Blog talk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Blog talk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2012 Perşembe

Elde Var Bir

Bunca ayı kaçırıp geri dönüp kalakaldığımda düşündüm, neler yazmak isterdim en çok diye.


Bir koca yaz var mesela atladığım, kollukları atıp, yüzeradam olduğu, kendi kendine yüzmeyi öğrendiği, sadece büyükler havuzuna girdiği. Ya da... tam bir yıl önce ilk gittiği klasik müzik konseri var mesela, devamına daha da büyüklerin eklendiği, bir değişik heyecan yaşadığı. Sonra, yeni zaman haberi, piyanonun yanında kemana da başlaması işte, hatta bana eşlik etmesi Brahms sonat çalarken, keman partisini çalıyormuş-muş gibi yapması. Ya da ya da kusma fobisi tabii. Evet evet, kusmuk fobisi de diyebiliriz, okulu bırakma sebebi olan, kuyruğum olmaya terfi ettiği, her saniye birlikte geçirdiğimiz çoook zor bir üç ay var mesela. E sonra, sonrası büyük mesele, yeni okulu var sırada, hayatına girecek yeni arkadaşlar, yeni bir sistem, yeni bir dil. Ve tabii kaçan kaçlarca şey, onlarca sohbet, hafızamda kalan yüzlerce görüntü, binlerce anı...

Her geri döndüğümde -ki bu sefer ara çook uzun olmuş, hep yazsaydım diyorum. Bin pişman boyun büküyorum. Çünkü hafıza da silikleşiyor, renkler matlaşıyor. Maalesef... Bunların adı 'elde var bir' işte.

29 Ekim 2010 Cuma

Zor İş

Bugün erkenden uyandık. Ankara'dayız, kalabalık aile ortamı: Anneanne, dede, nene, büyük hala, büyük teyze. Ada ve ben. Video aleti annemin elinde, Ada dans ediyor, o çekiyor, çekerken de anlatıyor. Laf tabii günün anlam ve önemine geliyor. Biraz sevinçli, biraz hüzünlü olduğumuzu söylüyor annem. Neden üzüntülü, neden sevinçli, sorguluyoruz, biraz tartışıyoruz. Ülkenin durumu, vs.

Babamın dedesi de ilk meclisten. Babaannemden çok dinlemişliğim var Atatürk'ü. Birinci elden yani. Ama babaannem artık yok. Ada'nın onu göremediğine, onun o tatlı sohbetlerine şahit olamadığına bir kez daha üzülüyorum. Atatürk'ü en iyi o anlatırdı diyorum içimden.

Sonra da, 'Hadi' diyorum babama, 'Ada'ya Atatürk'ü anlatın, bugünün önemini, onun anlayacağı dilden' -kendi sorumluluklarımdan bile-isteye kaçarak. Araya laflar giriyor, sanki konu kaynıyor. Bir kez daha dürtüyorum babamı, 'Hadi baba, kaçmayın, en güzel siz anlatırsınız biliyorum'. Babam 'düşünüyorum' diyor, gerçekten düşünüyor. Kafa karışık kolay değil. Düşünceler uzuyor, Ada'ya anlatacağımıza, kendimiz konuşmaya başlıyoruz.

*
Ve... Düşünmeye devam ediyoruz.
Kolay değil 3 yaşındaki bir çocuğa böyle bir konuda söylemek istediklerinizi onun dilinden iletebilmek. Kolay değil bir lideri tanıtmak...

*
Pratik Anne'nin yazısını okudum şimdi. Siz de okuyun, verdiği link'leri de üşenmeyin açın, paylaşın.

4 Ekim 2010 Pazartesi

Emzirme Haftası

Gittim koştur koştur, dersten sonra, dersten önce; iki arada, bir derede; ama koşa koşa, sevine sevine. Çok güzeldi: Anneler, bebekler ve fotoğraflar...

Emzirme haftası. Böyle haftalar bana garip geliyor, Anneler Günü gibi. Garip değil mi gerçekten? Anneliğin günü, haftası mı olur? Ama bir 'vesile' işte, dikkat çekmek için, önemini vurgulamak için, unutturmamak için.

Ben emzirdim. Amacım çok çok emzirmekti, hem yararını bildiğimden, hem de inanılmaz mutlu olduğumdan, bebeğimle geçirdiğim en özel, en güzel an olduğundan. Ama bir gün, bir an, bir üzüntü ile ... Bitti. Gitti, şakır şakır gelen süt, damlaya döndü. Henüz üç ay bitmişti. Bir 'felaket'ti, gerçek anlamda vurguluyorum bu kelimeyi.

Çok üzüldüm. Çok.
Ve ben tam dokuz ay emzirdim bebeğimi.
O damlalarla...

Kimse kimseyi suçlamasın. Kimse kimsenin anneliğini emzirme süresiyle ölçmesin nolur. Ama o anın güzelliğini de umarım tüm anneler yaşasın. Tüm babalar, yakınlar, annelere destek olsun, onlara gereken huzuru devam ettirmek için gayret göstersinler, annelerin yanında olsunlar. Bebekler anne kokusuyla büyüsün, süt süt koksunlar. Anne sütü en değerli besin. Toplum da aynı anlayışla annelere bu rahatı sağlasın, anneler rahat rahat besleyebilsinler bebeciklerini, acıktıkları anda, bulundukları yerde...

