30 Ekim 2009 Cuma

Ne Biçim İş Bu?

Saatim çaldı bip bip bip
Yüzümüü yıkadım şap şap şap
Dişimii fırçaladım faş fuş fuş
Kahvaltı yaptım
Ham-Hum-Huuuum
Lalalla lal lal la!

Yukarıdaki resim eski zamandan. Günün anlam ve önemine uygun bulup yükledim gitti. Altındaki şarkı sözleri ise ana-kız pek sevdiğimiz Banu Kanıbelli CD'sinden -ki bu CD sevgili Pınar'ın hediyesidir ve bir kez daha teşekkür etmek gerekir.

(Diğer teşekkür de burdan Pratikanne'ye. Bir süredir yapacaklar listemde duran bir konuyu ele aldığı, "Çocukları Sakinleştirmek için Müzik" başlıklı yazısının sonunda çok güzel bir CD öneri listesi çıkardığı için)

*

Evde, bitmeyen "su oyunları." Pozitif düşünüp bu olaydan mutlu olmalı. Dışarda, kem küm "El sıkışmasak? Öpmüyorum aman ne olur ne olmaz" kıvranmaları. Okulda, teknik bilgi konferansları. Kafa karışıklığına girmiyorum bile.

Bugünlerde önüm, arkam, sağım, solum;
... Korku.

Ne biçim iş bu?

29 Ekim 2009 Perşembe

Bugün 29 Ekim


Cumhuriyet Bayramı'mız Kutlu Olsun.

27 Ekim 2009 Salı

Oyun Grubu - Aktivite Önerileri

Aktivitelere devam:

Bu da eski tarihli (bir aydan çok olmuştur) bir aktivite. Resimleri ancak telefonumdan aktarabildim.

Hande ve oğlu Mehmet'lere davetliydik. Alya, Mehmet ve Ada, Hande'nin hazırladığı aktivitelere büyük heyecanla katıldılar. En sonunda da kendi kendilerine bir oyun kurdular.


İşte ayrıntılar:

1) Vücudumuzu öğrenelim, kıyafetleri giydirelim: Çocukların boyuna göre büyütülmüş ve duvara monte edilmiş bir erkek çocuk resminde gereken alanlara (ayak, bacak, üst gövde, baş) raf gibi çıkıntılar eklenmiş. Amaç kıyafet resimlerinin olduğu kartlardan (Kartlar Ya-Pa kartları imiş) sırayla seçerek, bunları resimdeki doğru alanlara -raflara- yerleştirmek. Bu esnada kartlarda resimleri olan kıyafetlerin adlarını/renklerini/ne zaman ve nerede giyildiğini bulmaya çalışmak.

Bana göre eğitici, çocuklara göre eğlenceli bir aktivite idi.



2) "Çuvaldaki Kedi" oyunu: Her birinin üzerinde birbirinden farklı renkte ve biçimde üç nesnenin resmi olan dokuz adet kare kart, bir masanın üzerine yerleştirilir. Çocuklar bez bir keseye doldurulmuş şekillerden -bakmadan- birer tane çekip, çektikleri nesneyi, masanın üzerideki kartlardaki nesnelerle eleştirmeye çalışırlar. Amaç keseden çektikleri nesneyi doğru şekilde eşinin üzerine yerleştirmektir. Bunu yaparken yine nesnelerle ilgili çeşitli tanımlama sorularına cevap vermeye çalışırlar.

Oyun güzel bir oyun, birkaç derece zorlaştırılarak da oynanabilir. (Mesela gözler kapalı keseden çekilen şeklin ne olduğunu, kıvrımlarına göre elimizde hissederek tahmin etmeye çalışabiliriz.) Oyundaki materyallerin renkleri ve kalitesi güzeldi. Ama benzer bir oyunu evde kendi kendimize bizler de hazırlayabiliriz.


3) Meslekler ve nesneler - ilişkilendirme oyunu: Meslekleri tanımlayan resimlerin bulunduğu kartlar, masanın üzerine dizilmiş nesnelerle eşleştirilmeye çalışılır. (Gerçek hayat nesnelerimiz: Küçük bir tencere, oyuncak bir balık, bir stetoskop, bir tekne.. ve kartlarda, karşılığı meslekler)

Biraz zihinlerinin yorgun düştüğü bu oyunun sonunda çocuklarımız kendi oyunlarını kurdular: Yemek yapma oyunu!!! En çok hayali yemeklerini karıştırmaktan hoşlandılar. Bol gürültü yaptılar, sonra da müzik aletleri çıktı. Yaşasın da yaşasın!


