Ada ve arkadaşları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ada ve arkadaşları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2011 Çarşamba

Yatağının Adı


Altı aydır "ben erkeğim" diyen, kızlarla ilgili her şeyi reddeden kızımdan duyduklarıma inanamıyorum. Aramızda geçen bir sohbeti aynen aktarıyorum:

Ben:
Ada'cım sana yeni bir yatak alma vakti geldi. Ne renk olsun yatağın? Tercih ettiğin bir renk var mı?
Ada: Annecim pembe olsun.
Ben: ??? (Pembe en nefret ettiği renk-ti)
Ada: Yok yok beyaz olsun. Yanında da böyle güzel dantelleri olsun.
Ben: ??? (Dantel?!)
Ada: Anne?
Ben: Efendim kızım?
Ada: (Kocaman bir gülümsemeyle) Adı da Burçak olsun mu?

Burçak...

O gün ne pembe giyinmiştin, ne de dantelli bir şeyler; ne bebek oynadınız kızımla, ne evcilik. Ama işte o içini eriten şey, belki de senin sıcaklığın, senin inceliğin, senin duyarlılığın, senin şefkatindi.

Birkaç gün sonrasında da hafif kikirdeyerek, hafif utangaç ne dedi biliyor musun?

- Anne, Maviş'i görmeye gidelim mi? (Doğrusu o an, maviş dediğinde, senin maviş kuşun aklıma gelmemişti) Antalya'ya yani? Burçak'a?

Uzaktasın canım arkadaşım, ama sıcaklığın yanımızda. Biz nasıl ki bu kadar az görüşerek hala "en iyi arkadaş" kaldıysak, kızım da seni neredeyse hiç görmeden bir teyze kazandı. Gerçek bir teyze yani, annesinin kardeşi olandan.

Ne desem bilmiyorum. O gün bugündür seni konuşuyoruz.
(Her defasında içimden ne dilek tutuyorum, tahmin edebilirsin)

İyi ki geldin. Yine gel...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Madde Madde Foto Foto

Ne kadar uzun süredir yazmamışım... Her gece aklımdan yazıyorum bir post aslında. Garip dönemlerdeyiz yine. Özet geçmek gerek artık ama geçilecek özet yok, öyle güzel ve yoğun hikayeler yaşıyoruz ki bu aralar. Yine de kaybetmemek adına başlayayım madde madde:

1) Her anı bin cümleye bedel harika bir 23 Nisan geçirdik. Ben susayım resimler anlatsın:





Fotoğraf: Ayça Oğuş

Erin'le Ada garip bir huzurlu ilişki içindeler. Kızım o gün de ergenliğin en sancılı dönemlerini yaşıyor kadar sinirli ve huysuzdu. Öyle böyle değil ama... Ama Erin'in tüm o huysuzlukları görmezden gelen kırk yıllık arkadaş dozundaki anlayışlı ve yumuşak yaklaşımı, sihirli bir değnek gibi Ada'yı sakinleştiriveriyordu. Sohbetleri "Erin'cim, Ada'cım" diye sürüp gitti. Sohbetleri bitmedi. Biz iki anne ise şaşkınlıktan dilimizi yutmuş vaziyette güzelliklerinin hallerini dikizlemekle meşguldük. Ha bir de, geçen sene 1 Mayıs'ta deniz açılışını yapmıştı, bu sene 23 Nisan'da yaptı! Kutlu olsun!

2) Ertesi gün yine Ayça'nın harika fikri sayesinde kendimizi, Disney Müzikalleri'nden eserlerin programı oluşturduğu Doğuş Çocuk Orkestrası etkinliğinde bulduk. Söylemeye utanıyor ve itiraf ediyorum; Ada'nın ilk gittiği sahne gösterisiydi bu. (Rezalet!) Uyku saatlerinin dokunulmazlığı yüzünden ve de çocuk tiyatrolarının tam da bu saatte konuşlanmasından dolayı bir kaç deneme yaptıysam da kendimizi bir tiyatroda bulmayı bile becerememiştik. İlk sahne deneyimi, ilk aşkına denk düştü: Müzik! Arkada koca sinemaskop görüntüler olsa da, o daha çok müzisyenleri ve müziği takibetti. İki dakikada bir yinelenen "Mısır istiyorum" krizi olmasa, hiç de fena değildi diyebilirim. Coşkusu görmeye değerdi, hop oturdu hop kalktı. Sevdik biz. Çocuklar da iyi çaldı doğrusu. Ayça'ya bin teşekkür bizi ayaklandırdığı için!