*

Etkinliğe döneyim. Büyük bir organizasyondu (Etkinlikler 17'sine kadar devam edecekmiş). Lansinoh sponsorluğunda gerçekleşen bu etkinlikte emeği geçen herkese teşekkürler. Ben defileye yetiştim. Defilenin sonuna. Anne-bebek defilesi. Keşke doğru yerde bulunabilseydim -öyle kalabalıktı ki, keşke bu harika manzarayı daha uygun bir yerden rahatça izleyebilseydim. Ama heyecanı damarlarımda hissettim. 'Podyum'da görmesem de, defile bittikten sonra gördüm, o ışıltılı gözleri, o aydınlık yüzleri. Güzel anneler, tatlı bebekler...

Ama sonraaa fotoğrafları gördüm. Arkadaşlarımın çektiği fotoğrafları. Yine ağladım, yine gurur duydum. Harikasınız Ayça, Aslı ve Özlem. Ellerinize, gözlerinize sağlık. Devam, hep devam...

26 Ağustos 2010 Perşembe

Bir Ay Önceye Ait Bir Yazı

"Geçen hafta Ayça ve Erin, harika bir sürpriz yaptılar bana. Yine iki gün gelmişim İstanbul'a, ders verip döneceğim. Bir telefon, "burda mısın, geliyoruz, sana bir de bir şey getiriyoruz". "Bir şey" meselesini anlamadım ama gelmelerine çok sevindim.

Ayça 'bir şey' değil, 'dört tane harika' getirmiş bana. Bizim müzik buluşmalarında kamerasıyla yakaladığı o bayıldığım "müzikle mutluluk" tarifine denk düşen fotoğraflarının kolajlarından oluşan dört adet büyük kanvas baskı!

Çok güzel. Harika. Nasıl bir sürpriz bu Ayça, bayıldım ben bunlara! Yeni dönemde Music Together'da duvarlarımız şenleniyor. Müzik salonumuzu hazırlayıp, tuvalleri astıktan sonra fotoğraflarını çekip koymak istiyordum bloga, onun için bu teşekkür bu kadar geç kaldı. Ama öyle telaş evden ayrılmak zorundaydım ki, asamadan geldim. İki saniyede bizimkilere göstermek için çektiğim fotoğraflar işte aşağıdakiler." (Koymamışım tabii).

Ayça bin teşekkür! Ve iyi ki geldiniz, üzüntüm Ada'nın bizimle olmamasıydı. Erin'cim iyi ki uykun gelmedi de uzun uzun oturabildiniz..."

*Bu yazıyı bir aydan fazla zaman önce yazıp bir türlü yayınlayamamın sebebi, Ayça'nın fotoğraflarına ve emeğine duyduğum saygı. Göstermek istedim çünkü bu kanvasları, çünkü çok sevdim... Ama işte fotoğrafların fotoğraflarını çekme işi bana düşünce, bu saygı öyle bir ağır geldi ki. En güzel şekilde çekeyim dedim, mekanı çekeyim dedim; beceremedim. Bekledim. Bekleyince de, uzayınca da... vs, vs.


* Ayça'nın bana getirmeden önce çektiği fotoğraf. Yine kendi çektiklerimi koymadım yani. Boş yere bu kadar zaman yayınlamamışım bu yazıyı.

* Neden mi peki bugün? Çünkü yarın sergi açılışlarına gideceğim ve çok mutluyum. Ya siz? Siz gidecek misiniz? (City's Nişantaşı AVM, saat 13:30)

* Bir önceki sorudaki -lar- eki? E Music Together fotoğraf albümümüzdeki birbirinden güzel diğer harika fotoğrafların sahibi Aslı Tür (O fotoğrafları da burda göreceksiniz yakında) ve yarın tanışacağım meslektaşları Özlem Turan'ın da katıldığı üç kişilik bir bomba sergi olacak bu. Konu ise çok değerli, "Her Damlası Altın Anne Sütü".

* Yaniii, yarın yazacak çok şey olacak. Günün anlam ve önemine dair...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Madde Madde Foto Foto

Ne kadar uzun süredir yazmamışım... Her gece aklımdan yazıyorum bir post aslında. Garip dönemlerdeyiz yine. Özet geçmek gerek artık ama geçilecek özet yok, öyle güzel ve yoğun hikayeler yaşıyoruz ki bu aralar. Yine de kaybetmemek adına başlayayım madde madde:

1) Her anı bin cümleye bedel harika bir 23 Nisan geçirdik. Ben susayım resimler anlatsın:





Fotoğraf: Ayça Oğuş

Erin'le Ada garip bir huzurlu ilişki içindeler. Kızım o gün de ergenliğin en sancılı dönemlerini yaşıyor kadar sinirli ve huysuzdu. Öyle böyle değil ama... Ama Erin'in tüm o huysuzlukları görmezden gelen kırk yıllık arkadaş dozundaki anlayışlı ve yumuşak yaklaşımı, sihirli bir değnek gibi Ada'yı sakinleştiriveriyordu. Sohbetleri "Erin'cim, Ada'cım" diye sürüp gitti. Sohbetleri bitmedi. Biz iki anne ise şaşkınlıktan dilimizi yutmuş vaziyette güzelliklerinin hallerini dikizlemekle meşguldük. Ha bir de, geçen sene 1 Mayıs'ta deniz açılışını yapmıştı, bu sene 23 Nisan'da yaptı! Kutlu olsun!