Çok güzel ve 'verimli' bir gündü. En son oyunun devamında dikkat ettim de, çocuklarımız artık 'birlikte' oynuyorlar. 'Yanyana oyun'dan 'birlikte oyun'a geçtik -neredeyse yani. Bu da bir kilometre taşı değil miydi?

25 Ekim 2009 Pazar

Oyun Grubu - Aktivite Önerileri

Geçtiğimiz Cuma Elif Rüya ve annesi Serap'ın misafiriydik. Serap her zaman olduğu gibi yine özenle çok güzel aktiviteler hazırlamıştı miniklerimiz için.

Bol aktiviteli, eğlenceli bir gün geçirdik. Grubumuz neredeyse tam kadro hazırdı. Fotoğraflar her şeyi anlatıyor aslında ama maddelerle sıralamak gerekirse:



1) Kukla gösterisi: Eğlenceli bir dialogda birbirine ses olarak benzeyen sözcükleri duyduk, bulmaya çalıştık -hep birlikte!

2) Barbunya ayıklamaca: Önlerindeki kaba barbunyalar, uzaktaki kaba kabukları. Çok iyi bir konsantrasyon çalışması. Her birinin büyük başarı sergilediğini söylemeliyim!


3) Kocaman zincir yapımı: Renkli şeritlerden halkalar yapıp, birbirlerinin arasından geçirip, Pritt'le yapıştırarak zincir yaptılar. Bunda biraz anne yardımı gerekti. Yardımımızı esirgemedik.


4) Süslü taç yapma: İstedikleri renkte bir kağıt şerit seçip, kenarlarını birbirine yapıştırarak yine bir halka yaptılar ve üstünü önceden kesilmiş ay, yıldız, kalp, üçgen gibi şekilleri yapıştırarak süslediler. Her biri başlarına hazırladıkları taçları takınca birer prens ve prenses oldular!


5) Merdiven inme-çıkma ve takla atma çalışması: Büyük şekillerden kesilmiş renkli kağıtlarla oluşturulan yolu takibederek merdivende sıraya girme, üç basamak çıkıp, indikten sonra yerdeki mat'te takla atma. Çoğu minik annesinin yardımıyla takla atabildi. Çok eğlendiler, çok! (Kameranın pili bittiği için bu aktiviteden fotoğraf yok maalesef.)

Çok güzel bir gündü, aktiviteler çocuklarımızın yaşlarına (27-32 ay arası) uygun aktivitelerdi. 2-3 yaş aralığı için sizin önerileriniz neler?

24 Ekim 2009 Cumartesi

Minimui ve Saz-Söz

Sorulardan sonra ek bilgi: Adres: www.minimui.com/3.sayı/sayfa 61-67 - Bizim röportaja, Sayfa 2'deki "İçindekiler" kısmında 61. sayfaya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Sayfalar alt sağ taraftaki oklara tıklayarak açılıyor.
---

Deniyorum olmuyor. Daha önce kaç kere denemiştim yine olmamıştı. Bloga az uğrar olduğumdan beri, zaten minimal olan internet okur-yazarlığımın iyice yok olmaya başladığını hissediyorum. Kötü...


Neyse konu başka. Konu başlıkta.
Üç ay da rötarla.

Konu Minimui. Minimui'den haberi olmayanın kaldığını sanmıyorum. Ama yine de kendi fikirlerimi geç kalmış da olsa yazmak istiyorum.

Dergiden haberiniz varsa zaten arkasındaki emeğin farkındasınızdır (bin teşekkür emeği geçenlere!). Minimui, renkli, canlı, bebek kokan bir dergi,. Hamilelikten 6 yaşına kadar bir annenin merak edebileceği her konuda kaynak oluşturabilecek eğlenceli bir bilgi bankası. Hem annelerin deneyimlerine -özellikle video röportajları çok güzel- birinci ağızdan yer veren, hem alanında uzman kişilerin fikirlerini okurlarına ulaştıran, son derece keyifle okunan, bol sayfalı bir digital dergi. Banner'ını en az 3-4 deneme yapıp, bir türlü yan tarafa kaydedemediğim bir dergi... Hala beceremediğim... Yine beceremediğim... Neden beceremediğim??

*

Üçüncü sayısının birkaç sayfasında da biz varız. Sazlı-sözlü hem de.
Saz Ada'dan, söz benden.

