24 Haziran 2009 Çarşamba

Nerelerde miyiz?



Ne havalardayiz, belki biraz fikir verir. Verdi mi?

:)

3 Haziran 2009 Çarşamba

Horoz

Sabah 6.40:

"Anneciiiim... Çişim geeldi!"

*

Artık sabahları 7'de uyanmıyormuş, daha erken uyanıyormuş bazen.
Olsun varsın.

O sesle, o şekerlikle uykudan uyanmaktan daha tatlı başlanabilir mi güne?

29 Mayıs 2009 Cuma

Mahmur


Geceler tuhaflaştı. Adakızım değişmeye başladı. Gibi.

Çok inanasım gelmiyor aslında. Geceleri uyanmasına ne biz alışığız, ne kendi. Bocalıyoruz.


Miniğim birkaç gün önce ve dün gece aynı şekilde uyandı. "Annnee!!" Beni çağırıyor, hatta ağlıyor. Ama ağlamak Ada'nın huyu değil ki. Hastalık sızlanması değil bu belli, acı çekme sesi değil. Panik de değil ama sanki bir çeşit kaygı, korku tepkisi.

İki gece de uyandığında aklı başındaydı, yani gece terörü gibi değildi -o da bir kez başımıza geldi, nasıl olduğunu biliyorum. Rüyadır diye düşündüm ben de ilk önce. Ama bir şey de anlatamadı. Bir korkusu var bebeğimin. Şimdiye kadar "korku" lafını bile kullanmamışız yanında, nasıl çözeceğiz bilmiyorum.

Sohbet ederiz (!) kızımla karşılıklı. Uzun uzun. Sakin sakin. Bugünkü 'sohbetlerimiz'de açık açık söylemese de sanki referanslar karanlıktan korkmuş olabileceği izlenimi veriyor. 22 ay karanlıkta ve hiç sorunsuz yatmış olan miniğimin odasına mini lamba mı koyacağım şimdi? Mini lambalar koca gölgeler yapmaz mı? Hayalgücüne davetiye çıkarmaz mı? Bu vakitten sonra yani?

Kötü alışkanlık, üç gün üstüste tekrarlanınca yerleşirmiş. Böyle bir şey olmamasını diliyorum...

28 Mayıs 2009 Perşembe

Büyükada Salon Resitalleri

Dört gün önce -doğumgünümden bir gün önce!- Büyükada Salon Resitalleri 'nin ikinci yılının ilk konserini verdik.


Çellist arkadaşım Jülide Canca Eke ile mekana uygun, klasik müzik tarihinin en güzel melodilerinden oluşan bir program seçmiştik. Pazar sabahı bizi korkutan serin havanın sonrasında; kuş sesleri eşliğinde, tenimizi hafif hafif okşayan ılık rüzgarla birlikte çaldık. Çok da keyif aldık.


Gelen, gelebilen herkese teşekkürler! Arzu ettiğimiz tüm dostlarımızı davet edemedik. Ama mekan ancak 60-70 kişi alabildiği için, ilk konserimizde önceliği Büyükada'lı büyüklerimize verelim dedik.


Güzel haber, konserlerimiz devam edecek. Sırada bir solo resital, iki de şan resitali var. İlerde de bir dört el konserimiz olacak.

**
Sevmeye başlıyorum adayı. En çok da Ada sevdiği için. Sonra güzel piyanoma kavuştuğum ve geceyarılarına kadar -hatta neredeyse sabaha kadar- kaygısızca çalışabildiğim için. Biraz doğa kokladığım, biraz toprak koktuğum, hatta denizini sevme ihtimalim olduğu için...

Alışacağım, alışıyorum.

26 Mayıs 2009 Salı

Ateş Parçası

Tam 22 aylık bir ateş parçası var evimizde. Bebek değil, çocuk da değil, garip bir şey. Tatlı bir şey. Fıkır fıkır, pıtır pıtır, laf laf, söz söz bir can.

Miniğim... her ay dönümünde seni düşündüğümde, diyorum ki bu herhalde en güzel yaş olmalı. Her ay yeni bir heyecansın çünkü.