3) Okul. Ah. Of. Oh. Vay be. Eyvah. Acaba? Her gün yeni bir ünlem doğuruyor bu okul işi. İlk gittiği günlerde ayrılırken aldırmazlık ve dönmek istememek, hemen takibinde ciyaklayarak girmek istememek, hatta içerde ofisten çıkmamak, sınıfa girmemek. Sonra benim gidip oturmam, onun girmemesi. Sonra benim bırakmam, onun çıldırması, anında sakinleşip, dönüşte parlayan gözlü ciddi mutluluğu. Sonunda ablasının bırakması. Bugün ise evden beni öpüp bay baaay diyerek çıkması...

Durum net: Okulu, öğretmenini ve arkadaşlarını seviyor -şimdilik en azından (Her gece öğretmenini görüyor rüyasında, "Gülümsüyor"muş!). Sorun belli: Benden ayrılmayı sevmiyor. Hayatında büyük yer eden Sultan'ın ani gidişi ve aynı anda hiç hazırlanmadan başımıza çıkardığımız bu okul işi, benimle ilgili bir güvensizlik yaratmış durumda Ada'da. Sıkıntısı her şeye yansıdı. Tepemde yaşayan bir minik şu anda, sürekli, kucağımda, bacağımda. Başlangıçta gece uykularını da etkiledi. Ben onu yatırıp çıkarken, uyumaz oldu birden. Kontrol de kontrol. Feci bir kaç gün geçirdik. Sonra orda da sistem değişikliğine gittik ve şimdi yeni rutinimizle rahatız. Bakalım...

O kadar kuvvetli ki aslında. Resmen duygularını kontrol etmeye çalışıyor, niyetleniyor yani, çaba sarf ediyor, anlıyorum. Ama bir noktada duygular bastırıyor ve küçücük bir minik oluveriyor, savunmasız. O kadar iyi anlıyorum ki onu. Canım miniğim. Kendi minik yaşamına göre ne büyük değişiklikler bunlar.

4) Gelenler, gidenler, olanlar, bitenler: Artık Nigar'ımız var. Çocuksu, güleryüzlü, ağır elli ama olsun, Ada seviyor, biz de. / Annem ve Büşşin geldi, onları bunalttım gittiler! Ama kriz günlerimizde çok yardımları oldu. Sağolsunlar. / Radyo istediğim gibi olmadı, kalbim pıtpıttı çok, kendimde değildim nerdeyse, aritmi. Belki heyecan, belki yorgunluk. Yansıdı tabii. Music Together, devam. Sonuna bile geliyoruz dönemin. Yaz dönemini de açmaya karar verdik, başladık yine çalışmaya. / Dün, Ada'nın büyükdedesinin Büyükada'da düzenlenen 67. Ölüm Yıldönümü Sempozyumu vardı. Fethi çok koşturdu, bense derslerimi bırakamadım, gidemedim. Ada ordaydı. Çok güzel geçmiş tüm konuşmalar, çok katılan varmış, sevindim. / Ada fiziki aksiyona verdi kendini. Babaannesi ve Ceyda sağolsun, her an parkta, sahilde...

Fotoğraf: Ceyda Eldem

5) Ada kendini erkek sanıyor. Daha doğrusu kız olmayı reddediyor. Çok kurcalamasın diye ben de kurcalamıyorum. Kızlar şöyle, erkekler böyle konuşmalarına girmiyorum. Zaten hiç sevmem. Ama herhangi biriyle başladığı sohbette, ben abiyim filan dediğinde, millet anlatmaya koyuluyor ve bizimkinin de morali bozuluyor. Kafası karışıyor. Çiçekli her şeyi reddediyor, elbise giymiyor, arabalardan hoşlanıyor ve "ben erkekim" diye dolaşıyor. Hayırlısı, ne diyim? Abi olmadığı zamanlardaysa bebek bu arada! Cidden yani. Öyle hissediyor kendini. Garip bir dönemdeyiz anladığınız.

Fotoğraf: Ceyda Eldem

6) Ben iyiyim, sağlığım fena değil. Yorgunluk ve stres iyi gelmiyor o kadar. Piyano çalışmayı özledim yine. Ama onun yerine bol bol şarkı söylüyorum...


24 Nisan 2010 Cumartesi

Ne Bayramdı Ama

Böylesine gerçek bir çocuk bayramı yaşamamıştım.


Ada yaşadı.
Ama ne yaşamak...

*
Yazılar da resimler de yarına. Lakin bitmiş durumdayım, kelime anlamıyla yani, finito...
Uyku kaçmadan Yapo kaçar.

Canım çiçek, böcek resmi yapmak istiyor yahu. Sarhoş muyum neyim, n'oluyor?

15 Nisan 2010 Perşembe

Ve Ada Okullu Oldu

Şapşal gibiyim. Aslında ağzım kulaklarımda, ama kalbim pıtpıt.

Eve gideyim diyorum. Manasız geliyor. Neden yani? Eve hep ya Ada'yla ya da Ada'ya kavuşmak için giderim, değil mi ama? Yolumu değiştireyim bari diyorum. Eve gitmek gelmiyor içimden.

