yeme-içme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yeme-içme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2010 Pazartesi

Elmalı Kırıntı

Ayça'nın blogundaki kurabiye postunu okuyunca "tüh be ben neden foto çekmedim?" dedim. Anıları biriktirmek gerek, görsel hafıza en canlı hafıza sonuçta. Blog alışkanlığımı kaybetmişim.

Anlatayım o zaman: Bugünkü cinnetlik günümün en güzel anı apple crumble maceramızdı. Zaten Ada ne yapbozlarla ilgilendi hayatta; ne rakamlarla, sayılarla; ne resim yapmayı sevdi, ne killerle içli dışlı oldu. İlgi alanları müzik -dolayısıyla dil becerileri ve...

- Ve?
- Ev işleri!

Yıkasın, paklasın, düzenlesin; döksün, çırpsın, koklasın -dolayısıyla yesin tabii; süpürsün, dağıtsın, silsin... İlk eğitimi profesyonel eldendi: Evimizin sultanı Sultan Abla'sından. Şimdi ise, sonradan gelen 'abla'ları pek haklı sebeplerle sepetleyip, guguk kuşu gibi kalan şaşkın annesinin yanında hünerlerini geliştirmek istiyor ama zor, çok zor...

Neyse ki arada yemeğe gidiyor elim. E mecburen. O zaman işte küçük yardımcımdan da faydalanmam şart oluyor. Aktivite olsun da isterse dolma olsun, sarma olsun, değil mi ama?

By Ceyda- Günün anlam ve önemine uydu bu foto

Bugün hayatı "apple crumble"la kurtardık. Miniklerle yapılacak kolay mı kolay, mevsime de uyar mı uyar bir tatlı diyelim.

Ölçüleri kesin karıştırırım ama hatırladığımı söyleyeyim:
(Biz ölçüleri kendimize göre şekillendirdik)

4 elma
250 gr. şeker
200 gr. un
biraz tarçın
150 gr. tereyağ

Elmalar küçükçe doğranıp tencereye atılıyor, üzerine 2-3 kaşık toz şeker, kapağı kapatılıp arada incitmeden karıştırılarak yarım saat pişiyor. Ateşten alınıp, azıcık ezilip soğumaya bırakılıyor.
Başka bir kapta kalan şeker, un, tarçın ve tereyağ ekmek kırıntısı şekline gelecek şekilde hamurlaştırmaksızın yoğruluyor. Elmalar bir fırın kabına alınıyor, üzerine kırıntı dökülüyor ve fırına...
Üstü kızarınca çıkarıp üzerine sütle karıştırdığınız kremayı -dondurma da bir seçenek- döküyorsunuz.

Misss...

*
Uyuyor Ada'cığım, kudurmuş gibiydi yine bugün. Belki de her gün okula gitmesi gerekiyor artık. Her gün parka gidip koştursa da, olmuyor belki artık evde. Durulmuyor. Tırmanması, koşması, bir şeyleri karıştırması, bozması, dağıtması gerekiyor sanki her daim. Tanıyamadığım bir Ada var birkaç gündür karşımda.

Bir de 'ev işlerini çok seviyor' yazıyorum.
Tutarsız anne, cık cık cık...

20 Kasım 2008 Perşembe

A-loo...

Algılarının bu kadar açık olduğu dönemde yeni şeyler de görmeli, yeni arkadaşlarla tanışmalı, farklı şeyler denemeli diye düşünüyordum. Kendimi işlerime gömüp de böyle fırsatlar yakalayamaz olunca da kendimi suçluyordum. Hala Fethi Paşa Korusu'na gidemedik mesela. Gidip bir lunaparkta atlıkarıncalara da binemedik henüz. Oyuncak Müzesi dibimizde. Beceremedik. Varsa yoksa sahil ve park. O da iyidir gerçi...

Ada'nın evde çok fazla oyuncağı yoktur. Çıktım bunu aldım, kızım sürpriz bak ne getirdim gibi hikayeler yaşanmaz bizde. Çoğu zaman müzik başroldedir, el becerileri için akıllı oyuncakları vardır, bir kısmı evde yaratılmış, çoğu "keşfedilmiş". Konsantrasyon, hafıza ve söz dağarcığı için kartlar tabii ve dergiler, büyük dergileri aslında, genelde ev ve sanat dergileri. Sosyalleşmede oyun gruplarımız var, şimdi de müzik buluşmalarımız eklendi. Oyun grupları bir süredir aksadı gerçi, suçlu: ben.

Sonra bir oyuncakla oynarken diğeri çıkmaz mesela, Montessori usulü. Uzun uzun oynar oyuncağıyla, kolay sıkılmaz. Sonra hadi kızım topla derim, tek tek yerleştirir, geri koyar yerine her şeyi. Çoğu zaman yani. Bazen de bu kadar kolay olmaz. Yine de bir oyuncak toplandı mı diğeri çıkar.

Kuşlara bakarız, heyecanlanır. Hergün dışarı çıkmasak da, mutlaka uzun uzun balkonda otururuz yaz ya da kış. Gelen geçene, karşı apartmandaki teyzelere el sallar; geçen bebekleri, köpekleri, satıcıları yanımıza çağırırız "del, del!" Gel'e döndü gerçi o, birkaç gündür.


Dün özgürlüğümün ilk günü sayılırdı. Bir liste Ada'yla yapacakları sıralamıştım. Oysa ne yaptım? Zuzu Cafe'ye gittik. Çok heyecanlı bir başlangıç sayılmaz. Ama ne yapalım, soğuktu, başka şeyler yapmaya üşendik. Değişiklik dedik, kendimizi renkli minik mekana attık, ilk gidişimiz. Sevdik, ben çin böreğini sevdim. Ada sanırım oyuncakları.