Harika fotoğraflar da Ayça'dan tabii...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Coşkulu Öğrenci, Şaşkın Öğretmen

Eller, kollar havada, dönüp duruyor bizimki pür neşe. Ağızda da bir şarkı. Nefes nefese ve hafif çığlıklı renklerle söylüyor:

"ÖÖöğ-letmenimm, canım benim canım benim, seni ben çok çok, çok çok seveliiim. Seen biiil ana, sen biii baba, lay lay lalalllaaaa..."

Son zamanların favori şarkısı bu. Babası sağolsun!

*

Bir öğretmen-öğrenci durumudur gidiyor evde. Ne okula giden çocuk gördü etrafında, ne bir okul gördü. Haa belki lafını duydu bir kaç kez. Çok sevdiği kuzenleri başladı mesela okula. Ama bu nasıl bir ilgidir anlayamıyorum! Arada sırtına babaannesinin hediyesi çok sevdiği hav hav çantasını da takıyor. "Ben öölenci oldum" deyip dolaşıyor evde bilmiş bilmiş.


Ama asıl oyunumuz farklı.

Evde öö-letmencilik oynuyoruz. Haliyle Ada piyano öğrenciliği rolünü sahipleniyor ve oyunu kuruyor:

"Anne, öölenci oliim mi?" (Her çeşit itiraz hakkını yok ediveren en tatlı ses tonuyla)

Ve sorular devam ediyor:

"Derse didelim mi?"
"Notalalım neede?"

*

Her şey salonda içerdeki dersin bitmesini bekleyen öğrencilerden dolayı oldu. Bir önceki ders uzadıkça, Ada'nın da öğrencilerle sohbeti uzuyor haliyle. Hele bu öğrenciler büyük öğrencilerse... (Piyano dersine bu sene bolca anne-baba katılıyor. Yaşasın her yaşta müzik!)

Benim dersler bitiyor, iki nefes alıp rahatlamaya salona geliyorum, atıyorum kendimi en rahat koltuğa. Ama tam da o anda... Hop, karşımdaki koltuğa da benim miniş kuruluveriyor! En cici haliyle yerleşiyor koltuğa.

"Notalarımı alabiliğ miim?" (Bu soruya, her zaman afallayıp, cevap bulamıyorum)
Sonra da buyuruyor (elde hayali notalar): "Didelim"

Zar zor koltuktan iniyor ve: İlk hedefimiz ders odasıdır, ileri! Gidiyorum tabii kuzu, kuzu peşinden, hesapta öğretmen ben!

Sonrası malum...
Piyano başında her çeşit palavra nota. Ama en gerçek şarkılarla...

*

Ah miniğim bu dersler harika da, bana ne zaman izin vereceksin çalışayım?

18 Ekim 2009 Pazar

Ne Zaman?

Çok yazmak istiyorum. Ama yazacak o rahat zamanı bulamıyorum. Ada evde pür enerji, bilgisayarın kapağını açmak bile artık bir hayal. Bu arada çok şeyler oluyor bitiyor, kaydedemiyorum, unutuluyor. Böyle olmaması gerek. Üzülüyorum. Ciddi bir derlenip toparlanmaya ihtiyacım var. Yapılan güzel şeylerin eskimemesi gerek...

Şimdi öğrencim gelecek, hatta biraz geç kaldı.
Ders bitecek, Ada'yla babası gelecek, e özlem her sorumluluktan ağır.
Kalbim ona gidecek.

Ama bu yazma açlığı çok ağır gelmeye başladı. Bir zaman sonra tutamayacağım, planlı ya da plansız, dökülecek kelimeler pıtır pıtır. Biliyorum.

Ama işte ne zaman? Ne zaman?

7 Ekim 2009 Çarşamba

Saat

Doktor randevum vardı. İyiyim. Bomba gibiyim.
Saatli bomba, haha...
Tik tak tik tak.

Saatimi seviyorum!

4 Ekim 2009 Pazar

Gezdik...

Oh be. Kendimle gurur duyuyorum. Sonunda bir aktivite! Hatta iki!! Vay be...

Aslında her an aktivitedeyiz. Ama o kadar lokal ve o kadar sürprizsiziz ki. Tamam, günlük aktivitelerimiz var, mesela park ve ev aktiviteleri -ki ev aktivitelerimiz çok çeşitlidir laf aramızda. Haftalık aktivitelerimiz arkadaş-akraba buluşmaları ve müzik dersleri. Aylık aktivitelerimiz (3 ayda birlik mi desem?), evet evet bildiniz, Ankara... Arada bir kez at binmişliğimiz, bir-iki çocuk festivalimiz, bayram görüp bayrak sallamışlığımız, hatta iki-üç kez AVM görmüşlüğümüz bile var!