Biraz dolaşayım caddede mesela. Ama tuhaf, biraz 'eksik' hissediyorum kendimi. Fazla sakin geliyor her şey. Oysaki kalbim pıtpıt. Dükkan görecek gözüm yok. CKM'ye doğru dönüyorum. Birkaç broşür bakar, kitapçıya uğrarım diyorum.

*

Kafamda düşünceler, sorular dönüyor da dönüyor. Yanımda biri olsun sürekli sorup, onay alayım istiyorum.

- Çok mutluydu değil mi?
- Nasıl ama hemen içeri girdi?
- Hiç yabancılık çekmeyecek galiba?
- Nasıl, giderken suratıma bile bakmadı?

O duymadığım onay sözcükleri yerine, kendi kendime sorduğum her soru sonrası ağzıma yapışmış olan tebessümü cevap niyetine daha bir büyütüyorum. Kafamı sallıyorum ulu orta. Bir onaydan, öne arkaya; bir hayretten, iki yana. Nerdeyse sesimi tutamayacağım, kaçacak ağzımdan, kendi kendime konuşmaya başlayacağım. Kahkaha atmak istiyorum bir de.

İnsanlar genelde hüzün yaşıyordu sanki, üzüntü duyuyordu. Ben neden böyleyim?
Şaşkınlık mı sebebi, yoksa gerçekten hazırlıksızlık mı? Farkında mı değilim mesela?
Gerçi caddede yürürken hissettiğim yalnızlık ağır ama mutsuz da değilim işte.

*

Giriyor içeri. Arkasına bile bakmadan. Kendi boyunda üç minik görüyor, minik minderlere oturmuşlar. Belli ki birileri daha gelecek, çember oluşacak. Onlarla gözgöze geldiğinde, minikler şaşkın, tepki vermiyorlar. "Günaydın" diyor bizimki. Ses yok. Ben "günaydın" diyorum ses yok. Ada iki kere daha söylüyor. İkincisi biraz yüksek sesle, hani 'duymuyor musunuz?' dercesine jestleriyle de soruyor. Kızlar hazırlıksız ya, şaşırmış, bakıyorlar öyle. Ses yok. Ben diyorum, "belki ingilizce söylememiz gerek, belki de bilmiyorlar türkçe Ada". Bu sefer, 'good morning' diyor bizimki. Yine no cevap mintoşlardan.

Bizimki kırıldı, kırılacak, o kadar heyecan, böylesi bir duvar, olmadı yani...

Diyorum ki "belki duymuyorlar Ada'cığım". İçlerinden biri duyuyoruz diyor, sonra 'good morning' diyor, ağzından çıkardığı anda o iki kelimeyi, o da belli ki rahatlıyor. Diğeri hemen arkadaşına katılıyor. 'Burası bizim sınıfımız, biz burayı çok seviyoruz, ingilizce de konuşuyoruz!!'

Tüm açıklamalar geliyor yani, istesek bu kadar iyi cevap olmaz, geç gelse de. Tek tek onlara tanıtıyorum kendimi, Ada'nın annesiyim diyorum, yeni bir arkadaş geldi sınıfınıza diyorum, sizin adınız ne diyorum. Tek tek tanışıyoruz, tanıştığımıza memnun oluyoruz. Sonra Ada tanıtıyor kendini, tek tek yanlarına gidiyor, adını söylüyor, tanışıyorlar. Birinin hiç sesi çıkmıyor. Sessiz konuşuyor yani ama bakışı samimi. Kabul ediyorlar yeni arkadaşlarını aralarına. Bizimki ise bu kabule çok minnettar, hemen minderini alıyor, oturuyor yanlarına.

Bu kadar.

Bu kadar yani.
7 saat sonra da zili çalıyorum, beni o karşılıyor.

*

Yine aynı şey oluyor işte. Sürekli dünü konuşmak, Ada'yı anlatmak istiyorum. O sürekli çocuklarını anlatan annelerin her cümlesinin kulağımda bin kez çınlayıp, beni deli etmesi gibi; şimdi kendi coşkum beni deli ediyor, kulağımda kendi sesim çınlıyor. Mahçup hissediyorum kendimi o annelere karşı. Elimde değil, tekrar tekrar beynimde aynı kalıplar:

- Çok mutluydu gerçekten.
- Hiç çekinmedi, hemen içeri girdi, 'kaynaştı'.
- Hiç yabancılık çekmeyecek galiba.

*

Ne olur bilmem. İlk gün mutlu oldu. Bugün gitmiyor diye üzüldü.
İlk gün mutlu oldum, bugün okul yok diye sevindim.
Yarın gidecek diye üzülüyorum...