2) Ertesi gün yine Ayça'nın harika fikri sayesinde kendimizi, Disney Müzikalleri'nden eserlerin programı oluşturduğu Doğuş Çocuk Orkestrası etkinliğinde bulduk. Söylemeye utanıyor ve itiraf ediyorum; Ada'nın ilk gittiği sahne gösterisiydi bu. (Rezalet!) Uyku saatlerinin dokunulmazlığı yüzünden ve de çocuk tiyatrolarının tam da bu saatte konuşlanmasından dolayı bir kaç deneme yaptıysam da kendimizi bir tiyatroda bulmayı bile becerememiştik. İlk sahne deneyimi, ilk aşkına denk düştü: Müzik! Arkada koca sinemaskop görüntüler olsa da, o daha çok müzisyenleri ve müziği takibetti. İki dakikada bir yinelenen "Mısır istiyorum" krizi olmasa, hiç de fena değildi diyebilirim. Coşkusu görmeye değerdi, hop oturdu hop kalktı. Sevdik biz. Çocuklar da iyi çaldı doğrusu. Ayça'ya bin teşekkür bizi ayaklandırdığı için!

3) Okul. Ah. Of. Oh. Vay be. Eyvah. Acaba? Her gün yeni bir ünlem doğuruyor bu okul işi. İlk gittiği günlerde ayrılırken aldırmazlık ve dönmek istememek, hemen takibinde ciyaklayarak girmek istememek, hatta içerde ofisten çıkmamak, sınıfa girmemek. Sonra benim gidip oturmam, onun girmemesi. Sonra benim bırakmam, onun çıldırması, anında sakinleşip, dönüşte parlayan gözlü ciddi mutluluğu. Sonunda ablasının bırakması. Bugün ise evden beni öpüp bay baaay diyerek çıkması...

Durum net: Okulu, öğretmenini ve arkadaşlarını seviyor -şimdilik en azından (Her gece öğretmenini görüyor rüyasında, "Gülümsüyor"muş!). Sorun belli: Benden ayrılmayı sevmiyor. Hayatında büyük yer eden Sultan'ın ani gidişi ve aynı anda hiç hazırlanmadan başımıza çıkardığımız bu okul işi, benimle ilgili bir güvensizlik yaratmış durumda Ada'da. Sıkıntısı her şeye yansıdı. Tepemde yaşayan bir minik şu anda, sürekli, kucağımda, bacağımda. Başlangıçta gece uykularını da etkiledi. Ben onu yatırıp çıkarken, uyumaz oldu birden. Kontrol de kontrol. Feci bir kaç gün geçirdik. Sonra orda da sistem değişikliğine gittik ve şimdi yeni rutinimizle rahatız. Bakalım...

O kadar kuvvetli ki aslında. Resmen duygularını kontrol etmeye çalışıyor, niyetleniyor yani, çaba sarf ediyor, anlıyorum. Ama bir noktada duygular bastırıyor ve küçücük bir minik oluveriyor, savunmasız. O kadar iyi anlıyorum ki onu. Canım miniğim. Kendi minik yaşamına göre ne büyük değişiklikler bunlar.

4) Gelenler, gidenler, olanlar, bitenler: Artık Nigar'ımız var. Çocuksu, güleryüzlü, ağır elli ama olsun, Ada seviyor, biz de. / Annem ve Büşşin geldi, onları bunalttım gittiler! Ama kriz günlerimizde çok yardımları oldu. Sağolsunlar. / Radyo istediğim gibi olmadı, kalbim pıtpıttı çok, kendimde değildim nerdeyse, aritmi. Belki heyecan, belki yorgunluk. Yansıdı tabii. Music Together, devam. Sonuna bile geliyoruz dönemin. Yaz dönemini de açmaya karar verdik, başladık yine çalışmaya. / Dün, Ada'nın büyükdedesinin Büyükada'da düzenlenen 67. Ölüm Yıldönümü Sempozyumu vardı. Fethi çok koşturdu, bense derslerimi bırakamadım, gidemedim. Ada ordaydı. Çok güzel geçmiş tüm konuşmalar, çok katılan varmış, sevindim. / Ada fiziki aksiyona verdi kendini. Babaannesi ve Ceyda sağolsun, her an parkta, sahilde...

Fotoğraf: Ceyda Eldem

5) Ada kendini erkek sanıyor. Daha doğrusu kız olmayı reddediyor. Çok kurcalamasın diye ben de kurcalamıyorum. Kızlar şöyle, erkekler böyle konuşmalarına girmiyorum. Zaten hiç sevmem. Ama herhangi biriyle başladığı sohbette, ben abiyim filan dediğinde, millet anlatmaya koyuluyor ve bizimkinin de morali bozuluyor. Kafası karışıyor. Çiçekli her şeyi reddediyor, elbise giymiyor, arabalardan hoşlanıyor ve "ben erkekim" diye dolaşıyor. Hayırlısı, ne diyim? Abi olmadığı zamanlardaysa bebek bu arada! Cidden yani. Öyle hissediyor kendini. Garip bir dönemdeyiz anladığınız.

Fotoğraf: Ceyda Eldem

6) Ben iyiyim, sağlığım fena değil. Yorgunluk ve stres iyi gelmiyor o kadar. Piyano çalışmayı özledim yine. Ama onun yerine bol bol şarkı söylüyorum...