Bu ayların heyecanları başka mesela. Anlatıyorsun durmadan.
Tamam, anlatayım ben de kelimeden kısmadan:


Değişiksin o konuda. Aylar önce çalışmaya başlamıştın: "Anne-nin baba-nın, annanne-nin, babiya-nın...", sonra başladın elde bir top getirimeye örneğin "anne-ye, baba-ya, hala-ya, Ceyda'ya..." Sanki gramer dersi, sanki biri çalıştırıyor seni gizli gizli. Ama hayır. Senin yöntemin. Sağlamcısın. Önce çalışıyorsun.

Çok çalıştın bebeğim. O ekler birbirine eklendi, sözler birbirine, uzun cümlelerdesin artık.

Bil ki miniğim babandan daha çok, bendense daha düzgün konuşuyorsun!!!

Örnek mi? Örnek: Kaç hafta önce yanımıza gelmiştin elinde odandaki askıdan aldığın (ki her eve dönüşte aynen pıtır pıtır gidip astığın) ceketinle:

"Anne, bakkala pantolon almaya gidelim...mi?" Sonra ablaya dönüp: "Abla giyinsin" Sonra dersteki şarkının melodisi eşliğinde: "Haaaydi birlikte!" Ve kapı.

Hem komiksin, hem şaşırtıyorsun.

Haftasonu da adada: Elin pisi pisi der edasını takınmış, tavukların peşisıra koşuyorsun. Laf: "Tavuklaar gelin, sizinle arkadaş olalım...mı??" Şu mı, mi soru eklerine de bayılıyorum bu arada.

Özet: Konuşuyorsun artık. Her derdini anlatıyorsun, her heyecanını.

Bu konulara girdikçe, duramayacağımı yazdıkça yazacağımı hissediyorum. Dur.
Dum. Tamam.

Resimle değil, müzikle iyi aran. (Oysaki ben resim yapmayı çok sevmeni istiyordum, olsun) Beni çalıştırmıyorsun. İlle sen çalacaksın. Ya da kucağıma oturup istek parçaları sıralayacaksın: Marchiiin upp, hel-loo, goobaay şo looong, sip sip sip to maluuu... Konserler var senden gizli kulaklıkla çalışıyorum, olmuyor ama miniğim.

Gece-gündüz kuru ve mini mini külotlusun. Bizi mutlu ediyorsun, bu işten sen de mutlusun. Önümüzde bir tek yatağının parmaklıklarını kaldırma meselesi kaldı sanki. Onu da yine merasimlerle yazın Ankara'da yapalım diyorum. Şimdi belli olmaz ne yapacağın çünkü, pek annecisin.

Kıpır kıpırsın, yorulmak nedir bilmiyorsun. Yoruyorsun! Özgür ruhlu ve kendi alemindesin çoğu zaman. Oyun gruplarında, kendi kendine ne istiyorsan onun peşindesin şimdilik. Sesimi çıkarmıyor, izliyorum seni. Ama evdeyken aklın fikrin hep arkadaşlarında, hep onları anlatıyorsun, iki gün arkadaş görmesen, programları kendin yapmaya başlıyorsun. "... gelsin, parka gidelim, kaydıraktan piuuu yapalım" O nokta noktalara her gün başka isim koyuyorsun, her gün bir favori arkadaşın oluyor, onu sayıklıyorsun.

Televizyon belki 10-15 dakika açıyorum artık. İlle bale bekliyorsun, orkestra çıkarsa anlatıyorsun. "Orkestra şefi geeldi", "A aaa, abi ne çalıyo? Keman çalıyooo" Komiksin. Kendine sorular sorup yine kendin cevaplandırıyorsun. Kendi kendini eğlendiriyorsun.

Bazense yapış yapış annecisin. Masal kitaplarını, dergileri ille benim kucağımda okumak istiyorsun. Cancana ve tabii kendi kurallarınla. Hala en favori masalın "Kırmızı Başlıklı Kız" Tabii bizim verziyonumuzla. Ben ilk cümleyi söylersem, sen takibedeni söyleyiveriyorsun.

Akşamüstü 5'te, 6 yemeğinden önce yeni bir öğün hediye ettin kendine. İsteklerin havuç, kereviz, karnıbahar, salatalık gibi şeyler olduğu için sesimizi çıkarmıyor, hatta itiraf edeyim gurur duyuyoruz. Ama çoğu gün abartıp yüzbeşinci karnıbaharını gaz yapar düşünesi ile vermeyi reddettiğimizde mesela, yaygarayı kopartıyorsun. O zaman küçük bir canavar mısın diye korkmaya başlıyorum bebeğim.