27 Ekim 2009 Salı

Oyun Grubu - Aktivite Önerileri

Aktivitelere devam:

Bu da eski tarihli (bir aydan çok olmuştur) bir aktivite. Resimleri ancak telefonumdan aktarabildim.

Hande ve oğlu Mehmet'lere davetliydik. Alya, Mehmet ve Ada, Hande'nin hazırladığı aktivitelere büyük heyecanla katıldılar. En sonunda da kendi kendilerine bir oyun kurdular.


İşte ayrıntılar:

1) Vücudumuzu öğrenelim, kıyafetleri giydirelim: Çocukların boyuna göre büyütülmüş ve duvara monte edilmiş bir erkek çocuk resminde gereken alanlara (ayak, bacak, üst gövde, baş) raf gibi çıkıntılar eklenmiş. Amaç kıyafet resimlerinin olduğu kartlardan (Kartlar Ya-Pa kartları imiş) sırayla seçerek, bunları resimdeki doğru alanlara -raflara- yerleştirmek. Bu esnada kartlarda resimleri olan kıyafetlerin adlarını/renklerini/ne zaman ve nerede giyildiğini bulmaya çalışmak.

Bana göre eğitici, çocuklara göre eğlenceli bir aktivite idi.



2) "Çuvaldaki Kedi" oyunu: Her birinin üzerinde birbirinden farklı renkte ve biçimde üç nesnenin resmi olan dokuz adet kare kart, bir masanın üzerine yerleştirilir. Çocuklar bez bir keseye doldurulmuş şekillerden -bakmadan- birer tane çekip, çektikleri nesneyi, masanın üzerideki kartlardaki nesnelerle eleştirmeye çalışırlar. Amaç keseden çektikleri nesneyi doğru şekilde eşinin üzerine yerleştirmektir. Bunu yaparken yine nesnelerle ilgili çeşitli tanımlama sorularına cevap vermeye çalışırlar.

Oyun güzel bir oyun, birkaç derece zorlaştırılarak da oynanabilir. (Mesela gözler kapalı keseden çekilen şeklin ne olduğunu, kıvrımlarına göre elimizde hissederek tahmin etmeye çalışabiliriz.) Oyundaki materyallerin renkleri ve kalitesi güzeldi. Ama benzer bir oyunu evde kendi kendimize bizler de hazırlayabiliriz.


3) Meslekler ve nesneler - ilişkilendirme oyunu: Meslekleri tanımlayan resimlerin bulunduğu kartlar, masanın üzerine dizilmiş nesnelerle eşleştirilmeye çalışılır. (Gerçek hayat nesnelerimiz: Küçük bir tencere, oyuncak bir balık, bir stetoskop, bir tekne.. ve kartlarda, karşılığı meslekler)

Biraz zihinlerinin yorgun düştüğü bu oyunun sonunda çocuklarımız kendi oyunlarını kurdular: Yemek yapma oyunu!!! En çok hayali yemeklerini karıştırmaktan hoşlandılar. Bol gürültü yaptılar, sonra da müzik aletleri çıktı. Yaşasın da yaşasın!


Çok güzel ve 'verimli' bir gündü. En son oyunun devamında dikkat ettim de, çocuklarımız artık 'birlikte' oynuyorlar. 'Yanyana oyun'dan 'birlikte oyun'a geçtik -neredeyse yani. Bu da bir kilometre taşı değil miydi?

25 Ekim 2009 Pazar

Oyun Grubu - Aktivite Önerileri

Geçtiğimiz Cuma Elif Rüya ve annesi Serap'ın misafiriydik. Serap her zaman olduğu gibi yine özenle çok güzel aktiviteler hazırlamıştı miniklerimiz için.

Bol aktiviteli, eğlenceli bir gün geçirdik. Grubumuz neredeyse tam kadro hazırdı. Fotoğraflar her şeyi anlatıyor aslında ama maddelerle sıralamak gerekirse:



1) Kukla gösterisi: Eğlenceli bir dialogda birbirine ses olarak benzeyen sözcükleri duyduk, bulmaya çalıştık -hep birlikte!

2) Barbunya ayıklamaca: Önlerindeki kaba barbunyalar, uzaktaki kaba kabukları. Çok iyi bir konsantrasyon çalışması. Her birinin büyük başarı sergilediğini söylemeliyim!


3) Kocaman zincir yapımı: Renkli şeritlerden halkalar yapıp, birbirlerinin arasından geçirip, Pritt'le yapıştırarak zincir yaptılar. Bunda biraz anne yardımı gerekti. Yardımımızı esirgemedik.


4) Süslü taç yapma: İstedikleri renkte bir kağıt şerit seçip, kenarlarını birbirine yapıştırarak yine bir halka yaptılar ve üstünü önceden kesilmiş ay, yıldız, kalp, üçgen gibi şekilleri yapıştırarak süslediler. Her biri başlarına hazırladıkları taçları takınca birer prens ve prenses oldular!


