Tam 22 aylık bir ateş parçası var evimizde. Bebek değil, çocuk da değil, garip bir şey. Tatlı bir şey. Fıkır fıkır, pıtır pıtır, laf laf, söz söz bir can.
Miniğim... her ay dönümünde seni düşündüğümde, diyorum ki bu herhalde en güzel yaş olmalı. Her ay yeni bir heyecansın çünkü.
Bu ayların heyecanları başka mesela. Anlatıyorsun durmadan.
Tamam, anlatayım ben de kelimeden kısmadan:
Değişiksin o konuda. Aylar önce çalışmaya başlamıştın: "Anne-nin baba-nın, annanne-nin, babiya-nın...", sonra başladın elde bir top getirimeye örneğin "anne-ye, baba-ya, hala-ya, Ceyda'ya..." Sanki gramer dersi, sanki biri çalıştırıyor seni gizli gizli. Ama hayır. Senin yöntemin. Sağlamcısın. Önce çalışıyorsun.
Çok çalıştın bebeğim. O ekler birbirine eklendi, sözler birbirine, uzun cümlelerdesin artık.
Bil ki miniğim babandan daha çok, bendense daha düzgün konuşuyorsun!!!
Örnek mi? Örnek: Kaç hafta önce yanımıza gelmiştin elinde odandaki askıdan aldığın (ki her eve dönüşte aynen pıtır pıtır gidip astığın) ceketinle:
"Anne, bakkala pantolon almaya gidelim...mi?" Sonra ablaya dönüp: "Abla giyinsin" Sonra dersteki şarkının melodisi eşliğinde: "Haaaydi birlikte!" Ve kapı.
Hem komiksin, hem şaşırtıyorsun.
Haftasonu da adada: Elin pisi pisi der edasını takınmış, tavukların peşisıra koşuyorsun. Laf: "Tavuklaar gelin, sizinle arkadaş olalım...mı??" Şu mı, mi soru eklerine de bayılıyorum bu arada.
Özet: Konuşuyorsun artık. Her derdini anlatıyorsun, her heyecanını.
Bu konulara girdikçe, duramayacağımı yazdıkça yazacağımı hissediyorum. Dur.
Dum. Tamam.
Resimle değil, müzikle iyi aran. (Oysaki ben resim yapmayı çok sevmeni istiyordum, olsun) Beni çalıştırmıyorsun. İlle sen çalacaksın. Ya da kucağıma oturup istek parçaları sıralayacaksın: Marchiiin upp, hel-loo, goobaay şo looong, sip sip sip to maluuu... Konserler var senden gizli kulaklıkla çalışıyorum, olmuyor ama miniğim.
Gece-gündüz kuru ve mini mini külotlusun. Bizi mutlu ediyorsun, bu işten sen de mutlusun. Önümüzde bir tek yatağının parmaklıklarını kaldırma meselesi kaldı sanki. Onu da yine merasimlerle yazın Ankara'da yapalım diyorum. Şimdi belli olmaz ne yapacağın çünkü, pek annecisin.
Kıpır kıpırsın, yorulmak nedir bilmiyorsun. Yoruyorsun! Özgür ruhlu ve kendi alemindesin çoğu zaman. Oyun gruplarında, kendi kendine ne istiyorsan onun peşindesin şimdilik. Sesimi çıkarmıyor, izliyorum seni. Ama evdeyken aklın fikrin hep arkadaşlarında, hep onları anlatıyorsun, iki gün arkadaş görmesen, programları kendin yapmaya başlıyorsun. "... gelsin, parka gidelim, kaydıraktan piuuu yapalım" O nokta noktalara her gün başka isim koyuyorsun, her gün bir favori arkadaşın oluyor, onu sayıklıyorsun.
Televizyon belki 10-15 dakika açıyorum artık. İlle bale bekliyorsun, orkestra çıkarsa anlatıyorsun. "Orkestra şefi geeldi", "A aaa, abi ne çalıyo? Keman çalıyooo" Komiksin. Kendine sorular sorup yine kendin cevaplandırıyorsun. Kendi kendini eğlendiriyorsun.
Bazense yapış yapış annecisin. Masal kitaplarını, dergileri ille benim kucağımda okumak istiyorsun. Cancana ve tabii kendi kurallarınla. Hala en favori masalın "Kırmızı Başlıklı Kız" Tabii bizim verziyonumuzla. Ben ilk cümleyi söylersem, sen takibedeni söyleyiveriyorsun.
Akşamüstü 5'te, 6 yemeğinden önce yeni bir öğün hediye ettin kendine. İsteklerin havuç, kereviz, karnıbahar, salatalık gibi şeyler olduğu için sesimizi çıkarmıyor, hatta itiraf edeyim gurur duyuyoruz. Ama çoğu gün abartıp yüzbeşinci karnıbaharını gaz yapar düşünesi ile vermeyi reddettiğimizde mesela, yaygarayı kopartıyorsun. O zaman küçük bir canavar mısın diye korkmaya başlıyorum bebeğim.
Su zayıf noktan. Ödüm kopuyor bir parkta, bahçede havuz göreceğiz diye. Hakim olamıyorum sana. Denize desen, girdin evet, girmeye de devam ediyorsun. Yapacak bir şey yok. Hasta olmuyorsan, mutluysan sorun da yok.
Beş ay sonra (yani en son sessiz sedasız ve hep birlikte çıkan dört azı diş sonrasında) alt öndeki dördüncü dişin çıkıyor. Şimdilik farkında görünmüyorsun.
Bunun dışında:
Kalabalığı, sokakları, arkadaşlarını, suyu, kumu, hayvanları, kokoş kıyafetleri, çanta, şapka, gözlük gibi her çeşit komik aksesuarı çok seviyorsun. Duygularını ve kafa karışıklıklarını ifade edebiliyorsun. Çoğu zaman ciddi suratlısın, karnın acıktığında ve kendini hafif utangaç hissettiğinde hala parmağını ağzına götürüyorsun. Duygusalsın ve -şanslıyız ki diyeceğim- üzüntülerini hissettiriyorsun. Çocuk konuşması sevmiyorsun, seninle mantıklı konuşunca hem dinliyor, hem de ciddi ciddi sohbete katılıyorsun.
Tatlısın. Bazen "cici", bazen "huysuz"sun. Büyüyor, kişilik sahibi oluyorsun. Dilimin ucunda, söyleyeyim bari:
Az kaldı iki yaşına giriyorsun!!
Uzun süre yazamayınca, uzun süre yazıyor işte insan. Resim mi? Var, var. Uyku mu? E o da vaaar...