Su zayıf noktan. Ödüm kopuyor bir parkta, bahçede havuz göreceğiz diye. Hakim olamıyorum sana. Denize desen, girdin evet, girmeye de devam ediyorsun. Yapacak bir şey yok. Hasta olmuyorsan, mutluysan sorun da yok.

Beş ay sonra (yani en son sessiz sedasız ve hep birlikte çıkan dört azı diş sonrasında) alt öndeki dördüncü dişin çıkıyor. Şimdilik farkında görünmüyorsun.

Bunun dışında:

Kalabalığı, sokakları, arkadaşlarını, suyu, kumu, hayvanları, kokoş kıyafetleri, çanta, şapka, gözlük gibi her çeşit komik aksesuarı çok seviyorsun. Duygularını ve kafa karışıklıklarını ifade edebiliyorsun. Çoğu zaman ciddi suratlısın, karnın acıktığında ve kendini hafif utangaç hissettiğinde hala parmağını ağzına götürüyorsun. Duygusalsın ve -şanslıyız ki diyeceğim- üzüntülerini hissettiriyorsun. Çocuk konuşması sevmiyorsun, seninle mantıklı konuşunca hem dinliyor, hem de ciddi ciddi sohbete katılıyorsun.

Tatlısın. Bazen "cici", bazen "huysuz"sun. Büyüyor, kişilik sahibi oluyorsun. Dilimin ucunda, söyleyeyim bari:

Az kaldı iki yaşına giriyorsun!!

Uzun süre yazamayınca, uzun süre yazıyor işte insan. Resim mi? Var, var. Uyku mu? E o da vaaar...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Sahilde Müzik...

Bir daha ne zaman yazarım belli olmaz. Ada yolları göründü. İnternet var mıdır, varsa yazacak hal var mıdır, o da belli olmaz. Daha da geç kalmadan havadisleri belgelemeli.
Salon Sanat Music Together Bahar Dönemi son dersimizi sahilde yaptık. Cesaret işi! 9 aile, 10 çocuk. Etrafta köpekler, bisikletler, balonlar, kumlar ve deniz varken... müzik yapmak?? Neden olmasın, dedim. Dedim ama... Kolay da değil, en fena diyorum piknik yaparız, dersi yine bizim stüdyoda tekrarlarız.





Yanılttılar beni. Çocuklar yanılttılar. Ailelerim de. Cıvıl cıvıl bir Cumartesi sabahı, denizin de, güneşin de, etraftaki hareketin de bol olduğu bir zamanda biz müzik yaptık! Çimler üstünde, ağaç gölgesinde, başımızda kasketler, elimizde şıkı şıkı yumurtalarla, kısılan sesime eşlik eden bir sürü güzel sesle. Yuvarlağı terk etmeyip, beni çok (pardon ÇOK) şaşırtan miniklerimle.

Müzik harika bir şey, çocuklarsa muhteşem! İkisi birleşince ortaya çıkan güzelliği anlatamam. Öğretmen olarak söylüyorum. Ben bu işi çok seviyorum!

*Fotoğraflar Ceyda'nın bana ve ailelerime hediyesi
*Yaz dönemi başlıyor. Kayıtlar ve bilgi: www.salonsanat.com

15 Mayıs 2009 Cuma

Bebek Meleği

Bizim evde televizyon izlenmez. Adetimiz değil. "Mezzo"nun hatırına mecburen Digitürk'ümüz vardır. Arada 15 dakika-15 dakika Ada müzik istiyor, bahtımıza ne var diye açıp ne çıkarsa dinleriz. Ada'nın kelime haznesi kemanları geçti, fagot ve klarnetlere ulaştı sayesinde. Arasıra da bol dans geliyor yanında bonus. Memnunuz.

Ama diyeceğim başka şey.