24 Nisan 2010 Cumartesi

Ne Bayramdı Ama

Böylesine gerçek bir çocuk bayramı yaşamamıştım.


Ada yaşadı.
Ama ne yaşamak...

*
Yazılar da resimler de yarına. Lakin bitmiş durumdayım, kelime anlamıyla yani, finito...
Uyku kaçmadan Yapo kaçar.

Canım çiçek, böcek resmi yapmak istiyor yahu. Sarhoş muyum neyim, n'oluyor?

14 Mart 2010 Pazar

Karalamaca

Amaaan sürekli büyük laflar ediyorum, sonra pısss... Sessizlik. "Writer's block" diye bir şey vardır, bilir misiniz? Bu da öyle bir şey oldu işte: Blogger's block. Yazamama hali, tıkanıklık. Bir nevi ruhsuzlukla da ilişkiledirebiliriz. Lakin bu blog yazma yaşamdan doğduğuna göre, yaşamın donakalması da denebilir mi acaba?

Yok o kadar da değil. Ama teknik nedenler bu meseleyi azmanlaştırıyor. Örneğin hala bilgisayarım yok. En kötü huyum kararsızlıktır, söylemiş miydim? Sonra hastayız. Garibim Ada'nın dudağının üstü artık kırmızı, pütür pütür bir yüzey oldu geçmeyen nezle yüzünden. Hani nerde o 7 günde geçmezse, bir haftada geçer özlü sözü? Geçmiyor işte, galonlar dolusu sümük üretti miniğim. İşin ilginci, isyan da etmiyor. She's just fine, bildiğin çocuk, enerji, dans, oyun, gevezelik yerinde...

Bir tek Music Together'a katılamıyor kaç haftadır, ona üzülüyor. Arkadaşlarını soruyor boynu bükük. Bu hafta bir sürü aktivite planımız, sözümüz var. Hadi miniğim, biraz isyan et, "aaa yetti be" de, "iyileşmek istiyorum artık" de. Belki geçer, belli mi olur?

...

Ben iyiyim. Bolca ders veriyorum, bolca kitap okuyorum, müzik dinliyorum, aktivite hazırlıyorum ve bolca düşünüyorum. Bazen derin, karanlık; bazen hayallerim kadar özgür ve aydınlık. Yine de bitiremediğim birkaç iş var, kafam onlarda. O işlere gelince sıra, beynimde bir hantallık başlıyor, ağırlaşıyorum.

Yarın yeni bir gün, yeni bir hafta başlıyor. Aklım bulutların arkasındaki güneşte -biliyorum orda. Ve o iyi gelecek bize. Biliyorum.

1 Mart 2010 Pazartesi

Bir 1 daha...

1 Ocak'ta Kış Güneşi doğarsa, 1 Mart'ta da bahar güneşi doğar. Olan kaynayıp giden Şubat'a mı olmuştur, kaydedilmemiş 'ilk'lere mi, tuşlara değmeden her gece kafada yazılmış romanlara mı, dondurulmamış 'an'lara mı olmuştur bilinmez.

Kendime sözümdü 'en azından' 1 Mart'ta tekrar yazmaya başlamak. Hani baharın ilk günü ya, hani kışın arka kapısı ya, yeni hayallerin başlangıcı ya, hani '1'den başlamak güzeldir ya...

Resim yok -aslında çok tabii. Ama alet edevat gerek, akrep yelkovan gerek, olayları sıralayacak zihin berraklğı, anıları yanyana getirecek ruh sükuneti gerek. Yok n'apalım. Ama verilen söz tutulur. En azından sade bir "iyiyiz" demek için. Hani okuyan kaldıysa bizleri.

Bir de kızıma mahçup olmamak için daha fazla. Bu en renkli günlerinde boş ve renksiz sayfalarla çıkmamak gerek karşısına yıllar sonra.

Yine de başlamak zor.

Bak işte, gördün mü miniğim? Beceremiyorum zor.

Ama iyisin, şeker pembesin, fıkır fıkır, kikir kikirsin, hayatımın neşesi, kalbimin her atışı sensin. Yazmadı annem diye kızma yani.

Yaşıyorum seni.

24 Ekim 2009 Cumartesi

Minimui ve Saz-Söz

Sorulardan sonra ek bilgi: Adres: www.minimui.com/3.sayı/sayfa 61-67 - Bizim röportaja, Sayfa 2'deki "İçindekiler" kısmında 61. sayfaya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Sayfalar alt sağ taraftaki oklara tıklayarak açılıyor.
---

Deniyorum olmuyor. Daha önce kaç kere denemiştim yine olmamıştı. Bloga az uğrar olduğumdan beri, zaten minimal olan internet okur-yazarlığımın iyice yok olmaya başladığını hissediyorum. Kötü...


Neyse konu başka. Konu başlıkta.
Üç ay da rötarla.

Konu Minimui. Minimui'den haberi olmayanın kaldığını sanmıyorum. Ama yine de kendi fikirlerimi geç kalmış da olsa yazmak istiyorum.

