamıyorum... Anlamaya çalışmamak en iyi.

Giden gitti. Şimdi miniş bir netbookda debeleniyorum, kolay değil. Ama en azından bu var. Yakın zamanda -umarım çok yakın zamanda- yeni tuşlu dostum gelecek. O zaman işte bu sayfa renklenecek.

* Yok yok her şey gitmedi. İnternet ortamı sağolsun, email ekleri, vs, bir takımları hala buralarda bir yerde.

2 Mart 2010 Salı

Bu da 2, yedi fazlasıyla!


Bir başka deyişle, 2.5+1. Ya da 31 kısaca. Tam tamına 31 aylık küçük bir "çocuk" artık Ada.
Benim kalbimse 31 günlük taze bir annenin kalbi gibi pırpır hala onun yanında...

1 Mart 2010 Pazartesi

Bir 1 daha...

1 Ocak'ta Kış Güneşi doğarsa, 1 Mart'ta da bahar güneşi doğar. Olan kaynayıp giden Şubat'a mı olmuştur, kaydedilmemiş 'ilk'lere mi, tuşlara değmeden her gece kafada yazılmış romanlara mı, dondurulmamış 'an'lara mı olmuştur bilinmez.

Kendime sözümdü 'en azından' 1 Mart'ta tekrar yazmaya başlamak. Hani baharın ilk günü ya, hani kışın arka kapısı ya, yeni hayallerin başlangıcı ya, hani '1'den başlamak güzeldir ya...

Resim yok -aslında çok tabii. Ama alet edevat gerek, akrep yelkovan gerek, olayları sıralayacak zihin berraklğı, anıları yanyana getirecek ruh sükuneti gerek. Yok n'apalım. Ama verilen söz tutulur. En azından sade bir "iyiyiz" demek için. Hani okuyan kaldıysa bizleri.

Bir de kızıma mahçup olmamak için daha fazla. Bu en renkli günlerinde boş ve renksiz sayfalarla çıkmamak gerek karşısına yıllar sonra.

Yine de başlamak zor.

Bak işte, gördün mü miniğim? Beceremiyorum zor.

Ama iyisin, şeker pembesin, fıkır fıkır, kikir kikirsin, hayatımın neşesi, kalbimin her atışı sensin. Yazmadı annem diye kızma yani.

Yaşıyorum seni.

1 Ocak 2010 Cuma

Kış Güneşi


Yeni yılın ilk gününe uyandık. Dünden farklı bugün. Dünden güzel. İnanıyorum bu yıl güzellikler getirecek. İlk günün sabahında ışıyan kış güneşi, tüm mevsimleri aydınlatacak. Sanki...

*

İnanıyorum.
Değişiyorum.

Değişmek güzel bir şey olsa gerek...

28 Aralık 2009 Pazartesi

Kutlamalar Zamanı


Bir hız, bir fırtına. Gelenler, gidenler; partiler, yemekler; şehirler, mekanlar; kavuşanlar, ayrılanlar...

Atlamak olmaz. O zaman başlayalım anlatmaya. Önce yakın-uzak'tan sevdiklerimiz geldi. Çok zaman rötarla. Ve sonunda! Sevindirdiler bizi, en çok da miniğimizi. Benim için de birkaç günlük ara oldu hayata. Ve sorumluluklara. Zira tam da Music Together'ın deneme dersleri haftası öncesine konumlanmıştı heyecanlı gelişleri. İyi ki geldiniz Leyla Abla, iyi ki geldin kızımın yeni arkadaşı Seval Abla'sı!

Sonra...


Sonra partiler başladı sırayla. İlk 'geleneksel' kutlamamız Ceyda'daydı. Biraz biraz önceden bu sene. Aman ne heyecan, ne azgınlık. Ada için tam bir bayram. Azdı, coştu, yedi, yuttu. Yaşasın festivaller zamanı! İkizlerle, halayla, Ceyda'yla, babinneyle, Eliane'la, Dorot'la, Şule'yle, oh oh çok çok eğlendi. Hepsine bu büyülü gün, harika hediyeler için teşekkürler. En çok da Ceyda'mıza...