Canım garibim, böyle bol oyuncağı bir arada görünce bir mahsun, bir şaşkın görünüyor ki gözüme. Hemen arkadaşları yadırgamadan, ortama girdi; ilk yöneldiği oyuncaklar: plastik meyve, sebzeler. Ve heyecan bittabi: "Mam-ma!" Anladı gerçek mama değil, kuzu kuzu başladı yine dizmeye. Bir yerden alıp, diğerine aktarmaya. İçim rahatlamış yerime geçecekken bir baktım, bir abla "bak Ada" diye elinde sesli, ışıklı bir oyuncak, diğer abla "bak Ada" diye elinde konuşan bir bebek, yanındaki arkadaş bip bip araba...

Dayanamadım uyardım: Siz bir oyuncak verin, o sıkılınca yenisini alır, ya da siz diğerini verirsiniz. Tracy'nin günümüz çocuklarının nasıl aşırı uyarıldıklarına dair görüşleri geldi aklıma. Ha, fotoğraf mı? Elinde oyuncak telefon "Alooo" derken. Bilmiyorum böyle güzel alo diyen var mıdır? (Eminim vardır!) Benim adım Yapıncak, senin adın ne? "A-daaa"

**

Ada'yı alıp bir restorana gidemiyoruz. Ne kadar tok olursa olsun, kıyamet kopartıyor, bizimki yetmiyor, etraftakilerin yemeğine saldırıyor, vahşi bir durum. Yediğimizden bir şey anlamıyoruz. Zuzu Cafe'yi sevdik, o arkadaşlarıyla oyun oynarken, ben tıkınabiliyorum kısaca, sütunlar ardında. Gizli gizli.

Heyecanlı bir şeyler yapacağız. Ama hava soğuk, ellerim donuyor...

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Big Chef's

Eh bravo!

Çok sevdiğin öğrencinin nikahına gitme, kalk mideni bayram ettirmeye git. Bayram da gerçek bayram ama. İki aydır evdeyim. Hep dışardayım da...hiç dışarı çıkmamışım. Tamam, civardaki tüm teyzelere sabah kahvesine gittim sırayla, sonra minik Mintoş'umla elele araba gezmeleri de yaptık. Ve dahi, gündüz gece bahçede çıplak ayakla da dolaştım. Ama işte lokaldim.


Bu gece sınırları aştım.


Sağolsun Fethi Paşa. O zaman dedi, kalk götüreyim seni oraya. Orası Minasera'da, bizim buralara yeni açılmış bir alışveriş merkezi, çoğu yemekçi! Aman ne güzel. Bir gittik, gerçekten bir sürü restoran, cafe, sıra sıra. Ama... Boş! Bomboş. Anlamadım An
kara mı boş, milletin cebi mi boş.

Boş restoranları sevmem, yemeklerinin tazeliğinden korkarım, ayrıca canım da sıkılır, iki insan görmeyeceksem, ben ne anladım o yemekten. Hadi yanında dünya deryası, tatlı dilli, hoş sohbetli birileri olur ne ala. Ama iki lafı biraraya zor getiren bir çift olarak bize insan gerek, insan. Hiç değilse, onu bunu dilimize dolar, iki kelime çıkartırız öylesine.

En dolu yer, yine bizim gitmeyi planladığımız yerdi. Big Chef's. Istanbul, New York karışımı bir mekan. Artık pek alışık olmaya başladıklarımızdan. Ama sanki daha özel, daha özenli, daha düşünülmüş. Hoşuma gitti. Neler? Tamam ilk olarak lezzetli yemekleri, hızlı servisi. Ama mesela menüsü. İki kere hoşuma gitti, biri menü kitapçığının tasarımı, diğeri de menüdeki yemeklerin, içeceklerin, tadımlıkların, keyifliklerin bolluğu. tsrm12.com'un marifetiymiş, Ustaca! İki link de görülesi, okun
ası, süzülesi linkler, tıklamanızı öneririm.

Yemekleri sevdik, mmm, iyi de yedik. Ama aklımda ve damağımda kalan kapanıştaki lezzetli mi lezzetli waffle oldu galiba. Yeme de yanında yatlık bir durumdu. Yedim.

Ben süslü tabaklar severim. Özenli sofralar sonra. Ama yemekte gözümü de doyurmak isterim, yani hem bol olacak, hem süslü, biraz görgüsüz usülü. E n'apalım?

Tuttu, iki aylık restoran yemeği orucumun açılışı heybetli oldu. Haa, bir de güzel içtim, sefam olsun. İlk dışarı çıkma bayramım kutlu olsun!

15 Mayıs 2008 Perşembe

Annelere Kolay Tarif

Annemden bana, benden annelere. Dün yaptım pek güzel oldu.

2 bardak süt
3 yumurta
1 yufka

Sütle yumurtaları karıştırın, içine de ufak yufka parçalarını katın, hepsini karıştırın.

1 bağ yeşil soğan
1 paket mantar

Soğanla, mantarı yağda çevirin, suyunu çektikten sonra, diğer kaptaki karışıma ekleyip, biraz da tuzlayıp, karıştırın.

Karışımı pyrex'e döküp, 175 derece fırında 40 dk civarı pişirin, sona doğru üzerine kaşar peyniri rendesi ekleyin.

Afiyet olsun!