Dergiden haberiniz varsa zaten arkasındaki emeğin farkındasınızdır (bin teşekkür emeği geçenlere!). Minimui, renkli, canlı, bebek kokan bir dergi,. Hamilelikten 6 yaşına kadar bir annenin merak edebileceği her konuda kaynak oluşturabilecek eğlenceli bir bilgi bankası. Hem annelerin deneyimlerine -özellikle video röportajları çok güzel- birinci ağızdan yer veren, hem alanında uzman kişilerin fikirlerini okurlarına ulaştıran, son derece keyifle okunan, bol sayfalı bir digital dergi. Banner'ını en az 3-4 deneme yapıp, bir türlü yan tarafa kaydedemediğim bir dergi... Hala beceremediğim... Yine beceremediğim... Neden beceremediğim??

*

Üçüncü sayısının birkaç sayfasında da biz varız. Sazlı-sözlü hem de.
Saz Ada'dan, söz benden.

Harika fotoğraflar da Ayça'dan tabii...

2 Şubat 2009 Pazartesi

Ödüm Kopuyordu

Şu "mim" meselesine pek sıcak yaklaşamadım gitti. Nedenini bilmiyorum. Bir şekilde hemen bu blog yazma işini sorgulamaya başlıyorum. Ne için yazıyorum? Kimin için yazıyorum? Böyle şeyler...

İlk mimi fırtınalı bir döneme denk geldiğinden ıskalamıştım. Bu sefer kaçış yok. Sevgili Pınar beni mimledi. En yakınımda bulunan kitabın 161. sayfasının 5. cümlesini yazmam gerekiyor. Anlamlı/anlamsız fark etmezmiş.

*

Haha birkaç gündür bu mim bana gelecek diye ödüm kopuyordu. Zira bilgisayarımın durduğu salondaki sekreterin üzerinde birkaç defter ve evrak arasında tek bir kitap var. Bilin bakalım hangi kitap? Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Çözümler, Tracy Hogg!

Biliyorum biliyorum çok sıkıcıyım. Ama ne yapabilirim? Bir kere kan kardeş olmuşuz bu kitapla.

161. sayfa 5. cümle:

"Kolik bebekler kilo almakta sorun yaşamazken, reflülü bebeklerde kilo kaybı görülür."

Hmm. Bu sayfaya uygun bir mim oldu en azından.

*

Aslında bugünlerde okuduğum kitap başka. Evire çevire okuduğum, gittiğim her yere peşimden sürüklediğim bu eğlenceli kitabın adı "Trees Make The Best Mobiles" (Ağaçlar En Güzel Dönencedir -veya En Güzel Dönenceler Ağaçlardır). Bir süredir hakkında bir post yazmak istiyordum. İlginçtir bu mim sayesinde... Onun 161. sayfasının 5. cümlesi ne acaba?

Üşenmesem de kalkıp çantamdan alsam gelsem.
Üşendim.

28 Ocak 2009 Çarşamba

Buluşma -ve Soru İşaretleri


Bir blog dostumla daha tanıştım bugün. Jale'nin hamileler grubundan Gül ve tatlı kızı Duru'nun misafiri idik.

Sevgili Gül, çok güzel bir gündü bugün. Güleryüzün ve güzel evsahipliğin icin teşekkürler. Ayrıca senin ve diğer becerikli aşçıların ellerine sağlık! Mamalar yummy yummy, çok lezzetliydi.
Jale'cigim, kısa da olsa seni görmek ne güzel bir sürpriz oldu, çok özlemişim.
Anneler, harika bebekler, sizlerle tanışmak, tekrar görüşmek çok güzeldi.

Ama keşke...

Daha erken gelebilseydik,
Ada yemek canavarı olmasaydı, biraz rahat bıraksaydı da daha çok sohbet edebilseydik,
Ada (gözünü sofradan alabilmeyi becerip) binbir bebekten oluşan (kaç kişiydik acaba tam olarak?) muhteşem manzaranın farkına varsaydı da, biraz "kardeşleri" ile kaynaşsaydı.

Bir de keşke hazır bu kadar çok anne-bebek varken birkaç müzik yapmayı akıl etseydik -geç geldi aklıma.

*

Düşünüyorum da, yemekli anneler ve bebekleri -ya da oyun grubu- buluşmaları bize iyi gelmiyor. Ada arkadaşları ile beraber olsun, kaynaşsın, sosyalleşsin, paylaşmayı öğrensin niyeti ile yola çıkıyoruz ama hedefin önüne pastalar, börekler çıkıyor. Hem de en lezzetlisinden! Ada'yı evde tıka basa doyursak da olmuyor, ilgi alanı sofranın dışına çok zor çıkıyor. Ne yapmamız gerek bilmiyorum. Belki de sadece dışardaki toplantılara katılmak?

Ah be tomtoşum, sanki aç bırakıyoruz seni. Yarın ne yapacağız şimdi onu düşünmeye başladım...

3 Aralık 2008 Çarşamba

Kim Dum

Baktım ki, kızımın blogunu boşluyorum, günler geçiyor, kaydedemiyorum, üzüldüm...

Şu gönderime tek bir yorum gelmeyince düşünmeye başladım -aylardır yorum almayan tek yazım buydu! Düşündürücü olan, blog dostlarımın hayatımı nasıl değiştirdiklerinden, bana nasıl destek olduklarından, blog tutmanın güzelliklerinden de bahsettiğim bir yazı idi bu, gerçekten içten yazılanlardan biri.