Devam. Diğer parti de artık gelenekselleşen partilerdendi. Bu sefer İskender'lerin pek güzel, pek sıcak, güzel manzaralı yeni evlerindeydik. Saati bizim miniğe uymadığı için o uyuduktan sonra çıkmıştık evden. Evsahiplerinin Ada'yı görmeyince bizi neredeyse kapı dışarı etme(!) girişimleri ile karşılaşınca; anladık tabii özel davetlinin aslında Ada olduğunu. Bir dahaki sefere, bir dahaki sefere söz...

Sonra vurduk kendimizi yollara. Klasik: Ankara. Hiç yaratıcı değiliz, değil mi? Bu sefer karsız ve yumuşak bir hava. Gelir gelmez en büyük nüfuslu partiyle çalkalandık. 50+ diyeyim anlayın. Gönlü bol annem. Şen şakrak annem. Hayat dolu annem. Ve tabii yanında can arkadaşı, hayat yoldaşı, sohbeti keyif babam. Duygulu, duyarlı babam. Hayat dolu babam.

Tamam tamam gözyaşlarını silelim, devam edelim.

Aslında devamı da gözyaşı. Heyecanla karışık bu sefer. Yeni ufuklara, yeni hayatlara uçacak bu gece en miniğimiz ve en sevdiklerimiz. Kuzen Meltem'le Rabi, minnoşumuz Enis'le birlikte Kanada'da devam edecek hayatlarına. Her şeyin çok güzel olacağını biliyorum. Ama biraz üşüyecek, çokca çokca da özleyecekler. Çaresi var ama; dinlemediler işte. Gittiler. İyi yolculuklar size! Halahala emin ellerde biliyorsunuz, değil mi? Çok özleyeceğiz sizi. Çabuk dönün, e mi?

*

Yeni yıla kaldı, kaç gün?

Hem içinde, hem dışındayım bu hikayenin...

20 Aralık 2009 Pazar

Süslü Sevgi Sakin Işıltı

14 Aralık 2009


Süsleri yemeye kalkmadı, ağacın iğnelerini bile yolmadı; boynundaki süs şeridi ile en acaip düğümü yapmak için debelenmedi, ağacın üstünde neden kuşlar yok diye yaygarayı basmadı, 'ben ağacı eldiven takıp süslicemmm!' diye de tutturmadı!

Aksine,
Beni mahçup edercesine;

Birlikte seçtiğimiz yumuşacık müzik eşliğinde, istediğimiz süsleri canımızın çektiği yere astık. Bir o, bir ben. Sırayla... Kutudan fotoğraf karesine, tüm aşamalarda sakin, mutlu ve azıcık (tatlıcık) da heyecanlıydık. İlk yılbaşı ağacımızı büyük ciddiyet ve daha da büyük bir sevgiyle süsledik...


16 Aralık 2009 Çarşamba

İyiyiz İyiyiz...



Evet kayıptım yine. Evet yazamadım günlerce.
Izdırap!
Bu 'günlük' böyle bir şey. İster dünya aleme açık bir blog olsun, ister özenle gizlenmiş kilitli fiyakalı bir defter, yazmadın mı böyle hissediyorsun işte, elde değil.

*
Ama diyeceğim de o değil.

Diyeceğim şu: Kocaman bir teşekkür, posta kutuma düşen sürpriz emailler için. Ne kadar iyi yürekli, kalpten insan varmış bizi okuyan, merak eden.

Merak etmeyin, biz iyiyiz, hiç bir sorun yok.
Yazamamamın sebebi koşuşturmaca diyelim, yeni dönem başlıyor ya. Bir de tabiii... yanımdaki 2.5 yaşlık minik bir 'karakter' desem?

Anladınız, anladınız siz onu!

*

Bu arada güzel şeyler de yaptık. Tembellik etmeyip yazacağım yakında, söz!