5) Merdiven inme-çıkma ve takla atma çalışması: Büyük şekillerden kesilmiş renkli kağıtlarla oluşturulan yolu takibederek merdivende sıraya girme, üç basamak çıkıp, indikten sonra yerdeki mat'te takla atma. Çoğu minik annesinin yardımıyla takla atabildi. Çok eğlendiler, çok! (Kameranın pili bittiği için bu aktiviteden fotoğraf yok maalesef.)

Çok güzel bir gündü, aktiviteler çocuklarımızın yaşlarına (27-32 ay arası) uygun aktivitelerdi. 2-3 yaş aralığı için sizin önerileriniz neler?

24 Temmuz 2009 Cuma

İkiye İki Kala

Hamilelikte başladı dostluğumuz. Ana karnında başladı arkadaşlıkları. Pilates anneleri ve bebekleri grubumuz, anneler ve bebekler olarak iki yılı devirdi. Zaman çok çabuk akıyor. Artık şaşırma faslını geçtik. Çünkü artık durum algı ötesi bir durum. Akış işte. Hayat ya da... İnanılmaz bir hız!


19'u Borga'nın doğumgünüydü. Yaz-ortası-kızı Adakızım'ın doğumgünü yine arkadaşlarından uzak geçecek diye düşünürken, Borga'nın annesi Duygu'nun düşünceli ısrarı üzerine, Borga'nın doğumgününde Ada'ya da mum üflettik son dakika. Kendi seçimi uğur böceği pastasının eşliğinde!

Sonra daaa döküldük yollara...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Sahilde Müzik...

Bir daha ne zaman yazarım belli olmaz. Ada yolları göründü. İnternet var mıdır, varsa yazacak hal var mıdır, o da belli olmaz. Daha da geç kalmadan havadisleri belgelemeli.
Salon Sanat Music Together Bahar Dönemi son dersimizi sahilde yaptık. Cesaret işi! 9 aile, 10 çocuk. Etrafta köpekler, bisikletler, balonlar, kumlar ve deniz varken... müzik yapmak?? Neden olmasın, dedim. Dedim ama... Kolay da değil, en fena diyorum piknik yaparız, dersi yine bizim stüdyoda tekrarlarız.





Yanılttılar beni. Çocuklar yanılttılar. Ailelerim de. Cıvıl cıvıl bir Cumartesi sabahı, denizin de, güneşin de, etraftaki hareketin de bol olduğu bir zamanda biz müzik yaptık! Çimler üstünde, ağaç gölgesinde, başımızda kasketler, elimizde şıkı şıkı yumurtalarla, kısılan sesime eşlik eden bir sürü güzel sesle. Yuvarlağı terk etmeyip, beni çok (pardon ÇOK) şaşırtan miniklerimle.

Müzik harika bir şey, çocuklarsa muhteşem! İkisi birleşince ortaya çıkan güzelliği anlatamam. Öğretmen olarak söylüyorum. Ben bu işi çok seviyorum!

*Fotoğraflar Ceyda'nın bana ve ailelerime hediyesi
*Yaz dönemi başlıyor. Kayıtlar ve bilgi: www.salonsanat.com

31 Mart 2009 Salı

Oyun Grubu Aktiviteleri

Geçen haftaki hamileler grubu buluşmamıza bazı minikler hastalık nedeni ile katılamadılar. Sonuçta bol mamalı, az bebekli bir toplantı geçirdik. Ada'nın arkadaşları Doğay, Elif Rüya, Borga ve Alya bizdeydi.

Toplantı için son gün, hiç aklımda olmayan birkaç aktivitede karar kıldım:

1) Birlikte kuru fasülye yemeği hazırlamaca! = Fasülye aktarmaca:


Ada'nın bir önceki fasülye aktivitesinden daha uygulanabilir nitelikte -kaşıksız- bir fasülye aktivitesi yaptık.


Anneler-çocuklar yerde çember oluştururlar. Her miniğe farklı renkte bir plastik bardak dağıtılır. İlk miniğin bardağı yarıya kadar fasülye doldurulur. İlk çocuk bardağındaki fasülyeleri yanındaki arkadaşının bardağına boşaltmaya çalışır. Bu sırayla devam eder, ta ki en son çocuğa kadar. Çemberde bardağına fasülye boşaltılan en son çocuk, kendi bardağındaki fasülyeleri mini bir tencereye boşaltır ve kapağını kapatır. Kandırmasyon fasülye yemeği hazır! Biz bunu birkaç tur tekrar ettik.

2) Ada'nın giysileri giydirilen oyuncak bebeğin üzerinden tek tek giysileri çıkarmaca:


Ada'nın evdeki küçülmüş giysileri, miniğin kocaman favori bebeği Deniz'e giydirilir. (Ben toplantı öncesi Deniz'e çorap, patik, eldiven, tayt, pantolon, bluz, ceket ve bere giydirdim). Önce bir hikaye yardımıyla aktivite açıklanır.