Bunun üzerine o ara yazmak hakkında, yazının hayatımdaki, hayatımızdaki yeri, blog tutmanın anlamı, nedeni, niçini; bana verdikleri, benden aldıkları hakkında çok kafa yordum. Sonuç olarak... biraz ara vereyim dedim. Kendimi başka şekilde ifade edebilirdim sonuçta, resim yaparak mesela. Ya da ciltli, kilitli defterlerime dönebilirdim pekala, Adakız'la geçen hayatımızın notlarını orda saklayabilirdim -ki evet böyle bir defterim de var. Adakızım ise, bilmiyorum, belki okurdu, belki okumazdı büyüyünce.

Bunu da yazdım. Yazmamak belki daha iyi olacak dedim. Gel gör ki, o günkü ziyaretçi sayım bu sayfanın görüdüğü rekorlardan biri idi ve... sadece bir kişi "yazmaya devam et Yapıncak" dedi! İki "blog dostum" da aradı, sordu, sağolsunlar.

*
Neyi fark ettim? Yazmayınca yazmıyor insan, gerçekten. Kızımla geçirdiğim anlar uçuşur oluyor. Korkuyorum.

Yazmayınca unutuyor insan, unutunca hafızasız kalıyor. Tadı kaçıyor...

Tadımın kaçması mutsuz ediyor beni. Mutsuz olmak istemiyorum.

18 Kasım 2008 Salı

Iska

Rahatsızlıklarımı kimseye inandıramazken, bir "ekşi yazı" ile burda içimi dökmüştüm; ruhumu okuyan, hissettiğimi hisseden yorumlarla, sıcacık anlayışla -ki o an ihtiyacım olan sadece oydu- nefes bile alamazken, "nefes alır olmuştum". Şaka değil. Sonrasındaki büyük güne yine blog dostlarımın desteğiyle "hazırlanmıştım". Şaka değil. Ameliyatımda yoğun bakımda, yüzyüze gelmediğim blog dostlarımın telefonlarıyla "kendime gelmiştim", geçmiş olsun dilekleriyle "ayağa kalkmıştım". Şaka değil.

Yazmak, paylaşmak, bazen aynı dili konuşmak, bazen yeni bir dil bulmak, bazen duygulara tercüman olmak, bazen yazanları okurken "aynı ben" diyebilmek. Üzüntüyü paylaşmak, boşalmak, rahatlamak; sevinci paylaşmak, büyümek, coşmak. Başka biri adına sevinmek, başka biri adına üzülmek. Bu kadar içten, bu kadar gerçek.

**
...Ben bugün çok üzüldüm.

Bahsettiğim günlerde ruhumu okuyan, hayatla dalgasını geçen, pozitif enerjisiyle karanlıklarımı aydınlatan bir blog dostumun, zor günlerinde yanında olamadım. Ameliyat günümde hiç tanışmadığım, çok tanıştığım bu dostum, "elimi tutmuştu" bu satırlarla. Güç vermişti, hem de ne güç, bazısı çok dokunur ya, derinden dokunmuştu işte. Ama ben onun zor gününde "elini tutamadım".

Kedili Mutfaklar'ın Annoya'sı ameliyatını olmuş, olmuş da bitmiş de, çıkmış da...
İyiymiş.

Bazen kendi dertlerimiz içinde boğuluyoruz, bazen hayatı ıskalıyoruz, bazen dostlarımızı. Hiç bir blogu takibedemedim şu son günlerde, kim bilir neler oldu, neler geçti. Annoya'mın yanında değildim, ama iyileştiğine çok sevindim. Zaten öyle aslan gibi bir kadın ki, ben "elini tutmayayım", vız gelir ona!

Geçmiş olsun Oya'cığım!

17 Kasım 2008 Pazartesi

Çiçek Açtı Yaprak Apartmanı!

Apartmandaki üst kat komşumuz bir "dede", ağzında koskoca bir gülücük izliyor bizi. Müzikal buluşmalarımıza gelen-giden heyecanlı aileleri, mintoş minikleri, afacan abileri, ablaları, çıtıpıtı bebecikleri izliyor. "Apartmanımıza can geldi, renk geldi, müzik geldi!!" diyor.

"Çiçek açtı Yaprak apartmanı!"

Music Together, tonla aksilik ve büyük maceralar sonunda mekanına yerleşti, hayatına başladı, güleryüzlü aileleriyle, birbirinden tatlı bebekleriyle, çocuklarıyla tanıştı. Heyecanımı, mutluluğumu anlatamam.

Deneme derslerinin ilk ikisinde Adakızım da vardı. Bir şaşkınlık, tarifsiz. O kendine özel, o en mutlu anı, "nana" anını annesi bir sürü bebekle, çocukla paylaşıyor. Dahası var mı? Nasıl iş bu şimdi?!

Baştaki şaşkınlık ve annesini paylaşma şoku, derslerin sonunda kendini üzüntüye bıraktı. Her giden bebekle yüzü asıldı, akranlarının peşinden gitmeye kalktı.

Programa başladık. Heyecan. Doğru. Hem de kalbi pırpır attıran cinsten. Ama başka bir güzellik daha vardı, bir sürü blog ve internet arkadaşımla tanıştım bu derslerde. İlginçti, belki komik. O kadar yakınsın, hikayelerini biliyorsun, ama derse 5 dakika kala, ya da dahası dersin tam da içinde tanışmışsın, konuşamıyorsun, şarkı söylüyorsun gözlerinin içine bakarak, gülümseyerek. Müzikle tanışmak harikaydı, direk pozitif enerji; ama ettiğimiz -ya da edemediğimiz!- iki laf sohbetin tadı damağımda kaldı. Daha çok buluşmak, görüşmek gerek. Çocukları tanıştırmak...