Ama işte çıkalım, dağları aşalım, gezelim-tozalım; denizleri aşalım, yüzelim-bitap düşelim, pek yapamıyoruz işte. İki mazeret belli zaten: Baba ortada yok -
çalışıyor; annenin de canı yok -yoruluyor! Ada ise günün ortasında -ille de- bir güzel uyuyor. Plan yapmak zaten baştan zor oluyor.

*
Bu haftasonu farklıydı. Cuma çekimden sonra, hadi dedim gidiyoruz, marş marş Bostancı Lunapark'a. Evet evet oraya, Prater'e gidecek halimiz yok ya! Ah ah Yapıncak, yanlış seçim ama sen nerden bileceksin? Tabii ki her gördüğün uçan salıncaklıya lunapark diyeceksin. Klasik. Hayallerde coşacak, gerçeklerde boynunu bükeceksin...

Öncelikle dönmedolap yoktu. Sonra hiç çocuk yoktu. Serseri çoktu. O kulağımda çınlayan lunapark müzikleri yoktu. Aşık okul kaçkınları vardı. En çok korku tüneline giriyorlardı... Tipik hayaller ve gerçekler hikayesi. Ve kulağımda çınlayan 'ben bunu nasıl bilmiyordum?!' sesi.

*

Ada sevdi. 'Oyuncak arabalar'a bindi. "Baba gibi direksiyon çevirdi" (Neden 'anne gibi' değil??) Trene bindi, çuf çuf şarkısını söyledi; az buçuk uçtu bile hatta... Bu birinci aktivitemizdi.

*

İkincisi ise bundan bile 'iddialı'ydı: Toplu taşımalarla gidip-gelerek, Sultanahmet Meydanı, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı! Kısa öz geçeyim, dolmuş, vapur, tramvayla gidiş, tramvay, vapur ve taksiyle dönüş yaptık. Gidiş güzel, dönüş... Evet bitap düştük, sadece Sultanahmet Camii'ni gördük, öbürlerine ne enerji, ne zaman, ne cesaret kaldı.

Foto tarihi Hacı Bekir'den. Her yerde yemelik güzellikler var ama Ada kendinden beklenmedik şekilde sakin ve umarsız. Çünkü kavanozdakilerin şeker olduğunu bilmiyor!
(Çünkü şekerin nasıl bir şey olduğunu da hala bilmiyor!)

Ada ne güvercinlerle oynadı, ne caminin görkemine şaşırıp kaldı, ne de o feci kalabalık umrundaydı. Yolda yağmur yağdı yağacak tedirginliğiyle aldığımız şeffaf şemsiyeyi baston gibi kullanıp, bir tık şemsiyeyi, bir pıt adımını seyretti bütün gezi boyunca. Yollarda yorgun düştü. Camide uykusu geldi. Uyku saatine denk gelen dönüş yolculuğumuzda ise sarhoş adamlar gibi ona buna sataştı, şarkılar söyledi, düz duvara tırmandı.


En coşkulu anı yine yemek anıydı, Hamdi'de dökmeden saçmadan, tek leke yapmadan, afiyetle -ama ne afiyet, yemeklerini yedi. Orada kendine bu halinden dolayı pek iltifat yapıp, 'aman ne güzel yiyorsun sen, istediğin bir şey var mı bakalım senin?' diye soran garson abisine, birden çok normal bir edayla, 'biraz karabibel alabiliğ miyim lüffen?' diyerek hepimizin ağzını açık bıraktı!

Neyse yine de gururluyum. Gittik mi gittik. Fotoğraf bile çektik. Kaydettik mi peki? Kaydettik işte miniğim. Bu da senin ilk 'ciddi' turistik İstanbul gezindi. Götürmediler beni deme bak.

2 Ekim 2009 Cuma

TRT Çocuk'tayız!

Yarın -3 Ekim Cumartesi- saat 15:00 ve 19:15'te TRT Çocuk Kanalı -Digitürk 60- 'Haberin Olsun' programındayız!

Bir yıl önce başladı bu hikaye. Hafif tereddüt, bol da inançla. Büyüdü sonra, büyülü ya...

Müzik bu, kalpten doğar, sevgiyle yayılır, coşkuyla paylaşılır. Şarkı bu, dans bu; insanları birbirine kaynaştırır, özünü dışavurur, kaygısızdır.


Heyecanlıyız, Music Together olarak ilk ekrana çıkışımız. Sürç-i lisan ettikse affola, coşkumuz, sevincimiz paylaşıla...