Amaç çemberdeki çocukların müzik eşliğinde bu bebeği yanlarındaki arkadaşlarına geçirmesi; müzik durduğunda ise bebek kimde kalırsa, onun bir giysiyi çıkarmasıdır -çünkü bebeğin üstündekiler Ada'nındır! Tüm giysiler çıkarılıp bebek kendi kıyafetiyle kalıncaya kadar oyun devam eder.

Aslında bu oyunu bizdeki oyuncak ayıyla yapmak istemiştim. Ama tüm küçülen kıyafetleri dağıttığımız için, büyük kıyafetler de ayıcığa çok büyük geldiğinden, Deniz Bebek'te karar kıldım.

Bu aylarda çocuklarımız yavaş yavaş üzerlerine bir şeyler giyip, çıkarmaya başlıyorlar. Böyle bir aktivitenin, bunun için eğlenceli bir alıştırma olabileceğini düşündüm. Tabii ki biz anneler arada çocuklarımıza yardım ettik. Sözlerimizdeki vurgularla da yol göstermeye çalıştık: "Şimdi beyaz çorapları çıkartalım", "şimdi pembe patikleri çıkartalım"


3) Şıkı şıkı yumurtalar ve -bu sefer gerçek- marakalarla müzik eşliğinde dans


4) Renkli pipetleri aynı renkteki bardaklara yerleştirmece.


Her çocuğa farklı renkte bir bardak verilir. Karışık olarak dağıtılan renk renk pipetlerden kendi bardaklarının renginde olanları bardaklarına yerleştirmeleri istenir.

SONUÇ:

İlk iki aktivite planlandığı gibi gerçekleşti. Minikler yoğun bir konsantrayonla istenileni yapmaya çalıştılar. Çoğunlukla da başarılı oldular. Sıkılmadılar. Hatta biraz eğlenmiş bile olabilirler! :)

Dans güzeldi. Rahatladılar ve kendilerini müziğe bıraktılar.

Pipet aktivitesini tam olarak yapamadık. Sanırım öncesinde yapılan diğer aktivitelerden sonra minik beyinler biraz yorgun düştü. Renklerle cebelleşmek yerine pipetlerle oynamaya karar verdiler.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Haftasonu Maratonu


Daha başlamadan söylüyorum: Evet, haşat oldu. Suçlu kim?: Bittabi Bendeniz.

Haftasonu sınırlarımızı zorladık. Cuma: Bir müzik dersi, iki ayrı oyun grubu. Cumartesi: Yine Music Together, sahil, doktor, sokak, park. Pazar: Uzuuun yolculukla gerçekleşen arkadaş ziyareti. Ve o gidişin dönüşü!

Başlayalım mı?

Bu hafta oyun grubu Duygu'larda toplandık. Duygu, Ada'nın iki haftadır öpücük alışverişi yaptığı pek yakışıklı Borga'nın annesi. Alya, Mehmet, Elif Rüya da ordaydı. Neler yaptı minikler? Boyama, legolar, oyuncaklar ve "aşağı-yukarı", "aç-kapa" kavramları.

Oradan çıkıp, Sami'nin annesi Dilek'lere gittik. Anneler çalışıyor, bu grubu bulmak zor, onun için 'ille de' gittik,özlemişik. Aslında iyi de ettik. Ozan, Sami, Derya Berk ve Ada uzun süre sonra ilk kez görüştüler. Tekrar tanıştılar, tekrar anlaştılar...


Arkadaş ziyareti ise Pazar günü Beste "Abla"ya idi. Uzak diyarlara. Haftasonunun son durağı, gerçekten huzurlu, sakin bir çocuk olan Beste'yi ziyaret ile aslında bizim için doğru bir kapanış oldu. Yaşlar çok yakın değil. Beste biraz ablalık yaptı, birlikte oynadılar; sonra ayrı ayrı kendi oyunlarına konsantre oldular.

Peki neler yaptı Adakız? Biraz Montessori yaptı -böyle aktivitelere direk bu adı uygun buluyorum bir süredir: Pipetleri kutusundan boşaltıp yerleştirdi. Konsantrasyonu yerindeydi.

Sonra daha ilginç bir şey yaptı: Beste'yle birlikte televizyon seyretti! Ada için pek rastlandık bir şey değil. Pek cicilerdi, pek. Evimizde hala televizyonu açmıyoruz biz çünkü.


Devamı da var ama çok övünülecek bir şey değil: Önce 6 (yazıyla: altı!) dilim börek lüpletti. Sonra da şömine karşısında "içti", kendinden geçti! E hep biz mi keyif yapacağız?