Bir de haftasonu dersleri kalabalık olacak diye Ada'yı babayla adaya yolladığım için üzüldüm. Oysaki gelmeyenler oldu, haber veren ise sadece iki kişi idi. Of, yazacak çok şey var, ama ben ancak yazmaya ısınıyorum.

Hafifledim, özlediğim şeylere kavuştum artık. Daha çok piyano çalmak, daha çok yazı yazmak -tercüme yazısı değil ama!!!, yürümek amaçsız, hoplamak, şarkı söylemek miniğimle daha da çok...

Geldi o günler, şaştım kaldım.

25 Eylül 2008 Perşembe

Üç Minik Kuş

Şarj aleti kayıp, fotoğraf çekemiyorum. Çekenlerin fotoğrafları da elime geçmeyince, beklerken gecikiyor da gecikiyor yazacaklarım.

Ada anneler ve bebekleri buluşmalarına alışık. Ama Ayça'nın Oyun Grubu'ndaki ilk buluşmamızı ancak geçen Cumartesi gerçekleştirebildik. Bunca zaman nasıl beceremedik bilemiyorum, hep bir mazeretimiz oldu, çoğu sağlık.

Sonunda Duru, Ceylin ve Ada ilk gerçek buluşmalarını gerçekleştirdiler. İlk olarak Music Together tanıtım derslerinde biraraya gelmişlerdi. Sevgili Pınar bizi ağırladı ve saatin nasıl da çabuk geçtiğini fark etmediğimiz çok güzel bir gün geçirdik.

Ayça'nın öncülük ederek kurduğu Benimle Oynar mısın Anne? grubu, belli kurallara sahip. Ayça'nın ve diğer annelerin pedagoglardan duydukları öneriler ve deneyimleri sonucu konulmuş bu kurallar. Yakın aydaki beş çocuğun buluşması, aynı grubun uzun süre sürekliliğini devam ettirmesi, çocukların birlikte beslenme saati geçirmeleri, buluşmalarda bazı eğlenceli/eğitici/öğretici aktivitelerin yapılması, yeme-içme konularına (anneler ve kilolar için!) girilmemesi ilk aklıma gelenler.

İlk buluşmamız daha çok diğer anne-bebek buluşmalarımızın içeriğinde geçti. Çocuklar özgürce oynadılar, anneler biraz kaçamak atıştırmalar yapıp sohbet ettiler. Minik ev sahibi Durukuş'un misafirperverliğini unutmayacağız. Ada'yı kapıda ismiyle karşıladı. Ceylin'e -ve fırsat verirse Ada'ya!- kendi üzümlerinden ikram etti. Ceylin bıcır bıcır etrafta dolaşıyor, o oyuncaktan öbürüne heyecanla koşuyor; Duru da sevgi gösterileri yapıp, şarkılar söyleyip danslar ediyordu. En küçük -ve hala bağımsızca yürümeye başlamamış olan Adakız ise- çoğunlukla ablalarını izledi bu buluşmada. Yaz süresince çok fazla bebekle karşılaşmadığı için sosyal alana ağırdan ve temkinli geçmeyi tercih ettiğini söyleyebilirim. Yine de uyumluydu ve ablalarından çok şey öğrendi!

Tanıştık.

Bundan sonraki buluşmalarımızda bilinçli ve hazırlıklı aktivitelere geçmek için hazır olduğumuzu düşünüyorum. Ayça ve Aybala'nın grubun yazışmalarında yinelediği gibi "daha az oyuncak, daha fazla oyun" düşüncesini de kuvvetle destekliyorum.

Kızlar, bayram dönüşü bende miyiz?



16 Haziran 2008 Pazartesi

Büyükada'da Bir Konser daha

O kadar mutlu oluyorum ki anlatamam.

Adadaydık. İkincisini gerçekleştirdiğimiz salon konserimizi yapmak üzere. Heyecanlıydım, ilki çok güzel geçmişti. Eski arkadaşlarımla buluşmuş, yeni akrabalarla tanışmış, adalı dostlar edinmiş, minik bebeklerle şenlenmiştik. Kuş cıvıltıları arasında ilk ada konserimizi vermiştik. Kontrtenor dostum Rudi ile.


Tekrar ettik. Hem geçen seferki Flugtag fecaatinden dolayı iskeleye erişemeyip gelemeyen dostlarımızın ricası üzerine; hem de yine çalmak, yine paylaşmak, Babalar Günü'nde babalara müzikli bir gün hediye etmek için. Ne güzel oldu. Blog dostlarım Esra ve Pınar da geldi, aileleri, minikleriyle beraber. Ve daha kimler kimler... Herkese öncelikle büyük teşekkürler bizden. Müzik dört duvar arasından çıkıp paylaşılınca güzel.

Rudi'yle birlikte müzik yapmak büyük zevk. Birbirimize iyice alıştık, müzikal anlayışımız benzer ve beraber hissediyoruz. Umarım izleyenlere de yansımıştır bu. Fotoğraflar Erk'in çektiği fotoğraflar. Teşekkürler Erk. Yeni fotoğraflar gelirse slayta ekleyeceğim.