15 Aralık 2009 Salı

Bize Dair Eski Bir Hikaye...

Bu sayıyı dışarda bulamayınca,
Sonra da beklediğimiz postacı kapımızı uzun süre çalmayınca,

Neredeyse 'böyle bir yazı yazmış mıydım gerçekten?' diye düşünmeye başlayacakkeeen...


Sağolsun
Nurdan, bugün Çocuğum ve Ben Dergisi Kasım sayısı elimize geçti.
İşte buyrun: Bize dair eski bir hikaye...


* Artık bir scanner'ım var, becerdim taradım. Lakin resmi bilgisayarımda görüp, buraya aktaramadım. "Geçersiz resim" dedi bilgisayarım. Yine eski yöntem fotoyu yükledim. Öğreneceğim, öğreneceğim. Bir gün...

27 Kasım 2009 Cuma

Atölyede Şekspir


Bazen ifade etmek zor gelir, beylik kelimeler kullanmak istersiniz...

Az gelir.

Ağızdan dökülemeyen sözler, gözlerden dökülen yaşlara dönüşür. Rahatlarsınız. Sanki... Sanki. Çünkü, aslında böğüre böğüre ağlamak istersiniz, utanmadan, mutluluktan.

Başarı karşısında seyircinin gözleri dolar. Fark etmez, bir resmin karşısında, bir konserde, bazen de bir tiyatro temsilinde... Ustalık etkileyicidir, dürter, kalbinizin çarpmasına mani olamazsınız. Sanat güzeldir, dokunur içinize; samimi olduğunda.

Oyun Atölyesi'ndeydim bu gece. Şekspir Müzikali'nde. Of ki ne of... Abarttım mı? O zaman sorarım:

İzlediniz mi?

26 Kasım 2009 Perşembe

Rüşvet Lolipop ve 28. Ay Doktor Randevumuz


Ve Ada ilk şekerini yedi...


Hayır hayır, ben vermedim. Şikayet edeyim: Doktorumuz Ayça Hanım verdi. Yo yo, aşı olurken ağladığı için değil, tık tık tık, henüz daha o iğne, o tombul kolu yavaş yavaş delerken ağlamışlığı yok. Düşünüyorum da, belki kızımın henüz anlamışlığı yok. Yoksa ağlamaz mı öylesine minik bir can, öylesi ince bir acıya?

*

Hastane ziyaretlerimiz bayram havasında geçti şimdiye kadar. Doktorunu seviyor miniğim. Bir de hastanedeki çocuk odasını belki, bilmiyorum. Gelgelelim bu sefer, ilk gümbürtüyü kopardı . Beklenmedik. Öyle böyle değil, ilk kez kızıma zorla bir şey yaptıracaktım. Çaresiz.

Her zaman olduğu gibi soydum miniği, doktoru da kontrollerini yaptı. Ve her zamanki gibi mutlu ve rahattı. Ta ki... kontrol bitip de gitme vakti gelene kadar. Of gerisi tiz bir çığlık sesi. Sebebi kıyafetlerini giymek istememesi... Yatmak istiyor orda Cleopatra Cleopatra, sohbetleşsin istiyor doktoruyla, giyinmesin, gitmesin istiyor.

Biz beceremedik, doktorumuz becerdi. Söyledim de, daha yemedi şeker diye, bilmez bu çubukların ne olduğunu diye. Ağlamaklı bir surat da yaptım hatta. Verdi Ayça Hanım, dinlemedi. Ama sağolsun yanında benim hatırıma ufak bir hikaye uydurabildi. Miniğim mi? O sevindi, sessiz sakin giyindi, dışarda her lokmasının tadını çıkararak güzel renkli şekeri yedi bitirdi...

Unutmadan not düşeyim: Ada 28 aylık. Boy 91 cm, kilo 15.2. Aşı: Pnömokok. Diğer aşı: Şimdilik yok. Herhangi bir sorun: Yok.