Aslan kızım maratonu kazasız belasız bitirdi. Üstüne de Pazar gecesi 13 saatlik bir uyku çekti!!

Ama...

Galiba olan anneye oldu. Anne bitkin, yoruldu.

Miniğim biliyorum biraz aşırıya kaçtık. Bu hafta daha sakinden alalım. Daha çok masal okuyup, daha çok hayal kuralım... Ne dersin?

5 Şubat 2009 Perşembe

İki Küçük Hanım

Dört gündür internet bozuk. 1 dakika burda, 41 dakika yok -gibi bir şey. Ne onunla, ne onsuz. Hayat zor.

Şu an internet burda ama konu başka. Konumuz, konuklarımız. Çoook rötarlı bir buluşma. Bir sürü kez telefonla konuşma, "bebek bakım sorunlarını" birlikte deşmeye çalışma, gruplardan mail'lerden iletişim, buluşmak için bol istek-no zaman. Vesaire. Vesaire.

Tanışmıştık. Ama bugün buluştuk!

Beyza ve Gökçe bizdeydi bugün. Aman ne güzel bir gündü. Hatta ilginçtir biz sohbet bile edebildik. Çocuklarla iken. Hem de uzun!

Beyza Ada'dan 7 ay küçük. Narin ve bıcırık bir tatlı hanım. Fıkır fıkır, hareketli; akıllı bakışlı, güzel gülüşlü. Birlikte "kaşık dizmece" (yemece/yutmaca), "puzzle yapmaca" (yemece, yutmaca) oynayıp, dans-müzik yaptılar Ada'yla.

Bize sohbet için şans verdiler. Ama makineye bir poz için şans vermemiş bizim minikler. Bu kadar harekete, bu kadar foto. En azından ikisi de fotoğraf karesinin içinde!

31 Ocak 2009 Cumartesi

Atlıkarınca




Eski bir masal. Işıltılı, görkemli, gizemli -evet hem görkemli, hem gizemli; müzik kutusundan çıkma melodiler eşliğinde, renkli, parlak, sihirli... Atlıkarınca. O zamanlar benim için en büyük olay, hangi ata bineceğime bir türlü karar verememek olurdu.

İnsan küçükken neyse o, o zaman da çok kararsızdım, hala öyle. Bir şeylere karar verene kadar hayat geçiyor biliyorum. Ama insan değişmiyor işte...

Atlı karınca küçüklüğümün rüyasıydı. Uzun zaman sahiplendim bu rüyayı, küçüğümün de rüyası yaptım, iyi mi? Ondan izin bile almadan hem de. Aynı ilk kar gibi, bundan da büyüleneceğini düşündüm. Büyülenmedi. Ama anlamadı da... Belki bu tip ilk karşılaşma heyecanları için hala çok küçük, bilmiyorum.

Yine de...

Mutluydum o gün. Sihirli müzik eşlik etmiyordu, masaldan kaçmış rengarenk atlar dans ederken pamuk helva da yoktu elimizde; hatta hava buzzz gibiydi. Ama Hande'yle Mehmet'le beraberdik. Soğuk da olsa güneşin gözümüzü kamaştırdığı ışıltılı bir gündü. Sonraaa Mehmet'in coşkusu görülmeye değerdi. Bizimkininse şaşkınlığı.

Bizimki coşkusunu bilin bakalım nerde gösterdi o gün?? Haha... Söylememe gerek yok biliyorum.

Ne iyi oldu gittik Hande. Fotoğraflar için teşekkürler! Biraz rötarlı oldu ama buraya kaydetmesem olmazdı.

* atlıkarınca, tdk.gov.tr'ye baktım, bilmiyordum, birleşik yazılırmış.

29 Ocak 2009 Perşembe

Kayda Değer Bir Gün

Bir buçuk yıldır aksatmadığımız anne-bebek buluşmalarımızı artık evsahibi yönetiminde planlanmış aktivite saatlerine dönüştürdük. Çocuklarımızın yaşlarına yönelik eğlenceli-eğitici programlar planlıyoruz her hafta.


Ada, Borga, Elif Rüya, Melisa, Doğay, Uluç ve anneleri bu hafta Ayben ve Alya'nın misafiriydi. Bana göre son derece başarılı planlanmış bir gündü. Çok eğlendik ve hem büyükler, hem küçükler ilgiyle aktivitelere katıldık. Neler mi yaptık?

- Ayben'in dağıttığı renkli paket süs bantlarından yapılmış ponponlarla çok neşeli bir müzik eşliğinde, yine Ayben'in rehberliğinde dans ettik.


- Sonra Ayben tüm çocuklara tercih ettikleri şekillerden oluşan, iki adet büyük şekille süslenmiş kolyeler (Ada'nın deyimi) dağıttı. Çocuklar şekiller geçirilmiş renkli süs bantlarını boyunlarına astı.