Deniz müjdeledi. D-Smart'ta Bebeğim diye bir kanal var, 60. kanal. Bilenler biliyordur, bir "hamilelik ve ebeveynlik" kanalı. Hamileler için Egzersizler'den tutun, Bebek Masajı'na, Çocuklar için Aktiviteler'den, Bebek Bakım programlarına bir dizi faydalı bilgiye ulaşmak mümkün. Müş. Müş diyorum çünkü uzun uzun seyretme fırsatım olmadı. Ama ne seyrettim???

Bebek Meleği adlı bir programı. Sabah 10 ve akşam 8.40'da yayında.

Peki Bebek Meleği kim?

Çoook tanıdık biri. Ada'nın 3 aydan başlayarak kesintisiz gece uykusu uyumasına, sorunsuz beslenme alışkanlıklarına, henüz küçücü
kken çiş-kaka faslını atlatmasına
yardımcı olmuş biri: Tracy Hogg. Çocuğumuzun dilini anlamamızda yardımcı olduğu için ailecek pek sevdiğimiz biri (Çok pohpohladım, bazen kaçıyor böyle, elimde değil).


Ben programı binbir sohbet arasında seyredebildim. Biraz da korktum hatta. Neredeyse her dediğine inanan ve uygulayan biri olarak, kafamdakine acaba uyuyor mu gerçekten diye meraklandım.

Bilemedim -çünkü kafamı vererek izlemedim. Sadece bir sürü çocuğun ve ailenin yaşamını kolaylaştıran o genç kadının artık yaşamadığına üzüldüm. (Pek duygusalım).


Bebek bakımı konusunda aynı kafada olduğumuz ailelere belki faydası olur. Kitaptan gidiyorsanız, özellikle E.A.S.Y.'i uygulama bakımından da katkısı olacağını zannediyorum.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Günü yakalamak için, geçmişi atlamamak gerekir.
Sanki...

Birkaç güzelliği kaydetmek gerek o zaman. Ankara'da karşılaştığımız ilk bahar ışıltılarını, kokularını atlamak olmaz mesela.

21 Nisan'da Ada, üst baş çamur içinde, üst baş sırıl sıklam. Çamura ve suya teslim ilk mutuluğun sevinç nidalarını yakalayamadım zamanında. Ama sonrası aşağıda:



Not: Yo, hasta olmadı, üstüne 1 Mayıs'ta Caddebostan Plajı'nda tam anlamıyla baştan aşağı denize daldığında da bir şeycik olmadı! Şöyle refleksle hiç değilse soğuk sudan bir ürperir, bir ayağını kaçırır iki saniye diyordum. Ama hayır. Tabii, böyle anlattığıma bakmayın, o hasta olmadı da biz birkaç gazeteye manşet olmuş olabiliriz, kaygısız anne-babalar diye! Gurur duymuyorum ama ona göre! Babayla kavgadaydım teslim olup üstünü başını çıkarırken...

Aaa, bir de Hayvanat Bahçesi maceramız oldu Ankara'da. Fırtınalararası etkinlikler koşuşturmacasında. Yarına artık, tembellik yok!

10 Mayıs 2009 Pazar

Işıltı


İkinci Anneler Günü'm. Sabahın bir vakti kulağıma fısıldayan dünya tatlısı bir sesle uyandım bu sabah. Tek tek ve doğru doğru: "Annecim, Anneler Günün kutlu olsun".

Hayal mi, rüya mı, gerçek mi, ne bu...?
Başka türlü bir şey işte. İki yıldır bu minik kıza teslimim.
Şikayetçi değilim!!!

Hayat bizden renklerini, ışıltılarını esirgemesin. Uzun yıllar birlikte büyüyelim bebeğim. Seni çok seviyorum...

8 Mayıs 2009 Cuma

Deşmeyin

Tamam, tamam. Söylüyorum. İyiyim.

Ama ne aydı bu. Ah. Sormayın. Ayrıntıyı deşmeyin. Bir an, bir kelime, bir ses tonu, bir paragraf... Götürdü derinlere işte. Derin işlere. Başka şehirlere, buğulu düşüncelere. Nefesim düşmanım oldu, nefessizliğim savaşım. Sonuç mu? O önemli. Ve o İYİ.

Döndüm yani buralara, aklen ve fiziken. Ama hafızasızlık şimdi en iyisi. Anın peşine düşmek gerek yeniden. Anın ve anıların.

Habakalım...