Kızım sadece biraz sarsılıyor bu mekan değişikliğinden. Ama konser günleri hep uslu ve memnun. En çok da birlikte olduğu arkadaşlarla mutlu oluyor. Biz içerde çalıp söylerken, minikler Ada, Melis, Duru, Duru, Defne, Alara ve 3 aylık Mert dışarda "sosyalleştiler". Hatta arada içeri girip dinleyen minikler bile olmuş diye duydum. Erken yaşta tanıştılar konser ortamıyla...

İyi ki geldiniz.

6 Haziran 2008 Cuma

Yazının Dili

Pınar'la buluştuk bugün. Pınar kırk yıllık arkadaşım. Benzer şeylerden zevk alır, benzer şeylerin hayalini kurarız. Onu dinlemek harikadır, o da can kulağı ile dinler, her konuda fikri vardır. Dobradır Pınar. İçi neyse dışı odur. İncedir, yırtıcı bir meslekte de olsa, hayatı bir sanatçı gibi yaşar. Görür, duyar, düşünür.

Pınar kırk yıllık arkadaşım.
Ben de bir yalancıyım.

Kırk yıllık arkadaşım değil, blog arkadaşım. Onu blogundan, blogumdaki yorumlarından; tam da yukarda anlattığım gibi tanıdım. Bir de Music Together buluşmasındaki "memnun oldum", "ben de"lerden. O kadar. Bugün buluştuk. Kahvaltı yaptık, 4 saat. Eski bir dost bulmuş gibi oldum. Konuşmaktan sesim kısıldı, yoruldum.

Ne güzel oldu...

3 Haziran 2008 Salı

Kalpten Teşekkür

İyiyim. Verilen tonla ilaç olumlu etkisini gösteriyor. Bir de tabii baş ağrısı, göz kızarıklığı, sersemlik ve uyku gibi olumsuz etkilerini de. Anladığım "müşahade" altında tutulacağım. Düzenli aralıklarla hastane ziyareti. Hadi bakalım... Kötüsünden korkuyordum, şimdilik ertelendi gibi, en azından bir ay.

Arayan, yazan, sevgisini, desteğini gönderen herkese en en içten teşekkürlerimi yolluyorum. İyi ki varsınız...

23 Mayıs 2008 Cuma

Ekşi Yazı

Tatsızım, gece geç. Uyandım. Göğsümde bıçak gibi bir ağrı. Her nefes aldığımda saplanıyor, kötü saplanıyor hem de. Ben de küçücük nefesler alıyorum, bıçak çok acıtmasın diye.

Aslı: Alamıyorum.

Bir de hırıltı. Yanında bonus. Tanıdık sahne. Kaç kere beni uyutmayan, karşıya derdimin büyüklüğünü bir türlü iletemediğim, sözlü anlatımı imkansız; sözsüz görüntünün -bir şekilde (şaşarım)- şefkat (veya yardım) yerine eleştiriyi çağırdığı.

Doktorlar mı? Her şeyden şüphelenip, hiç bir şey diyemiyorlar. Dik duruyorum ya şimdi, yatar pozisyonda değilim; daha iyiyim. Yazdım ya derdimi, oh ferahladım, daha rahatım... Blog, internet günlüğü; her derde deva mısın sen?

1 Nisan 2008 Salı

Blog Talk

Diğer blogumu saymazsak bu işte yeniyim. İlk önce farklı şehirde yaşayan ailem ve arkadaşlarım için böyle bir şey düşünmüştüm. Ada'nın gelişimini izlesinler diye. Sonra baktım, ihtiyacım da varmış yazmaya, evde yalnız başına bebeğini büyüten bir anne olarak, paylaşmaya. (Tabii yalnızlık sadece gündüzleri, babamız akşam yardıma geliyor ama Adakız da çoğu zaman uyumuş oluyor).

İşte böyle yazmaya başladım. Yazdıkça okudum da. Öyle güzel bloglar buldum ki; şeker mi şeker bebeklerle tanıştım, harika annelerin hikayelerini dinledim. En çok takibettiğim bir kısım adresin de linklerini yanda verdim. Siz de okuyun.

Çünkü biliyorum bu anneler -ve de az da olsa blog yazarı babalar, paylaştıkça sevinçlerini büyütüyor, üzüntülerini azaltıyorlar. Yazıların altındaki yorumları okursanız anlarsınız. Ayrıca her bir blog bir deneyim hikayesi, sizden önde giden annelerin hikayesi, bebeğiniz için bir ön hazırlık oluyor mesela. Ya da benzer içseslerine sahip olduğunuzu fark ediyor, seviniyorsunuz.


Böyle günlükler tuttukça -yazılı ya da elektronik- geçen zamanın da sanki çok daha farkında oluyorsunuz. Bu sefer bu farkındalığı pozitif anlamda söylüyorum. Farkında yaşamak manasında.

Bir süre uzak olabilirim bu sayfadan (henüz bilgisayarımı götürüp götürmemeye karar vermedim). Götürsem de belki yazmaya vaktim olmayabilir. Ne de olsa çok yoğun bir bir hafta geçecek.
Ben yokken siz de diğer blogları keşfedin, güzel bebeklerle tanışın, anne babalarla özdeşleşin. Hadi bakalım şimdilik hoşçakalın.