- Dikdörtgen bir yer minderine (aslında bez gerilmiş mukavva idi) üç ayrı büyüklükte kesilmiş bu şekiller (sarı daireler, yeşil aydedeler, kırmızı kalpler, turuncu kareler,vs) karışık şekilde yapıştırılmıştı. Annelere birer çanta dağıtıldı (veya poşet, veya kağıt torba). Ve çocuklar boyunlarında kolye gibi taşıdıkları büyük şekiller ne ise, matın üzerindeki o şekilleri toplayıp annelerinin torbalarına koydular. Görev buydu ve bu harika bir fikirdi!



- Dikdörtgen mattaki şekiller çocuklar tarafından toparlanınca bu sefer, yine -zannedersem- Ayben'in yaptığı üç basamaklı merdivenden çıkarak büyük altıgen parkın içine girdiler. Parkın parmaklıkları yine rengarenk ve boy boy bu şekillerle donanmıştı.


Bu sefer çocuklar yine kendilerine ait şekilleri bu sefer burdan toplayıp, annelerinin çantasına doldurdular. Bu büyük bir heyecandı. Anneler koçluk yapıyor, çocuklar pür dikkat kendi şekillerini arayıp, hızlı şekilde torbalara yerleştirmeye çalışıyorlardı.

- Sonraki aktivitede bu sefer başka bir dikdörtgen mata yerleştirilmiş ve çapraz şekilde birden sekize kadar rakamların yazıldığı büyük renkli dairelerin üzerine basarak sekiz adımı tamamladılar. Tabii rakamları henüz okuyamadıklarından, bunu annelerinin yardımı ile yaptılar. Rakamları tanıdılar, hayatlarındaki belki ilk seksek benzeri oyunu oynadılar.


- Sayıların sonuna gelen ise tünelle karşılaştı. Bu sefer çocuklar sırayla emekleyerek tünelin içinden geçtiler.


Bu grupta en küçüğü 18, en büyüğü 23 aylık yedi çocuk vardı. Aktiviteler bu yaş grubuna tamamen uyan hem eğitici, hem de eğlenceli aktivitelerdi. Ayben'e çok teşekkür ediyoruz!

26 Ocak 2009 Pazartesi

Önce Haberler

Şimdiii biliyorum, Ada'nın gelişimi hakkında yazmam gerek. Yazmayalı çok oldu ve hafızam beni zorlamaya başladı. Kaydetmesem unutulup gidecek bir sürü şey.


Sonraaa biliyorum Tracy hakkında bir post yazmam gerek. Gelen telefonlar, mailler ve onlarca arama kelimesi artık bu konuda iki satır yazmam için "hadi Yapıncak!" diyor bana.

Bir deee bir süredir ertelediğim birkaç "fikir yazısı", birkaç "iç dökümü" de bekliyor sırada.

Ama...

Önce haberler:

Bu haftasonu da hızımızı yavaşlatmadan aktif yaşama devam ettik.
Gururluyuz.


Cumartesi kalabalık ve eğlenceli geçen Music Together dersimizden sonra, Ada haftalardır öpmeye koklamaya (miniklerin bu yıpranmamış cesaretli sevgi hallerine bayılıyorum!) doyamadığı Beste Abla'sı ile birkaç saat geçirdi.


Sonrasında "Masalcı Anderske"nin ilk masalını dinleme şansına sahip oldu. Ölçtü, biçti, değerlendirdi (!). Bu konuya geleceğim. Salon Sanat büyüyor!

Sonraysa yollara döküldü, kuzenleri ikizlerin doğumgününü şenlendirdi. Bizde şenlik "yemek" manasında kullanılıyor. Ne oyuncak, ne çocuklar, ne aktiviteler; yemek varsa şenlik var. Nokta. Bir de müzik tabii.


Pazar günüyse baba günüydü. Sokaklarda, deniz kıyısında, parklarda gezdi durdu, sarhoş oldu. Akşam da kalabalık misafirlerimizle uyku saatinden bir yarım saat çalıp, sofraya oturdu. Ve yine tabii...içi dışı şen oldu!

Haha üstteki resimde öyle görünmese de...Ada memnun ben memnun. Öyle enerjik ki artık, bu enerjisini güzel aktivitelerle harcamasını beni mutlu ediyor.

23 Ocak 2009 Cuma

Cümbüş

Sabah: Durukuş bizde, biz Music Together'da. Öpüşme-koklaşma-ağlaşma (!), dans, müzik, boyama, çiftlik evi, evcilik... İki eski dostlar artık. Harikalar!





Öğleden sonra: Haftalık buluşmamızda, bu sefer Meltem ve Melisa'da. Oyuncaklar, mamalar, renk cümbüşü, ses cümbüşü, sevgi cümbüşü...




Ne güzel bir gün geçirmişiz yahu...